top of page

15- Hicr suresi (hubeyb Öndeş meali)

Güncelleme tarihi: 20 Ara 2020

1- Elif, lam, ra. İşte bu, kitabın ve¹ apaçık bir kur'an'ın ayetleridir.

¹: "Ve [و] harfi tebyin amaçlı olabilir (Maide 33. Ayetin dipnotuna bakınız) . Ayete "işte bu, kitabın yani apaçık kur'an'ın ayetleridir" manası verir.

2- Gerçeği örtmüş olanlar zaman zaman [kendi kendileri için] keşke müslüman olsalardı [diye] arzu ederler.

3- Bırak onları da yesinler, geçinsinlet ve emel[ler]¹ onları oyalasın. Yakında bilecekler.

¹: buradaki (الأمل) cins ismidir. Bundan dolayı "emeller" manası verildi.

4- Herhangi bir kent[cinsin]den ne helak ettiysek kendisinin ancak¹ bilinen bir kitabı [yazısı] vardır.

¹: "Ve lehe=ولها" şeklinde yazılmıştır. Normalde (و) olmaksızın yazılır. Ancak bu şekilde bir kullanım da dil açısından uygundur. Tıpkı şuara 208. Ayette olduğu gibi. Mesela "üzerinde elbise [olan] dışında, hiçbir kimse görmedim" manasında :  (ما رأيت أحدا إلا وعليه ثياب) Denildiği gibi, (ما رأيت أحدا إلا عليه ثياب.) Şeklinde (و) olmadan da söylenebilir. (Fahreddin Razi)

²: burada (أهل) yani "halkı" manasında hazf edilmiş [atılmış] bir muzaf vardır.

5- Hiçbir topluluk kendi süre sonunun önüne geçemez, ertelemek de isteyemez.

6-7- "Ey kendisine [kısım kısım] hatırlatma (zikir) indirilmiş¹ (!) olan! Gerçekten sen, cinlenmişsin [delirmişsin]! Eğer, dürüst kişilerden[biri] idiysen, bize melekleri getirmen gerekirdi!" dediler.

¹: alay yollu bir ifadedir. "istihza sanatı" denir.

8- Melekleri ancak Hak ile [gerekirse] kısım kısım indiririz. O zaman da onlara göz açtırılmazdı.

9- Gerçekten, zikri¹ kısım kısım biz indirdik, biz! Gerçekten onu koruyucu² olanlar mutlaka biziz.

¹: Bazılarına göre "kelime" hz. İsa'yı; "zikir" ise, hz. Muhammed'i kasıt eder. (müfredat : ذكر) bundan dolayı zikir ile kasıt, peygamber olabilir. Ancak 6. Ayette, "kendisine zikir indirilmiş" ifadesine dikkat edersek, zikrin kur'an olması gerekir.

²: "onu" zamiri, kur'an'a da işaret edebilir, elçi'ye de. (zad'ul mesir) zamir peygambere işaret ediyorsa: Tarihle sabit olan şudur: peygamber, vahiy bitinceye kadar vefat etmemiştir. Katıldığı savaşlar olmasına rağmen, hatta yaralanmış olmasına rağmen vahiy bitinceye kadar Allah onu korumuştur.

Zamir kur'an'a işaret ediyor da olabilir. Kur'an'ın korunması ise hafızalar sayesinde gerçekleşmiştir. Örneğin pek çok insanın ezberlediği her gün tekrar tekrar okuduğu istiklal marşımızı düşünün. Elimizde hiçbir teknoloji olmasaydı bile sadece marşımızı ezberleyen pek çok insan sayesinde marşımıza hiçbir ekleme çıkarma yapılamazdı. Çünkü yapılan ekleme bu marşı bilenler tarafından fark edilir ve ilan edilirdi. Kur'an'ın korunması da bunun gibidir. Binlerce hafızın hafızasında bulunan kur'an metnine herhangi bir ekleme yapılmış olsaydı mutlaka bu fark edilir, bir takım kişiler tarafından ortaya yeni mushaflar çıkarılır, herkes "benim kur'an'ım doğru olandır" der, kur'an nüshaları birbirini tutmaz ve elimizde yüzlerce çeşit kur'an mushafı olurdu. Ne günümüzde ne de tarihte böyle bir şeyin yaşanmamış olması kur'an'ın sağlam olduğunu ispatlıyor.

Kıraat (okuyuş) farklılıkları ise tamamen vahye dayalıdır. Zaten kur'an'ın dizilişi, yazımı, ayetlerin yerleri tamamen Elçinin onayıyla olmuştur. (bkz: zamahşeri:keşşaf Tevbe suresinin açıklaması bölümünde peygamberin "Bu ayeti, bu kısma yaz" diyerek vahiy yazarlarını yönlendirdiğine dair kaynakları belirtmektedir.)

Yeryüzünde biri diğerine muhalif olan, kur'an'ın orjinal mesajına zarar veren hiçbir kur'an mushafı yoktur. Kıraat farklarının bulunduğu ayetlerde bu konuya değinildi.

Ayrıca bkz: Brimingham'da 1370 yıllık kuran mushafı mevcuttur. [ https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/07/150722_en_eski_kuran_1 ]

10- Elbetteki senden önceki ilklerin/öncülerin taraftarlarının içine de (vahiy) göndermiştik.

11- Kendilerine bir elçi[türün]den ne geldiyse onu ancak maskara yapmaya çalışıyorlardı.

12-13- İşte bunun gibi, onu öncülerin/öncekilerin sünneti gelip geçmiş olduğu halde ona[elçi'ye] inanmayan suçluların kalplerinin içine saplarız.

14-15- Şayet, üzerlerine gökten bir kapı açsak onlar onun [kapının] içine yükselerek gider bir hale gelselerdi "sadece bakışlarımız(gözlerimiz) sarhoş edildi. Hayır, biz sihirlenmiş [etkilenmiş] bir milletiz." derlerdi mutlaka!

16-17- Elbetteki, gökte burçlar¹ yaptık. Ona [göğe] bakıp düşünenler için süsledik ve onu [göğü] recm edilmiş/kovulmuş her bir şeytandan koruduk.

¹: burçlar, yani (بروج) kelimesi için "yıldızlar, gezegenler, saraylar, konaklar" gibi pek çok yorum yapılmıştır. (müfredat : برج, zad'ul mesir)

18- Ancak, kim kulak hırsızlığı yaparsa, apaçık bir alev (kozmik ışın¹) onun peşine düşer.

¹: Buradaki alev ile kasıt ya meteor ya da kozmik ışındır. Bu ayetten, cinlerin gökte (uzayda) gezen varlıklar yani uzaylılar olduğu anlaşılıyor.

19- Yeri[n büyüklüğünü]¹ arttırdık, onun [yerin] içine ağırlıklar² attık ve onun [yerin] içinde, ölçülü her şeyden yetiştirdik.

¹: "medde=مدَّ" fiili, uzatmak manasındadır. Ancak bu uzatma, dümdüz bir şeyi uzatmak manasında değildir. Örneğin Türkçedeki "müddet" kelimesi de buradan gelmiştir. Arapçada "süreyi uzatmak" manasında bu fiil kullanılır. Mesela Meryem 79. Ayette "...kendisine, müddet açısında azaptan (geleni) uzatırız..." denilir. Azabın süresini artırmak manasında bu fiil kullanılmıştır. Bu Ayette, yerin [dünyanın] büyüklüğünün artırıldığı yazmaktadır. Şekliyle alakalı bir durum yoktur.

Eğer şekliyle alakalı ise, şunu bilmekte fayda var: Ayette geçen (الأرض) kelimesi, yerine göre "dünya" (Rad 4, Enbiya 30 ve pek çok ayet) yerine göre "bölge" (Yusuf 56, 80 ve pek çok ayet) mânâsında kullanılmaktadır. Ayette bölge manasında olup, "bölgeyi uzattıkça uzattık" denilmiş olabilir. Razi, "çok büyük bir kürenin (yani dünyanın) her bir kıtası, sanki düz gibi görünür" diyerek bu ayetin yuvarlak dünyaya aykırı olmadığını söylemiştir.

²: "revasiye=رواسي" kelimesi "resev=رسو" kelimesinin çoğul halidir. Bu kelime "ağırlık" manasındadır.

Örneğin:

"القت السحابة مراسيها

Bulutlar, ağırlıklarını attı" (müfredat : رسو)

Yani "yağmur ağırlığını bıraktı" denir. Naziat 32. Ayette "dağları ağırlaştırdı/yerine oturttu (أرساها)" manasında bu kelime fiil olarak kullanılır. "yerde bulunan ağırlıklar" denilince, genel olarak dağlar anlaşıldığı için bu kelimeye "dağlar" manası verilmiştir.

20- Onda [yerde] sizin için yaşam araçları yaptık. Kendilerine sizin rızık verici olmadığınız kimseler [için de geçimlik yaptık]¹.

¹: buradaki "Kendilerine sizin rızık verici olmadığınız kimseler" ifadesi (معايش) ifadesine atıf olabilir. (kadı beydavi) Buna göre "kendilerine sizin rızık verici olmadığınız kimseleri de size rızık olarak yaptık" mânâsına gelir.

Bu ifade (لكم) ifadesine atıf olabilir. Çeviri buna göre yapıldı, her iki çeviri de uygundur.

21- Hazinesi yanımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Onu, ancak bilinen bir kaderle indiririz.

22- Rüzgarları, aşılayıcılar olarak gönderdik, ardından gökten bir su indirdik, onu [suyu] size içirdik. Halbuki ona hazinedar olanlar siz değilsiniz.

23- Gerçekten biz (evet!) mirasçılar olarak mutlaka biz hayat veriyoruz ve biz öldürüyoruz.

24- Elbetteki, sizden olup (eylemde) öne geçmek isteyenleri bilmiştik ve elbetteki sonraya kalmak isteyenleri de bilmiştik.

25- Gerçekten RAB'bin onları[insanları] bir araya topluyor. Kesinlikle o, hakimdir/hikmetlidir, devamlı bilendir.

26- Elbetteki insanı, bir 'salsal'den,¹ yani toz olmuş/değişmiş² bir kara topraktan (karbondan)³ yarattık.


¹: "Salsal=صلصال" kelimesi hakkında; "Çamurla karışmış tozlu toprak, ses getiren toprak, demir gibi hareket ettirildiği zaman ses getiren, değişim, katı/kuru çamur" gibi pek çok açıklama yapılmıştır. Fakat ayetin devamında bulunan "min=من" harfi cerr'ini bedel kabul edersek (ki bu mümkündür bkz: Halebi :duru-l mes'un) devamındaki "hamein mesnun=حمإ مسنون" ifadesi, Salsal'in ne olduğunu açıklamaktadır.


²: "Mesnun=مسنون" kelimesi toz manasındadır. Bu anlamda "سننت الحجر على الحجر" yani "Taşı taşa sürttüm" ifadesi kullanılır. Taşların arasından çıkan maddeye yani toza da bu kelime kullanılır. (Fahreddin Razi, keşif ve-l beyan, kurtubi) Karbon'a işaret olabilir. Çünkü karbon katı halde bir maddedir.

Çünkü bu kelimenin "değişim" manası da mevcuttur. (Maturidi, Fahreddin Razi) Karbon elementi yıldızların patlaması sonucunda yani bir tür değişim sonucunda oluşmaktadır. (TÜBİTAK)


³: "Hame=حمأ" kelimesi "Siyah toprak" anlamındadır. (Maturidi) bu ifadeler tüm canlıların özünde bulunan karbon elementi ile uyumludur.

Hatta Rahman suresinin 14. Ayetinde, salsal'in "Fahhar" yani ateşte çokça pişmiş bir şeye benzetilmesi, karbonun yıldızların patlaması sonucu oluşmasını (TÜBİTAK) akla getiriyor.


bu ifadeler bütün canlıların özünün oluştuğu karışımı bir temsil olarak anlatıyor olabilir. Henüz ilk canlının dünya şartlarında nasıl bir şekilde oluştuğunu bilmiyoruz. Belkide ilk hücre, ayette bahsedilen bu karışımın içinde oluşmaya başlamıştır.

Zaten yaygın kabul edilen bir hipoteze göre canlılığın okyanusun altındaki hidrotermal bacalarda başladığı düşünülüyor. Bu bacalarda kimyasalların bolluğu ve sağladığı enerji, ilk canlılığın başlaması için uygun ortam oluşturmuş olabilir. (50 Soruda Yaşamın Tarihi, Bilim ve Gelecek Kitaplığı,) bu bacalar da kara bir duman püskürtmektedir. (TÜBİTAK) belki ayetin kasıt ettiği de temsili olarak budur. Doğrusunu Allah bilir..

"Peki "insanı" derken "insanın özünü" kasıt etmesi nasıl mümkün olabilir?" sorusu akla gelebilir. Kur'an'da ve diğer metinlerde bu şekilde bir kullanım pek çoktur. Örneğin "Sizi bir tek candan yarattı" (Nisa 1) ayetinde muhatap aldığı insanlar bir tek candan değil, her biri de iki candan yani bir anne ve bir babadan meydana gelmiştir. Ancak bu ayette insanların özünün bir tek can olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla konumuz olan ayette de tüm canlıların özünü kasıt etmesi mümkündür.


27- Can'nı¹ da daha önceden zehirleyen² rüzgarın ateşinden yaratmıştık.

¹: "Cinlerin atası, iblis, bir Cinin adı, yılan" gibi manalar verilmiştir. (kadı beydavi, keşşaf sahibi, müfredat : جن) bir cins ismi olması da mümkündür (kadı beydavi) çünkü önceki ayette cins ismi olarak "insanı" denilmektedir. Burada da insana karşılık, cins ismi olarak cinlerin tamamını kasıt etmesi daha doğru olur.

²: ayetteki (سموم) kelimesi için "dumansız ateş, nüfuz eden ateş, kavurucu rüzgar" gibi çeşitli manalar verilmiştir. (kadı beydavi, kurtubi, keşşaf sahibi) ancak doğru olanı, "zehirli rüzgar" manasında olmasıdır. (müfredat: سمم) Arapçada "sam=سم" kelimesinin aynı şekilde İbranicede "sam=סַם" olarak "zehir" manasında olması, (wictionary) bu manayı doğruluyor.

28-29- Hani RAB'bin, meleklere "Gerçekten ben, bir 'salsal'den, yani toz olmuş/değişmiş bir kara topraktan (karbondan) bir beşerin yapıcısıyım. Artık, onu düzenlediğim ve onun içine kendi ruhumdan üflediğim zaman hemen secde edenler halinde onun için düşün[yere kapanın]" demişti.


30- Akabinde meleklerin tamamı topluca secde etmişti.

31- Ancak iblis¹ hariç. O, secde edenlerle birlikte olmaya şiddetle karşı çıktı.

¹: buradaki istisna munkatıdır. Yani iblis, meleklere dahil değildir. Bu tıpkı خرجت الطلاب إلا المدرس  "öğrenciler çıktı, ancak öğretmen istisna [o çıkmadı]" Demeye benzer. Öğretmen, öğrencilere dahil olmayan farklı bir istisnadır. Bu Ayette de, aynı istisna çeşidi vardır.

32- [RAB'bin] "Ey iblis! Sana ne var ki secde edenlerle birlikte olmadın? " dedi.

33- [iblis] "kendisini bir 'salsal'den, yani toz olmuş/değişmiş bir kara topraktan (karbondan) yarattığın bir beşer için hiç secde edecek değilim!" dedi.


34- [RAB'bin] "o halde ondan[o bölgeden] çık! Artık, kesinlikle sen bir kovulmuşsun" dedi.

35- "Gerçekten dinin gününe kadar senin üzerinde (bu) lanet [rahmetten engelleme] vardır."

36- [İblis] "RAB'bim! O halde onların yeniden diriltileceği güne kadar bana zaman ver" dedi.

37-38- [RAB'bin] "Artık kesinlikle sen, bilinen vaktin gününe kadar zaman zaman verilmiş olanlardansın." dedi.

39-40- [iblis] "RAB'bim! [hayatımı] mahvetmen sebebiyle, yerde [dünyada] onlar [insanlar] için [dünya meşguliyetini¹] mutlaka süsleyeceğim ve onları toplu halde mutlaka mahvedeceğim! Ancak, onlardan kendisini sana adamış² olan kulların hariç." dedi.

¹: meful [nesne] gizlidir. "günahlarını süsleyeceğim" veya "dünya ziyneti ile meşgul edeceğim" anlamındadır. (Maverdi)

²: İbni kesir, İbni amir ve Ebu Bekir, her ayette bu ifadeyi "muhlis=مخلِص" olarak okumuştur. (kadı Beydavi) bu okuyuşa göre çeviri yapıldı.

41-42- [RAB'bin] "Bu [kendini bana adama¹], bana göre en doğruya ileten bir doğru yoldur. Gerçekten benim kullarıma (evet!) onlara karşı sana hiçbir yetki yoktur. Ancak bozuk inançlı olanlardan sana uyan kimseler hariç." dedi.

¹: buradaki (هذا) zamiri, önceki ayette istisna yapılan kişilerin eylemine dönmektedir.

43-44- Gerçekten, cehennem onların tamamının kesinlikle sözleşme [toplanma] yeridir. Ona [cehenneme], her bir kapısında onlardan kısımlandırılmış bir bölüm bulunan yedi kapı vardır.

45-46- Gerçekten, korunup sakınanlar cennetin ve gözlerin [pınarların] içindedir. "Güvende olarak bir esenlikle girin ona [cennete!]"

47-Onların göğüslerinde kinden ne varsa [hepsini] çekip çıkardık. "Kardeşler olarak, koltukların üzerinde birbirinize yönelir bir halde [cennete girin]!"¹

¹: "Kardeşler" manasında olan (اخوانا) kelimesi, önceki ayette "ona [cennete] girin" manasında olan (ادخلها) ifadesinden hal olarak mensuptur. (kadı Beydavi) yani (اخوانا) kelimesininin mensup [üstün harekeli] gelişi, onun hal konumunda olduğunu gösteriyor.

48- Onlar, ondan [cennetten] çıkacak değilken kendilerine bir yorgunluk temas etmez.

49-50- Kullarıma haber ver: Kesinlikle ben (evet!) ben çok bağışlayanım, rahimim. Bir de azabımı (evet!) onun can yakıcı azap olduğunu [haber ver].

51- Onlara İbrahim'in misafirlerinden¹ haber ver.

¹: buradaki (ضيف) kelimesi, tekil bir muzaftır. Bu durum, tekil bir muzafın, çoğul yerine kullanılabildiğinin delilidir. Dilimizde de böyledir. Mesela "insanların yurtları" demek yerine "insanların yurdu" deriz, yine çoğul olarak "insanların yurtları" manasına gelir.

52- Onlar hani İbrahim'in yanına girip "Esenlikler" demişlerdi. [İbrahim] "gerçekten biz, sizden ürperdik." dedi.

53- [Misafirler] "Ürperme, gerçekten biz, çok bilen bir oğlan çocuğu ile seni müjdeliyoruz." dediler.

54- [İbrahim] "Büyüklüğün [ihtiyarlığın] bana dokunması üzerine mi beni müjdelediniz? Ne ile beni müjdeliyorsunuz?" dedi.

55- [Misafirler] "Seni Hak [gerçek] ile müjdeledik. Artık, umutsuzluğa kapılanlardan olma!" dediler.

56-  [İbrahim] "Yolu kaybedenlerden başka, kim Allah'ın rahmetinden yana umutsuzluğa kapılır ki?" dedi.

57- [İbrahim] "O halde probleminiz/amacınız nedir ey gönderilenler?" dedi.

58-60- [Misafirler] "gerçekten biz, suçlu bir millete gönderildik; ancak Lut'un ailesi hariç, gerçekten biz onların tamamını mutlaka kurtaracağız. Ancak, [Lut'un] hanımı hariç, ''Kesinlikle o [kadın] [azapta] kalanlardandır'' [diye] belirledik." dediler.

61-62- Ardından, gönderilmişler Lut'un ailesine gelince [Lut] "Gerçekten siz, tanınmamış bir milletsiniz." dedi.

63-65- "Hayır! Onların kendisi hakkında şüpheli tartışmaya girmekte oldukları konu sebebiyle sana geldik. Sana Hakkı [gerçeği] getirdik. Kesinlikle biz dürüstüz. Artık, geceden bir bölümde aileni gece yolculuğuna çıkar, onların arkalarını takip et, sizden hiçbir kimse ardına bakmasın ve emir olunduğunuz yere ilerleyin." dediler.

66- Kendisine işte bu emri "bunların arkası[kökü], sabaha girerlerken kesilmiştir!" diye tamamladık.

67- Şehrin halkı sevinçli bir halde geldiler.

68-69- [Lut] "Bunlar benim misafirimdir. O halde beni mahcup etmeyin. Allah'a (karşı gelmekten) sakının ve beni rezil etmeyin."dedi

70- [Halkı] "Seni, âlemlerden (insanları korumaktan) yana hiç engellemedik mi?" dediler.

71- [Lut] "Eğer yapacaksanız, işte bunlarla [topluluğun kadınlarıyla]¹ yani benim kızlarımla [evlenin].²" dedi.

¹: "her peygamber, kendi toplumunun babasıdır" denilmiştir. (kurtubi, kadı beydavi, zad'ul mesir, Fahreddin Razi, taberi) bunu diyenlerin bazıları, ahzab 6. Ayette peygamberin eşlerinin, inançlıların annesi olduğunun belirtilmesini delil getirmiştir. Buradan hareketle, Lut kendi kızlarını değil, bütün kadınları kasıt etmiştir.

Elimizdeki bilgilere göre, Lut'un iki kızı vardır (Tevrat | yaratılış kitabı 19:15) ayette ise kızlara yönelik zamir çoğul olarak (هن) şeklindedir. Arapçada çoğul, en az üç olduğuna göre, bu Ayette anlatılan kızlar Lut'un öz kızları değil, denildiği gibi toplumun kadınlarıdır.

²: "Bunlarla" [هؤلاء] ifadesi mefuldür. Dolayısıyla takdiri bir "evlenin" [تَزَوَّجوا] fiilinin mefuludür. (Halebi:duru-l mes'un)

72- "Ömrün buna delildir ki gerçekten onlar, şaşkın bir halde kesinlikle sarhoşluk içindedirler."

73- Derken, [güneşin] doğuşuna girerlerken (o) çığlık kendilerini yakaladı.

74- Ardından onun (kentin) üstünü altına çevirdik ve üzerlerine siccilden [taş ve toprak karışımından] taşlar yağdırdık.

75- Gerçekten bunda feraset sahibi olanlar için mutlaka ayetler [kanıtlar] vardır.

76- Gerçekten o, ayakta[halen durmakta olan] bir yolda bulunmaktadır.

77- Gerçekten işte bunda inançlılar için mutlaka bir ayet [kanıt] vardır.

78- Gerçekten, Eyke dostları (orman halkı-Ashabı Eyke), cidden zalimlerdi.

79- Derken, onlardan intikam aldık. Gerçekten o ikisi (Eyke dostları ve Lut halkı)¹ apaçık bir imamda [güzergahta] bulunmaktadır.

¹: "Lut halkı" veya "Medyen halkı" kasıt edilmiştir. (kadı beydavi, kurtubi, keşşaf sahibi)

"Medyen, Hicaz'dan, Filistin ve Suriye'ye giden yol üzerindedir." (mevdudi)

80-81- Elbetteki Hicr dostları (ashabı hicr) gönderilenleri yalanlamışlardı. Onlara ayetlerimizi [kanıtlarımızı] verdik de onlardan [kanıtlardan] vazgeçenler oldular.

82- Dağlardan, emin [güvenli] evler yontmaktaydılar.

83- Derken, onlar sabaha girerken kendilerini (o) çığlık yakaladı.

84-  Ardından elde etmekte oldukları kendilerine yeterli gelmedi.

85- Gökleri ve yeri [tüm evreni] ikisi arasında (içinde) bulunanları ancak Hak ile [gerekli olarak]¹ yarattık. Kesinlikle saat (kıyamet) mutlaka bir gelicidir. Artık, oldukça güzel bir hoşgörü olarak (insanlara) hoşgörülü davran.

¹: Evrendeki hiçbir şey gereksiz değildir. Bilimin gelişmesi ile, gereksiz sandığımız pek çok şeyin gerekli olduğunu anladık, bilim geliştikçe daha çok anlayacağız.

86- Gerçekten RAB'bin çokça yaratandır, devamlı bilendir.

87- Elbetteki ikililerden yediyi ve en büyük kur'an'ı [okunanı] sana vermiştik.

88- Sakın, onlardan [bazı] sınıflara geçimlik yaptığımız [şeylere] iki gözünü dikme ve onlara üzülme. Kanadını, inançlılar için indir.

89- "kesinlikle ben, apaçık bir uyarıcıyım" de.

90- Kısımlara ayrılanlara (Yahudi, Hristiyan¹ vb.) indirdiğimiz gibi...²

¹: Yahudi ve Hristiyanları kasıt etmektedir. (keşf ve-l beyan) farklı yorumlar da mevcuttur. (kurtubi, Fahreddin Razi)

²: buradaki (كما) yani "...gibi" ifadesinin, 87. Ayetteki "ikililerden yediyi ve büyük kur'an'ı sana vermiştik" ifadesine bağlı olduğu söylenmiştir. Buna göre " Tıpkı, Kısımlara ayrılanlara indirdiğimiz gibi (ikililerden yediyi ve büyük kur'an'ı sana vermiştik)" manasında olur.

Bu ifadenin 89. Ayete bağlı olup "Tıpkı Kısımlara ayrılanlara indirdiğimiz (o azabın) benzeri ile uyar" manasında olduğu da söylenmiştir (keşşaf sahibi)

91- [Kısımlara ayrılanlar] ki, kur'an'ı parça parça¹ yaptılar.

¹: bu kişiler, bakara 85. Ayette anlatılan kişiler, yani kitabın bir kısmını kabul; diğer kısmını red eden kişilerdir.

92-93- Artık RAB'bin delildir ki onların tamamına bulunmakta oldukları eylem hakkında soracağız.

94- Artık, emir olunduğun [şeyi] çatlat[açıkça söyle] ve müşriklerden [ortak koşanlardan] vazgeç.

95-96- Allah'ın beraberinde bir Tanrı sayan o alaycılara [karşı] kesinlikle biz sana yettik, yakında bilecekler.

97- Onların söyledikleri nedeniyle göğsünün daraldığını elbetteki biliyoruz.

98- Artık övgüyle RAB'bini tenzih et ve secde edenlerden ol.

99- (o) Kesin olan(ölüm) sana gelinceye kadar RAB'bine ibadet et.

1.098 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page