top of page

10- Yunus suresi (hubeyb Öndeş meali)

Güncelleme tarihi: 19 Şub 2021

1- Elif, lam, ra.¹işte bunlar hikmetli kitabın ayetleri [mucizeleri]'dir.

2- kendilerinden bir kişiye "insanları uyar;  inanmış olanlara RAB'lerinin katında kendileri için bir doğruluk kademi [rütbesi] olduğunu müjdele." diye vahiy etmemiz, insanlara tuhaf mı gelmişti? Kâfirler [gerçeği örtenler] "kesinlikle bu apaçık bir sihirbazdır" dedi.

3- Kesinlikle RAB'biniz altı günde [evrede]¹ gökleri ve yeri (evreni) yaratan, dahası [tüm] işleri² planlayarak Arşı[yönetimi]³ hükümranlığı altına alan⁴ Allah'tır. O nun izninden sonra olması müstesna, hiçbir şefaatçi yoktur. İşte o RAB'biniz Allah'tır hemen ona kulluk edin. Artık öğüt almıyor musunuz?

¹: "gün" kelimesi kur'an'da "evre" manasındadır. Örneğin çoğu Ayette "yevmu-l kıyamet =يوم القيامة" yani "kıyamet günü" ifadesi geçer. Halbuki kıyamet, 24 saatlik bir günden oluşmuş değildir. Ayet "kıyamet dönemi, evresi" manasında "gün" demiştir. Haricen mearic suresinin 4. Ayetinde "Allah'ın katında bir gün bin yıl gibidir" denilmektedir. Bütün bunlar, günün "evre" manasında olduğunu ispatlıyor.

Bazıları bu görüşe katılmıyor olsa da, "6 günde yaratılış, Allah'ın katındaki zaman dilimi ile 6 gündür. 24 saatlik zaman dilimi olan 6 günlük bir yaratılış değildir." şeklinde yorum yapanlar eskiden beri vardır. (kurtubi)

²: "İş" [الأمر] kelimesi Cins ismidir. Bundan dolayı "işlerin tamamı" anlamındadır.

³: arş, aslen "kürsü" demektir. Fakat bu kelime "yönetim, güç, saltanat, mülkiyet" manasında da kullanılmıştır. Örneğin "kralın Arşı" ile "kralın mülkü, saltanatı" kasıt edilmiştir. (müfredat : عرش, Fahreddin Razi) buradan anlıyoruz ki, Allah'ın Arşı ile kastedilen, onun mülkü, yani yönetimidir.

⁴: "ıstiva = استوى" fiili "ale =على" harfi cerr'i ile "istila etmek" yani "hükümranlığı altına almak" mânâsına gelir (müfredat :سوا) bu Ayette de aynı şekilde kullanıldığı için bu mana verildi. (Ayetin mecaz anlamda olduğuna dair mantıksal delilleri Fahreddin Razinin "gayb'ın anahtarları (mefatihul gayb)" isimli eserinde bulabilirsiniz)

4- Allah'ın bir Hak olarak verdiği sözü olarak, topluca dönüşünüz sadece onun [emrinedir]. Kesinlikle o [Allah], yaratmaya başlıyor, sonra inanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş olanlara hakkaniyetle karşılığını vermek için onu [yaratmayı] tekrar başa döndürüyor¹. Gerçeği örtmüş olanlara [gelince] gerçeği örtmekte olmalarından dolayı kendilerine kaynar sudan bir içecek ve can yakıcı bir azap vardır.

¹: "açılır kapanır evren modeline" göre, evren genişlemesini tamamlayacak ve tekrar büzülerek başlangıç durumuna dönecek ve sonra tekrar bir Büyük Patlama yaşayarak tekrar genişleyecek ve sürekli devam edecektir. Büyük patlama demek, yeniden bir evrenin oluşumu demektir. Allah'ın yaratmayı tekrar etmesi bu durum olabilir.

Verilen bilgilerin doğruluğunu fizikçi michou kaku'nun "parallel worlds" adlı kitabında ve "big crunch, oscillating universe theory" ile ilgili bilgi veren pek çok kaynaktan görebilirsiniz.

5- Güneşi bir ışık saçan¹ ve ay'ı dolaylı bir aydınlık² yapan, senelerin sayısını ve (o) hesabı bilmeniz için ona menziller belirleyen, o'dur. Allah, işte bunları ancak Hak[gerekli] olarak yarattı. Ayetleri [mucizeleri], bilen bir millet için açıklıyor.

¹: "Ziya=ضياء" kelimesi Doğrudan ışık için (kadı beydavi) kullanılır. Yani güneş ışığın kaynağıdır.

²: "Nur =نور" kelimesi dolaylı ışık için (kadı beydavi) kullanılır. Bu Ayette, güneşin ışığın kaynağı olduğu, Ay'ın ise, ışığını güneşten aldığına dikkat çekilmiştir. (kadı beydavi, İrşad Ebu-s su'd) bilimsel olarak da böyledir.

10. Yüzyılda yaşamış Ragıp isfehani, "el müfredat" adlı eserinde aynı ayetin bu olaya dikkat çektiğini söylemiştir. (müfredat: تلو)

6- Gerçekten, Gecenin ve gündüzün zıt düşmesinde [birbirinin yerine geçmesinde] ve Allah'ın göklerde ve [tüm evrende] yarattıklarında, korunup sakınan bir millet için mutlaka ayetler¹ [deliller] vardır.

¹: Yaratıcının varlığına kanıt olarak, evrenin sistematik yapısına dikkat çekiliyor.

7-8- Gerçekten, bizimle karşılaşmayı beklemeyen, dünya hayatıyla razı olan, onu [dünya hayatını] yeterli bulan ve ayetlerimizden[mucizelerimizden] bihaber olanlara [gelince] işte, elde etmekte oldukları [şeyler] sebebiyle onların barınağı ateştir.

9- Gerçekten, inanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş olanlara inançları sebebiyle RAB'leri yol gösteriyor. Naim cennetlerinde onların alt tarafından ırmaklar akıyor.

10- Ondaki [cennetteki] duaları "Seni tenzih ederiz Allah'ım!"; ondaki selamlaşmaları ise bir esenlik'tir. Dualarının sonu ise "Övgü, alemlerin [tüm varlıkların] RAB'bi Allah'a aittir." [şeklindedir].¹

¹: "Ene-lhamdu=أن الحمد" ifadesi aslında "ennehu-l hamdu=أنه الحمد" şeklindedir. Sondaki "hu=ه" zamiri "Şan zamiri"dir (Zamahşeri:keşşaf) ama hazf edilmiştir (Halebi:duru-l mes'un) bundan dolayı "ene-l hamdE=أن الحمد" şeklinde mensup değildir. Ancak bu şekilde bir okuyuş da mevcuttur (zamahşeri:keşşaf)

11- Allah, insanlara, onların iyiyi (hayrı) istemesi şeklinde şerri acele ettirseydi mutlaka onların süre sonlarına (ölümlerine) karar verilirdi.¹ Artık, kavuşmamızı (ahireti) beklemeyenleri kendi taşkınlıkları içinde şaşkın bir halde bırakıyoruz.

¹: eylemin faili Allah olacak şekilde "kadayne=قضينا" [karar verirdik] ve "kada=قضي" [karar verirdi] olarak iki şekilde de okunmuştur (Zamahşeri:keşşaf) anlam bakımından hepsi aynı yola geliyor.

12- İnsana sıkıntı temas ettiği zaman, yan (yatar) vaktinde veya otururken veya ayakta iken, bize dua eder. Ardından sıkıntısını kendisinden kaldırdığımızda kendisine temas eden sıkıntı için sanki bize hiç dua etmemiş gibi geçer gider. İşte, israfçılara bulunmakta oldukları eylemleri bunun gibi süslendi.

13- Elbetteki sizden önce (o) kentleri zulmettiklerinde helak etmiştik. Halbuki¹, elçileri kendilerine açık kanıtlar getirmişti. Onlar inanacak değillerdi. İşte, suçlular milletini bunun gibi cezalandırıyoruz.

¹: gizli bir (قد) edatı ile hal cümlesi olmuştur (kadı beydavi)

14- Dahası onların ardından sizin nasıl eylemde bulunduğunuza bakalım diye sizi yerde [dünyada] halifeler yaptık.

15- Ayetlerimiz [mucizelerimiz] apaçık halde kendilerine okunup teşvik edildiği zaman kavuşmamızı (kıyamet gününü) beklemeyenler "Bundan başka bir kur'an getir veya onu değiştir." derler. "Onu kendi tarafımca kendi benliğimden dolayı değiştirmek, benim için [mümkün] olmaz. Ben ancak bana vahiy edilene bağlı oluyorum. Kesinlikle ben RAB'bime isyan edersem çok büyük bir günün azabından korkarım." de.

16- "Allah tercih etseydi, onu[vahyi] size okuyup teşvik etmezdim ve sizin onu bilmenizi sağlamazdı. Ondan [vahiy'den] önce içinizde bir ömür bulunmuştum. Artık akıl etmiyor musunuz?" de.

17- "O halde Allah'ın üzerinden bir yalan uyduran veya onun ayetlerini yalanlamış¹ kimseden daha zalim kimdir? Gerçek şu ki, suçlular başarılı olamaz!"

¹: "yalanlamak" manasında olan (كذب) fiili sadece sözle yalanlamak manasında değildir. İnsanın eylemiyle dahi ayetleri yalanlaması da bu fiil ile ifade edilir (müfredat : كذب & صدق) kur'an'da geçtiği ayetlerde de bu ifade edilir. Yani bir insan inandığını iddia ettiği halde eylemiyle kur'an'ın yasakladığı şeyleri yapıyorsa; kur'an "haklı bir neden (kısas, zulüm, savunma, koruma) olmadıkça, Allah'ın haram ettiği bir canlıyı öldürmeyin" (Maide 32, İsra 33) derken masum bir insan öldürüyorsa, kur'an "zinaya yaklaşmayın" (İsra 32) derken tecavüz ediyorsa eylemiyle ayetleri yalanlamış olur.

18- Allah'tan beride kendilerine zararı ve faydası olmayanlara tapıyorlar ve "Bunlar, Allah'ın katında şefaatçilerimizdir." diyorlar. "Allah'a göklerde ve yerde [tüm evrende] bilmediğini mi haber veriyorsunuz?" de. O münezzehtir, onların şirkinden [ortak saydıklarından] yücedir.

19- İnsanlar ancak bir tek topluluktu. Ardından ayrılığa düştüler. RAB'binden (gelen) öne geçmiş bir kelime olmasaydı ayrılığa düştükleri [şeyler] hakkında aralarında mutlaka karar verilirdi.

20- "Ona RAB'binden (farklı¹) bir ayet [mucize] indirilseydi ya?" derler. "Gayb [gizlilik] sadece Allah'ındır. Artık siz bekleyin. Kesinlikle ben sizinle birlikte bekleyenlerdenim." de.

¹: sözü söyleyenlerin istediği, kur'an dışındaki mucizelerdir. Bu istedikleri mucizeler, İsra 91-93 ayetlerinde anlatılır. Neden istedikleri şekilde mucizeler gelmediği İsra 59. Ayette anlatılır.

Bugün, kur'an'ın 1400 yıl öncesinden kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında o kadar çok konuşup bulunduğu çağın yüzlerce yanlış bilgisine rağmen günümüz bilimine zıt herhangi bir sözü olmayan aksine isabetli ve bağdaşabilen ayetleri olan bir kitap olması bize mucize olarak yeterlidir.

21- Kendilerine temas eden bir zarardan sonra insanlara herhangi bir rahmet tattırdığımız zaman bir bakarsın ki ayetlerimiz hakkında kendilerine ait bir hileleri bulunur. "Allah hile bakımından daha hızlıdır" de. Gerçekten elçilerimiz tuzaklarınızı yazıyor.

22- Sizi karada ve denizde (bütün dünyada)¹ gezdiren² o'dur. Öyle ki, siz gemilerde olduğunuzda, [gemiler] onları [içindeki insanları]³ hoş bir rüzgarla akıp götürdüğü ve [içindeki insanlar] bununla sevindiği sırada fırtınalı bir rüzgar ona [gemiye] geldiği, dalga[lar] kendilerine her yerden geldiği ve onlar kendilerinin kuşatıldığını düşündükleri zaman Allah'a, dini ona adayanlar olarak [şöyle] dua ederler: "Yemin olsun ki bizi bundan kurtarırsan mutlaka ama mutlaka şükredenlerden oluruz."

¹: "kara ve deniz" [البر والبحر] ifadesi, tıpkı "gökler ve yer", "gece ve gündüz" gibi zıt ifadelerin bir arada kullanıldığı zaman bir bütün mana ifade etmesi gibi, bütün bir mana olarak "bütün dünya" manasındadır. Örneğin Enam 59. Ayette "karada ve denizde olanları [Allah] biliyor" yazmaktadır. Kara ve denizin dışında olanları (mesela kuşları) Allah'ın bilmediği iddia edilemez. Bundan dolayı "karada ve denizde" ifadesi "bütün dünyada" manasındadır.

²: "yunşirukum=ينشركم" yani "sizi yayan" manasında da okunmuştur. (zamahşeri:

³: iltifat sanatı uygulandığı için, 2. Şahıstan 3. Şahısa geçiş yapılmış. Yani normalde ayetin ilgili kısmı "öyle ki, siz gemilerde olduğunuzda, [gemiler] SİZİ, hoş bir rüzgarla akıp götürdüğü..." olmalıydı. Ama iltifat sanatı uygulandığı için 2. Şahıs olarak değil, 3. Şahıs olarak söylendi.

23- Ardından [Allah] onları kurtardığı zaman bir bakarsın ki yerde [dünyada] haksızca sınırı aşmayı isterler.  Ey insanlar! Dünya [ilk] hayatının geçimi zamanındaki¹ taşkınlığınız sadece kendi benliğinizin aleyhinedir. Sonra dönüş yeriniz sadece bizedir. Ardından size bulunmakta olduğunuz eylemleri haber veririz.

¹: "meta=متاع" kelimesi zaman zarfıdır. (Halebi:duru-l mes'un)

24- Dünya [ilk] hayatının örneği sadece, kendisini gökten indirdiğimiz bir su gibidir. Artık, insanların ve sağmal hayvanların yediğinden yerin bitkisi onunla [o suyla] karışır. Öyle ki, yer [yeryüzü] takılarını aldığı, [yeryüzü] süslendiği¹ ve kendi halkının kendilerinin ona kadir [hakim] olduğunu düşündüğü zaman hem geceleyin hem de gündüzün işimiz (azabımız) kendilerine geldi. Ardından onları [bitkileri] sanki dün hiç [ekinleri]² olmamış gibi darmadağın ettik. İşte, kavramaya çalışan bir millet için ayetleri bunun gibi açıklıyoruz.

¹:burası aslında (تذينت) şeklindedir. (kurtubi, zamahşeri:keşşaf)

²: isim tamlaması olan (زرعها) kelimesi hazf edilmiştir (kadı beydavi, zamahşeri:keşşaf)

25- Allah, barış yurduna çağırıyor. Kimi tercih ediyorsa onu dosdoğru bir yola yumuşakça iletiyor.

26- Güzellik edenlere en güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini karanlık bir duman bürümez, bir zillet de [bürümez]. İşte onlar cennetin dostlardır. Onlar onun içinde kalıcıdır.

27- Kötülükleri elde etmiş olanlara [gelince] bir kötülüğün cezası onun [kötülüğün] misli iledir. Onları bir zillet bürür. Onlar için Allah'tan hiçbir kurtarıcı yoktur. Sanki onların yüzleri karartır bir haldeki geceden bir parça[ile] bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin dostlarıdır. Onlar onun içinde kalıcıdır.

28-29- Kendilerini toplu halde bir araya getireceğimiz sonra da şirk koşmuş [Allah'a ortak kabul etmiş] olanlara "siz ve ortaklarınız yerlerinize!" diyeceğimiz günü [an]! Ardından aralarını ayırırız. Ortakları "Siz, bize tapmakta değildiniz. Artık bizimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Kesinlikle biz, sizin tapmanızdan gerçekten de bihaberdik." derler.

30- Orada her benlik geçmişte bıraktığını [yaptığını] okur¹. Hak olan mevlalarına[sahiplerine] döndürüldüler ve uydurmakta oldukları da kendilerinden kaybolmuştur.

¹: "teblu=تبلو" fiili "okur" manasına gelecek şekilde "tetlu=تتلو" şeklinde de okunmuştur. (Beydavi) bu tercih edildi. Herkes yaptığı şeyleri orada okuyacak ve suçunu itiraf edecektir.

31- "Gökten ve yerden sizi rızıklandırmakta olan kimdir? Yahut işitmeye ve bakışlara sahip olan kimdir? ölüden diriyi çıkaran;¹ diriden ölüyü çıkaran kimdir? İşi-emri planlayan kimdir?" de. Ardından "Allah'tır" diyecekler. "O halde sakınmaz mısınız?" de.

¹: "Abiyogenez" canlılığın, cansızlıktan geldiğini savunur. Bunu reddeden "biyogenez" ise, canlılığın ancak canlıdan gelebileceğini savunur. Ayetteki bu ifade abiyogenezin mümkün olduğuna işaret ediyor. Biyogenizin geçerli olması da bu ayete aykırı değildir.

32- "İşte o Hak RAB'biniz Allah'tır. Artık Hak'tan sonrası 'yolu kaybetme'den başka ne olabilir ki? O halde nasıl oluyor da [doğru yoldan] çevriliyorsunuz?" [de]

33- İşte bunun gibi, haddi aşmış olanlara karşı RAB'binin "Onlar inanmıyorlar."¹ kelimesi hak oldu [kesinleşti].

¹: Bakara 6. Ayete bakınız.

34- "Ortaklarınızdan olup yaratmaya başlayan sonra onu[yaratmayı] tekrarlayan kimse var mıdır?" de. "Allah, yaratmaya başlayan sonra onu [yaratmayı] tekrarlayandır. O halde nasıl oluyor da [gerçeklerden yalanlara] baş aşağı çevriliyorsunuz?" de.

35- "Ortaklarınızdan olup Hakka doğru yol gösteren kimse var mıdır?" de. "Allah, hak için yol gösterendir. O halde, Hakka doğru yol gösteren kimse mi uyulmaya daha layıktır (Haktır)? Yoksa kendisine yol gösterilmediği sürece doğru yol bulamayan¹ kimse mi? Sizin için ne var ki? nasıl hüküm veriyorsunuz?" de.

¹: burası aslında (اهتداي) mastarından (يهتدي) fiili iledir. Idgam olmuştur (kadı beydavi)

36- Çoğunluğu ancak zanna uyar. Gerçekten zan, Hak'tan yana¹ hiçbir şekilde yarar sağlamaz. Gerçekten Allah onların yaptıklarını devamlı bilendir.

¹: buradaki (من) harfi cerr'i (على) manasında da olabilir. Buna göre ayetin bu kısmı "zan, Hakka karşı hiçbir açıdan yarar sağlamaz" şeklindedir.

37- Bu kur'an, [en başından beri] Allah'tan beride uydurulmuş değildi; fakat kendisinin önünde bulunanların doğrulayanıdır¹ ve alemlerin [tüm varlıkların] RAB'bi[tarafın]dan olan içinde hiçbir şüphe bulunmayan kitap[lar]ın² açıklamasıdır.

¹: "tasdika=تصديق" kelimesi كان kelimesinin haberine atıf olduğundan dolayı mensuptur.

²: buradaki (ال) takısı ismu-l cins'tir. Bundan dolayı "kitaplar" manasındadır (kurtubi)

38- "Onu [kur'an'ı] uydurdu" mu diyorlar? "O halde dürüst kişiler idiyseniz onun [kur'an'ın] benzeri herhangi bir sure getirin ve Allah'tan berideki gücünüzün yettiği kimselere dua edin." de.

39- Hayır! Onlar bilgisini hiç kuşatamadıkları [kavrayamadıkları] ve tevili [vaad'i] kendilerine henüz gelmemiş olanı yalanladı. İşte, kendilerinden öncekiler de bunun gibi yalanladı. Artık bak düşün, yalanlayanların sonucu nasıl olmuş?

40 - Onlardan ona [kur'an'a] inananlar vardır; onlardan ona [kur'an'a] inanmayanlar vardır. Hâlbuki RAB'bin bozgun [terör] çıkaranları daha iyi bilendir.

41- Eğer seni yalanladılar ise, "Benim eylemim sadece benim içindir; sizin eyleminiz sadece sizin içindir. Siz, benim eylemlerimden berisiniz; ben, sizin eylemlerinizden beriyim." de.

42- Onlardan sana kulak verenler vardır. O halde sağırlara sen mi işittireceksin? Akıl etmiyor olsalar da mı?

43- Onlardan sana bakıp düşünenler vardır. O halde körlere sen mi yol göstereceksin? Görmüyor olsalar da mı?

44- Gerçekten Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmiyor; fakat insanlar sadece kendi benliklerine zulmediyor.

45- Onları sanki gündüzden bir saatten başka hiç kalmışlar gibi sürüp toplayacağımız günü [an]! Kendi aralarında tanışırlar. Allah'ın karşılaşmasını yalanlamış olanlar kaybetmiştir. Onlar yolu bulanlar da değillerdi.

46- Onlara söz verdiğimizin bir kısmını sana göstersek veya seni vefat ettirsek, (sonuçta) onların dönüş yeri sadece bizedir. Aynı zamanda¹ onların yaptıklarına karşı Allah devamlı bir şahittir.

¹: Yerine göre "sonra, aynı zamanda" manasında olan (ثُمَّ) kelimesi, "orada" manasında olan (ثَمَّ) ile de okunmuştur. (Zamahşeri:keşşaf) Buna göre ayet "Allah, onların yaptıklarına orada bir şahittir" manasında.

47- Her bir topluluğun birer elçisi¹ vardır. Artık elçileri kendilerine geldiği zaman aralarında hakkaniyetle karar verilir ve kendileri zulme uğramazlar.

¹: bazen muzafun ileyh hazf edilir, muzaf bundan bedel olarak harfi tarif veya tenvin alır. (İlhami haktan Arapça dil bilgisi) buradaki (رسولٌ) kelimesinin sonundaki tenvin, muzafun ileyh'ten bedel olarak (رسولهم) yani "onların elçileri" manasındadır.

48- "Eğer dürüst kişiler idiyseniz (söyleyin), bu verilen söz ne zamandır?" diyorlar.

49- "Ben kendi benliğim için herhangi bir zarara ve faydaya sahip değilim. Ancak Allah'ın tercih ettiklerine [sahibim]. Her bir topluluğa ait birer süre sonu vardır. Süre sonları geldiği zaman bir saat ertelemeyi isteyemezler, öne almayı da isteyemezler." de.

50- "Bana haber verin,¹ eğer onun [Allah'ın] azabı size gece baskını olarak veya gündüz vaktinde gelirse... (ne olacak)?" de. Suçlular ondan [azaptan] neyi acele istiyorlar?

¹: (müfredat : رأي)

51- Sonra düştüğü [gerçekleştiği] zaman mı ona inandınız? Şimdi mi? Hâlbuki siz onu acele istemekteydiniz?

52- Sonra zulmetmiş olanlara "Kalıcılığın azabını tadın! Elde etmekte olduklarınızdan başkası ile mi cezalandırılıyorsunuz?" denilir.

53- "O bir Gerçek midir?" [diye] senden haber istiyorlar. "Tabiki, RAB'bime yemin olsun ki, kesinlikle o mutlaka bir haktır ve siz aciz bırakıcılar değilsiniz." de.

54- Yerde [dünyada] ne varsa [hepsi] zulmetmiş her benliğe ait olsaydı, [her benlik] mutlaka onu feda ederdi. Azabı gördüklerinde pişmanlıklarını gizlediler¹ ve kendileri haksızlığa uğramaz bir haldeyken, aralarında hakkaniyetle karar verildi.

¹: "Açığa vurdular" anlamında olduğu da söylenmiştir (müfredat : سرر) ancak kelimenin aslı "gizlemek"tir.

55- Dikkat! Gerçekten, göklerde ve yerde [tüm evrende] bulunanlar Allah'ındır. Dikkat! Gerçekten, Allah'ın verdiği söz haktır! Fakat onların çoğu bilmiyor.

56- O, diriltiyor ve öldürüyor. Sadece ona geri döndürülüyorsunuz.

57- Ey insanlar! Göğüslerde bulunanlara bir şifa, bir doğru yol rehberi ve inançlılara bir rahmet olan bir öğüt [kur'an] RAB'binizden size gelmiştir.

58- "Allah'ın ikramıyla ve rahmetiyle ardından da işte bununla [bir öğüt size gelmiştir]¹. Artık sevinsinler. O [bunlar], kendilerinin toplamakta olduklarından daha hayırlıdır" de.

¹: Ayetin bu ifadeleri önceki ayete bağlıdır.

59- "Allah'ın size rızıktan indirip de sizin kendisinden haram ve helal saydığınızı bana haber verin." de. "Allah mı size izin verdi? Yoksa Allah'ın üzerinden mi uyduruyorsunuz?" de.

60- Allah'ın üzerinden (bu) yalanı uyduranların kıyamet gününde zannı nedir? Kesinlikle Allah insanlara karşı gerçekten bir ikram sahibidir; fakat onların çoğunluğu şükretmiyor.

61- Önemli ne işte olursan ol, ondan [o işten] yana kur'an'dan ne okursan oku, herhangi bir eylemden ne eylemde bulunursanız bulunun, siz kendisine [bunlara] daldığınızda, biz üzerinizde mutlaka şahitler oluruz. Yerde ve gökte [tüm evrende], bir zerreden [bir parça] ağırlığı (bile) RAB'binden uzak kalmaz. bundan [bu parçadan] daha küçüğü¹ ve daha büyüğü ancak apaçık bir kitaptadır.

¹: zerreden daha küçük olan, hatta onun bir parçasının - ki, ayette kullanılan (من) harfi cerr'i "baziyet= kısmilik" için kullanılmıştır- daha küçüğü olan şey atomdur.

62- Dikkat! Gerçekten, Allah'ın velilerine (evet!) onlara herhangi bir koktu yoktur ve onlar üzülmezler.

63-64- [Allah'ın velileri] ki, inandılar ve korunup sakınmaktaydılar. Dünya [ilk] hayatında müjde onlarındır, ahirette de [son'da da] öyle. Allah'ın kelimeleri için hiçbir değişme yoktur. İşte bu çok büyük bir kazanıştır.

65- Onların sözü seni üzmesin. Gerçekten, izzet tamamen Allah'ındır. O, devamlı işitendir, devamlı bilendir.

66- Dikkat! Gerçekten, göklerde bulunan kimseler¹ ve yerde bulunan kimseler sadece Allah'ındır. Allah'tan beridekilere dua edenler ortaklara uymuyorlar. Onlar ancak zanna bağlı oluyor. Onlar ancak saçmalıyorlar.

¹: "men= من" genellikle bilinçli canlılar için kullanılır. Dikkat edilirse "yerde bulunan kimseler (من في الأرض )" denildiği gibi "göklerde bulunan kimseler (من في السماوات)" de denilmiştir. Yani bilinçli canlılar sadece dünyada değil göklerde [uzayda] da mevcuttur.


67- O, sizin için, içinde yerleşmeniz için geceyi ve gösterici olarak gündüzü¹ yapmış olandır. Gerçekten işte bunlarda duyan bir millet için mutlaka ayetler [kanıtlar] vardır.


¹: Genellikle ayete takdiri mana olarak şu şekilde bir anlam verilmiştir:

هو الذي جَعَل لكم الليل مُظْلماً لتَسْكُنوا فيه والنهارَ مُبْصِراً للتحرَّكوا فيه لمعاشِكم

"O, sizin için içinde sükun etmeniz için geceyi karanlık; gündüzü ise, geçiminiz için içinde hareket etmeniz için gösterici yapmış olandır"

Ayetteki bu ifadelerin hazf olduğu, çünkü "gösterici" ifadesinin "karanlık"; "içinde huzur bulmanız [sükun etmeniz] için" ifadesinin ise "içinde hareket etmeniz için" ifadesine işaret ettiği söylenmektedir. (Halebi:duru-l mes'un)


Fakat "sükun" ["sekene=سكن" fiili] bir yere mesela bir yurda/eve yerleşmek manasında da kullanılır. (Zamahşeri:belegat esası: سكن) Üstelik bu ayette "fi=في" harfi cerr'i ile kullanılmıştır.

Kur'an, genellikle gece ve gündüzü vakit amaçlı tarif ettiğinde "bi=ب" harfi cerr'ini kullanmaktadır. (Bkz: bakara 274, enam 60)


Dolayısıyla bu ayette gece ve gündüzün yani dünyanın bizim için sükun [yerleşme yeri] amaçlı yaratılmış olduğu anlatılmıştır.

.

68- "Allah bir çocuk edindi."  dediler, ne münasebet!. O, zengindir [yeterli olandır], göklerde ve yerde [tüm evrende] ne varsa onundur. Bunda [bu konu hakkında] yanınızda hiçbir yetki-delil yoktur. Allah'ın üzerinden bilmediğiniz(şeyleri) mi söylüyorsunuz?

69- "Gerçekten, Allah'ın üzerinden yalanı uyduranlar başarılı olmazlar." de.

70- [Onlara]¹ dünyada [ilk hayatta] bir geçim vardır. Sonra dönüş yerleri sadece bizedir sonra gerçeği örtmekte olmalarından dolayı onlara şiddetli azabı tattırırız.

¹: baştaki (متاعٌ) haber olduğu için (لهم) şeklinde hazf edilmiş bir müpteda olmalıdır.

71- Kendilerine Nuh'un haberini okuyup teşvik et. Hani kendi milletine "Ey milletim! Eğer makamım [konumum] ve Allah'ın ayetlerini hatırlatmam size büyük [ağır bir yük] olduysa [bilin ki] ben sadece Allah'a güvenip dayandım (tevekkül ettim), artık ortaklarınızla beraber¹ işinizi kararlaştırın sonra işiniz size bir dert olmasın, aynı zamanda (kararlaştırdığınız konuda) bana hüküm kılın ve bana süre vermeyin." demişti.

¹: buradaki (و) harfi (مع) zarfı manasındadır. Yani "vav'ul maiyye"'dir. (شركاء) isminin mensup oluşu da bunu gösterir. (Zamahşeri, kadı beydavi)

72- "Artık yüz çevirdiyseniz [bilin ki] ben sizden hiçbir ücret istemedim. Ücretim[i vermek] ancak Allah'a [düşer]. Ben, müslümanlardan [teslim olanlardan] olmakla emir olundum." [demişti]

73- Derken onu yalanladılar. Ardından biz onu [Nuh'u] ve onunla birlikte olan kimseleri gemide kurtardık ve onları halifeler [birilerinin yerlerine geçenler] yaptık. Ayetlerimizi [kanıtlarımızı] yalanlamış olanları boğduk. Artık bak düşün, uyarılmışların sonucu [cezası] nasıl oldu?

74- Dahası onun [Nuh'un] ardından elçileri kendi milletlerine yönlendirdik. Ardından [elçileri] onlara açık kanıtlar getirdi de önceden yalanlamış olduklarına inanacak değillerdi. Haksızlık edenlerin kalplerinin üzerini işte bunun gibi damgalıyoruz.

75- Dahası onların [o elçilerin] ardından Musa'yı ve Harun'u, ayetlerimiz [kanıtlarımız] ile Firavuna ve seçkinlerine yönlendirdik de onlar büyüklük tasladılar ve suçlu bir millet oldular.

76- Ardından hak[gerçek] yanımızdan kendilerine geldiğinde "Gerçekten bu apaçık bir sihirdir." dediler.

77- Musa "Size geldiği zaman mı hak [gerçek] için [bunu] söylüyorsunuz? Bu sihir miymiş? Sihirbazlar başarılı olmazlar." dedi.

78- "Atalarımızı kendisinde bulduğumuz(inanç)'tan bizi çevirmek için ve yerde [bölgede] büyüklük [egemenlik] ikinizin olması için mi bize geldiniz? ikinize de asla inanacak değiliz." dediler.

79- Firavun "Bilgin her bir sihirbazı bana getirin." dedi.

80- Sihirbazlar geldiğinde Musa onlara "Atacaklarınızı atın." dedi.

81- [Sihirbazlar] atınca, Musa "Attıklarınız sihirdir. Gerçekten, Allah onu [sihri] iptal edecektir. Gerçekten Allah, bozgunculuk yapanların eylemini düzeltmez."

82- Suçlular istemese bile Allah 'hakkı [gerçeği]' kelimeleriyle hak [gerçek] yapar.

83- Firavun(tarafın)'dan ve seçkinleri(tarafın)'dan fitnelenmekten[işkenceye maruz kalmaktan]¹ yana bir korku üzerine, - milletinden bir soy hariç- Musa'ya [kimse] inanmadı. Doğrusu, Firavun (o) yerde gerçekten de üstündü. Gerçekten o, mutlaka İsrafçılardandı.

¹: bu ayet, "fitne = فتن" kelimesinin "Baskı, azap, işkence" manasında olduğunun en açık kanıtıdır.

84- Musa "Ey milletim! Eğer Allah'a inandıysanız sadece ona güvenip dayanın.  Eğer müslümanlar olduysanız [bunu yapın]." dedi.

85-86- Ardından onlar "Sadece Allah'a güvenip dayandık (tevekkül ettik). RAB'bimiz! Bizi zalimler milletine bir fitne[sınama konusu] yapma. Rahmetinle bizi kâfirler [gerçeği örtenler] milletinden kurtar" dediler.

87- Musa ve kardeşine "Mısır'da milletiniz için evler düzenleyin. Evlerinizi bir kıble olarak yapın ve yönelişi (namazı) ayakta tutun." diye vahiy ettik. İnançlıları müjdele!

88- Musa "RAB'bimiz! Kesinlikle sen, Firavun'a ve seçkinlerine dünya [ilk] hayatında ziynet ve mallar verdin. RAB'bimiz! Sonucunda¹ senin yolundan saptırıyorlar². RAB'bimiz! Onların mallarının üzerini[görüntülerini] sil ve kalplerinin üzerini şiddetlendir. Artık, sonucunda can yakıcı azabı görünceye kadar inanmayacaklar³.

¹: buradaki (ل) harfi, sebep bildiren lam değil, sonuç bildiren lam; yani "lam-ul akıbet"'tir. (Fahreddin Razi, kurtubi) bu cümlenin (لأن لا يضلوا) yani "saptırmasınlar diye" manasında olduğu da söylenmiştir (kurtubi) fakat lam-ul akıbet daha uygundur.

²: buradaki (يضل) fiili, if'al babındandır. Ancak mucerred olarak "sapıyorlar" olarak "yedillu= يضل" şeklinde de okunmuştur. (Verş mushafı)

³: bu ifade "sonucunda senin yolundan şaşırtıyorlar" ifadesine atıftır. (kurtubi) Buna göre "sonucunda senin yolundan şaşırtıyorlar da can yakıcı azabı görünceye kadar inanmayacaklar" manasındadır. Genelde beddua olarak "...kalplerinin üzerini şiddetlendir ki can yakıcı azabı görünceye kadar inanmasınlar" şeklinde çeviri yapılmıştır. Bu çeviri de uygundur.

89- [RAB'leri]  "ikinizin de duası cevaplanmıştır[kabul edilmiştir]. Artık dosdoğru olmaya gayret edin ve bilmeyenlerin yoluna uymayın." dedi.

90- İsrail'in oğullarını denizden geçirdik. Ardından Firavun ve ordusu, bir taşkınlığı isteyerek ve düşmanca onları takip etti. Sonunda boğulma onu [Firavun'u] yakaladığı zaman "Gerçekten İsrail'in oğullarının inandığı(Tanrıdan) başka hiçbir Tanrı olmadığına inandım! Ben Müslümanlardan[teslim olanlardan]ım" dedi.

91- Şimdi mi? Hâlbuki önceden isyan etmiştin ve bozgunculardandın.

92- O halde bugün, arkandaki[sonraki] kimselere bir ayet [kanıt] olman¹ için seni bedeninle kurtaracağız. Gerçekten, insanlardan çoğunluğu ayetlerimizden[kanıtlarımızdan] bihaberdir.

¹: "Hatta bugün bile, Firavun'un cesedinin yüzerken bulunduğu yer, bölge sakinlerince gösterilir. Bu yer Sina Yarımadası'nın batı kıyısındadır ve şimdi Cebel-i Firavun (Firavun Dağı) olarak bilinir. Bu dağın yakınında da, Hammam-ı Firavun (Firavun Hamamı) denen sıcak bir kaplıca vardır ki, Firavun'un cesedinin bulunduğu söylenen Ebu Zenime'den birkaç mil mesafededir.

Eğer boğulan Firavun, Hazreti Musa'nın (a.s) kendisine gönderildiğinde Mısır'ı yöneten Minfetah ise, mumyalanmış cesedi hala Kahire müzesinde sergilenmektedir. Sir Grafton E. Smith Firavun'un mumyasından bandajları kaldırdığında cesedi üzerinde bir tuz tabakası bulunmuştu ki, bu onun denizde boğulduğunun apacık delilidir". (mevdudi)

93- Elbetteki İsrail'in oğullarını doğru bir yere yerleştirmiştik. Temiz olanlardan kendilerini rızıklandırmıştık da (o) bilgi kendilerine gelinceye kadar ayrılığa düşmediler. Gerçekten RAB'bin kıyamet gününde, kendisinde ayrılığa düşmekte oldukları konuda aralarında karar verir.

94- Artık sana indirdiğimizden [herhangi biri hakkında] bir şek[kararsızlık- şüphe] içindeysen senden önce kitabı okuyanlara sor¹. Elbetteki, Efendinden olan Hak, sana gelmiştir. Artık, tereddüt edenlerden olma..

¹: Yani "kur'an'da anlatılan bu olayların gerçekliğinden şüphe içindeysen, daha önceki kutsal yazıları okuyanlara sor" anlamındadır. Eski tabletlerde ve kutsal olduğu düşünülen yazılarda bile kur'an'ın anlattığı olayları doğrulayan bilgiler mevcuttur. Örneğin Nuh tufanı gılgamış destanında ve manu olayında da anlatılır. (wictionary) bunun dışında çamurdan yaratılış vb. pek çok olaylar da eski kaynaklarda geçmektedir. Vahyin kaynağı aynı yaratıcı olunca hepsinde de aynı olayların geçmesi normaldir.

95- Sakın, Allah'ın ayetlerini [kanıtlarını] yalanlayanlardan olma. Aksi halde, kaybedenlerden olursun.

96-97- Gerçekten, kendilerine RAB'binin kelimesi hak olmuş [kesinleşmiş] olanlar -kendilerine her bir ayet [kanıt] gelse bile- can yakıcı azabı görünceye kadar inanmazlar.

98- İnanmış da inancı kendisine yarar sağlamış bir kent olması gerekmez miydi? Ancak, Yunusun milleti hariç, onlar İnandıkları zaman dünya [ilk] hayatında kendilerinden rezilliğin azabını kaldırdık ve bir süreye kadar kendilerini geçindirdik.

99- Şayet Allah [zorlamayı]¹ tercih etseydi, yerde [dünyada] bulunan kimselerin hepsi toplu halde mutlaka inanırdı. Artık, insanları inançlı oluncaya kadar sen mi zorlayacaksın?

¹: "şae=شاء" fiili, geçişli bir fiil olduğu için bir meful [nesne] aranır (Enam 90. Ayete bakınız). Yani "Allah tercih etseydi" ifadesine "neyi tercih etseydi?" sorusunu sorarız. Buradan, meful'ün hazf edildiği [atıldığı anlaşılır. Hazf edilen meful, ayetin devamından anlaşılacağı üzere "en yukrihehum=أن يُكرههم" ifadesidir. Kısacası ayet "velev şae Allahu en yukrihehum =ولو شاء الله أن يُكرههم" yani "Allah onları zorlamayı tercih etseydi" takdirindedir.

100- Allah'ın izniyle olmadıkça, herhangi bir benliğin inanması [mümkün] değildir. [Allah] akıl etmeyen kimselerin üzerine, kirliliği [azabı] meydana getirir.

¹: Allah'ın izni olmaksızın, hiçbir kimse inanmaz. Ancak izin verdiğini, insan suresi 3. Ayet gibi çeşitli ayetlerde vurgulamıştır.

101- "Göklerde ve yerde [tüm evrende] neler bulunduğuna bakıp düşünün. Ayetler ve uyarıcılar inanmayan bir millete yarar sağlamaz." de.

102- Kendilerinden önce gelip geçmişlerin günlerinin benzerinden başkasını beklemiyorlar¹. "Artık bekleyin, kesinlikle ben, sizinle birlikte bekleyenlerdenim" de.

¹: soru edatı olan (هل) burada (ما) anlamındadır.

103- Sonra elçilerimizi ve inanmış olanları işte bunun gibi kurtarıyoruz. İnançlıları da bir hak olarak kurtarıyoruz.

104- "Ey insanlar! Eğer, benim dinimden bir şek [kararsızlık, şüphe] içindeyseniz, [bilin ki] Allah'tan beride sizin kulluk ettiklerinize ben kulluk etmiyorum; fakat sizi vefat ettiren Allah'a kulluk ediyorum. Ben inançlılardan olmakla emir olundum." de.

105-106-107-" Bir de "Yüzünü hanif [doğruya yönelmiş] olarak (o) dine doğrult, müşriklerden olma, Allah'tan beride olan, sana fayda ve zarar vermeyenlere dua etme. Eğer yaparsan kesinlikle sen, o anda zalimlerdensin [demektir]. Eğer Allah sana bir zarar temas ettirirse onu [o zararı] ondan [Allah'tan] başka hiçbir kaldırıcı yoktur; eğer sana bir hayır isterse onun [Allah'ın] ikramını hiçbir reddedici[engelleyici] yoktur. Onu [ikramını] kullarından kimi tercih ediyorsa ona isabet ettiriyor. O çok bağışlayandır, rahimdir" diye [emir olundum]¹"

¹: buradaki (أن) önceki ayete atıftır.

108- "Ey insanlar! Hak, RAB'binizden gelmiştir. Artık kim yol bulduysa [bilsin ki] sadece kendi benliği lehine yol buluyor; kim yolu kaybederse [bilsin ki] sadece kendi benliği aleyhine yolu kaybediyor. Ben size bir vekil değilim" de.

109- Sen sana vahiy edilene uy ve Allah hakimlerin en iyisi (hayırlısı) iken, hüküm verinceye kadar sabır et.

890 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page