top of page

21- Enbiya suresi (Hubeyb öndeş meali)

Güncelleme tarihi: 12 Mar 2021

1- İnsanların hesapları yaklaştı. Hâlbuki, kendileri bihaber olarak yüz çevirip uzaklaşmaktadır.

2-3- Onlara RAB'lerinden yeni bir hatırlatma[türün]den ne geldiyse ona ancak eğlenerek, kalpleri oyalanma halindeyken¹ kulak verdiler. Zulmetmiş olanlar "Bu [başka bir şey] değil², ancak sizin örneğinizde bir beşerdir. Siz, göre göre (o) sihire [etkilenmeye] mi geliyorsunuz?" [diyerek] gizli konuşmayı sır yaptılar.

¹: "lahiyetUn=لهيةٌ" ve "lahiyetEn=لهيةً" olarak iki şekilde de okunmuştur. İlkine göre, Ayetteki (يلعبون) fiili, (هم) zamirinin birinci haberidir, (لهية) ifadesi ise ikinci haberidir. (keşşaf sahibi) çeviri buna göre yapıldı.

²: Buradaki (هل) soru edatı, (ما) manasındadır.

4- "RAB'bim, işiten olarak, bilen olarak gökteki ve yerdeki [tüm evrendeki] konuşmayı bilir." dedi.

5- [zulüm edenler] Hayır, dediler. "karışık hayallerdir... Yok! Onu uydurdu!... Hayır hayır! O bir şairdir... O halde, öncülerin-öncekilerin gönderilmesi gibi bir ayet [mucize] getirsin bize!"

6- Kendilerinden önceki helak ettiğimiz hiçbir kent['in halkı]¹ inanmadı. Artık onlar mı inanır?

¹: muzaf olan (أهل) kelimesi hazf edilmiştir.

7- Senden önce de ancak kendilerine vahiy ettiğimiz kişileri gönderdik. Eğer bilmiyorsanız, hatırlatma (zikir) halkına sorun.

8- Onları, yemek yemeyen birer ceset yapmadık. Onlar, kalıcı değillerdi.

9- Sonra, verilen sözü onlara doğruladık(gerçekleştirdik). Ardından onları [gönderdiğimiz kişileri] ve tercih ettiğimiz kimse[ler'i] kurtardık; İsrafçı[haddi aşan]ları helak ettik.

10- Size, kendisinde zikriniz(şöhret, övgü ve şerefiniz)¹ bulunan bir kitabı elbetteki indirmiştik. Artık akıl etmiyor musunuz?

¹: (Zamahşeri:keşşaf)

11- Zalim olmuş nice kent[ler]i kırıp geçtik... Onların ardından başka bir millet inşaa ettik.

12- Perişan edişimizi (azabımızı) algıladıkları anda, bir bakarsın ki¹ hemen ondan kaçıyorlar.

¹: Buradaki (إذا) fucaiyye, yani sürpriz manasındadır. (Müşkül i'rab-ul kur'an)

13- "Kaçmayın! Kendisinde şımartıldığınız [şeylere] ve yurtlarınıza dönün! Sorgulanmanız beklenir." [denildi]¹

¹: "kendilerine denildi" yani (قيل لهم) ifadesi hazf edilmiştir. (zamahşeri:keşşaf)

14- "Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz, zalimlerdik!" dediler.

15- İşte bu çağrışları, kendilerini sönmüş biçilmiş bir hale getirmemize kadar devam etti.

16- Göğü, yeri [tüm evreni] ve ikisinin arasındakileri (içindekileri) oyuncular olarak yaratmadık.

17- Şayet, bir oyalanma¹ edinmeyi isteseydik, mutlaka onu kendi tarafımızdan edinirdik. Biz, (bunu) yapacak değildik.²

¹: "lehv=لهو" oyalanma manasındadır. (müfredat : لهو) bunun "çocuk", "kadın" manasında olduğu da söylenmiştir (zamahşeri:keşşaf)

²: Buradaki (إن) şart edatı da olabilir, nehy yani Red etme manasında da olabilir. (kurtubi) nehy manasına göre çeviri yapıldı. Diğer şekilde çeviri yapılsaydı, ilgili kısım "...Eğer, (bunu) yapacak olsaydık..." şeklinde yazılırdı.

18- Aksine! Hakkı [gerçeği], yalanın üzerine doğru fırlatıyoruz, [Hak] onun [yalanın] beynine isabet ediyor¹, bir bakarsın ki [Yalan], sıkıntılı bir şekilde canı çıkmaya [başlamıştır]. Yakıştırdıklarınızdan [bir kısmı] sebebiyle yazık size!

¹: "dimag=دِمَاغَ" beyin manasındadır. Bu ifade "beyni parçalamak, beyne isabet etmek" manasındadır. Kinayeli bir ifadedir. (müfredat : دمغ, kurtubi, zad'ul mesir, zamahşeri:keşşaf)

19- Göklerde ve yerde [tüm evrende] kim varsa, (hepsi) onundur. Onun katındaki kimse[ler], ona kulluk konusunda büyüklük taslamazlar ve yorgunluk çekmezler.

20- Gece ve gündüz (her zaman) tenzih ederler ve ara vermezler.

21- Yoksa, yerden bir takım Tanrılar edindiler de onlar mı yayıyor/diriltiyor¹?

¹: (müfredat :نشر) Bu ifade "yEnşurun=يَنشرون" ve "yUnşirun=يُنشرون" olarak iki şekilde de okunmuştur. Ayrı formlar olsa da anlam olarak ikisi de aynıdır. (zamahşeri:keşşaf)

22- Şayet o ikisinin [göklerin ve yerin] içinde, Allah'tan başka Tanrılar olsaydı, mutlaka o ikisi bozulurdu. Arş'ın [yönetimin] RAB'bi olan Allah, onların yakıştırmasından uzaktır.

23- Onlar, sorgulanır bir haldeyken, [Allah] yaptıklarından yana sorguya çekilmez.

24- Yoksa, ondan [Allah'tan] beride bir takım Tanrılar mı edindiler? "Hadi, en sağlam delilinizi getirin! Bu, benimle birlikteki kimselerin hatırlatmasıdır (zikridir) ve benden önceki kimselerin hatırlatmasıdır(zikridir)." de. Aksine! Çoğu, gerçeği bilmiyor. Artık, onlar vazgeçicidir.

25- Senden önce de bir elçi[türün]den ne gönderdiysek kendilerine ancak "Benden başka hiçbir Tanrı yoktur. O halde, bana kulluk edin." diye vahiy ediyorduk.

26- "Rahman bir çocuk edindi" dediler, ne münasebet! Aksine! [onlar]¹ değerli kullardır.

¹: müpteda olan (هم) zamiri hazf edilmiştir (Müşkül i'rab-ul kur'an)

27- Onlar, onun [Rahman'ın] emriyle eylemde bulunurken, kendi sözleriyle¹ onu(n sözünün önüne) geçmezler.

¹: muzafun ileyh hazf edilir, muzaf bundan bedel olarak tenvin veya harfi tarif alır. (ilhami haktan | Arapça dil bilgisi) burada da aynı şekilde izafet için kullanılmıştır. İfade (بقولهم) manasındadır (zamahşeri:keşşaf)

28- [Rahman] onların önlerindekilerini ve arkalarındakilerini biliyor. Onlar, ona (olan) çekinmeden dolayı ürperir bir haldeyken, ancak onun razı olduğu kimseye şefaat ederler.

29- Onlardan kim "kesinlikle ben, ondan [Rahman'dan] beride bir Tanrıyım" derse, işte böyle onu cehennem [ile] cezalandırırız. İşte, zalimleri bunun gibi cezalandırıyoruz.

30- Gerçeği örtmüş olanlar; gökler ve yer [tüm evren] ikisi bir bitişik (tekillikte)¹ iken, o ikisini ayırdığımızı hiç görmediler mi? canlı her şeyi sudan² meydana getirdik. Halen inanmıyorlar mı?

¹: "big bang [büyük patlama]" teorisi ile bağdaşabilen bir ayettir.

Kur'an'da (سماوات والأرض) yani "Gökler ve yer" ifadesi "tüm evren" manasında kullanılır. Geçtiği tüm ayetlere bakılırsa bu durum anlaşılabilir. Örnek ayetler şunlardır:

24/35 "Allah 'göklerin ve yerin' nûrudur.." 2/116 "... göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur.." 7/54 "... Gökleri ve yeri altı evrede yaratan... " (örnekler çoğaltılabilir) Bu durumda ayetin manası şudur: "bütün evren, bir tek halde (tekillikte) iken, o tekilliği birbirinden ayırdık"

 big bang [Büyük patlama] teorisi, yaklaşık 13.8 milyar yıl önce evrenin tek ve belirsiz bir hacme sahip bir noktadan (tekillikten) hızla genişleyerek bugünkü halini aldığını söyler. (Kozmikanafor. Com & bilimfili. com) Ayetteki ifadeler bu teori ile tamamen uyumludur. Ayrıca zariyat 47. Ayete bakınız.

Bu mucizeyi inkar etmeye çalışanlar, ayetin bununla alakasız olduğunu söyleyerek eski tefsirlerin bir kısım yorumlarını baz alarak ayeti bu gerçekle alakasız gibi göstermeye çalışsa da boş bir çabadır. Tefsirlerin bu tarz yaratılış ile ilgili ayetleri yorumları mutlak doğru olmak zorunda değildir. Tefsir yazarları, bu ayetleri vahye göre değil kendi bilgilerine göre açıklamıştır.

Bununla birlikte, eski tefsirlerin bazıları bu teoriye çok yakın yorum yapmıştır. Örneğin Zamahşeri [v. 538/1144] "Gökler ve yer yapışmıştı, aralarında uzay yoktu" demiştir. (zamahşeri: keşşaf) Mücâhid, katade, İbni Abbas, Ebu İshak çok yakın yorumlar yapmıştır. (kurtubi, Mücâhid'in tefsiri, taberi)

Bugün Bazıları bu bahsedilen tekillikte "yerin" olmadığını, bundan dolayı ayetin big bang ile alakasız olduğunu söylemiştir, fakat ayetteki "Gökler ve yer" ifadesi, en başta belirttiğimiz gibi "tüm evren" manasındadır. Kaldı ki, Yeri(dünyayı) oluşturan maddeler bu tekillikte potansiyel olarak mevcut olduğu için ayet big bang teorisi ile yine çelişmez.

²: yaygın kabul gören bir hipoteze göre canlılık okyanusun altındaki hidrotermal bacalarda başlamıştır. (bkz: 50 soruda yaşamın tarihi, Bilim ve Gelecek Kitaplığı,) ayetin kasıt ettiği de bu olabilir.

31- [Yer] onları yalpalıyor diye, Yerde ağırlıklar¹ meydana getirdik ve onda [yerde] geniş yollar yaptık. Yol bulmaları beklenir.

¹: "revasiye=رواسي" kelimesi "resev=رسو" kelimesinin çoğul halidir. Bu kelime "ağırlık" manasındadır.

Örneğin:

"القت السحابة مراسيها

Bulutlar, ağırlıklarını attı" (müfredat : رسو)

Yani "yağmur ağırlığını bıraktı" denir. Naziat 32. Ayette "dağları ağırlaştırdı/yerine oturttu (أرساها)" manasında bu kelime fiil olarak kullanılır. "yerde bulunan ağırlıklar" denilince, genel olarak dağlar anlaşıldığı için bu kelimeye "dağlar" manası verilmiştir.

Ateist Celal şengör dağların depremleri önlediğini değil; aksine dağların depremlere sebep olduğunu iddia etmiştir.

Ancak bu bir çarpıtmadır. Çünkü dağlar depremlerin bir sonucudur; sebebi değildir. Çünkü depremler oldukça dağlar meydana gelir. Bilindiği üzere kıtaların çarpışması sonucu depremler meydana gelir ve bu çarpışmalar kıvrımlı-bindirmeli dağlar meydana getirir. [Erdem gündoğdu plaka (levha) tektoniği. (erdemgundogdu.weebly.com › ...PDF

PLAKA (LEVHA) TEKTONİĞ] )

Şöyle bir örnekle anlatalım: kolunuz yaralandığı zaman kanayan yerde bir yara kabuğu oluşur. Bu bölge vücudun diğer bölgelerine kıyasla kanamaya daha elverişlidir. Ancak "yara kabuğu, kanamanın sebebidir" demek saçmalamaktır. Çünkü kabuk, zaten yaralanma olduğu için meydana geliyor. Celal şengörün iddiası da buna benzemektedir. Çünkü depremler olduğu için dağlar oluşur.

Ayetteki kelimenin "ağırlıklar" manasında olduğunu belirtmiştim. Ayetin kasıt ettiği jeolojik olay konusunda iki hipotez sunabiliriz:

1- İki kıtasal litosfer birbiri ile çarpışmakta ve bunun sonucu olarak kıvrımlı-bindirmeli Himalaya tipi sıradağlar meydana gelmektedir (Sawkins ve diğ., 1974 ten; Ketin, 1994 kıtaların kayması ve levha tektoniği ile ilgili pek çok kaynak bu bilgileri doğrulamaktadır.) belkide bu dağların oluşumu sonucunda kıtaların hareketi yavaşlamaktadır. Tıpkı bir diferansiyel gibi hareketi yavaşlatarak sarsıntıyı azaltmaktadır. Bu fikri bir jeolog olan Peter DeCelles da doğrulamaktadır. (Peter DeCelles - Mountain and earthquake : https://youtu.be/Sx-c4iJWtSI)

2- Yer altında, gerek kıtaların hareketi gerekse dünyanın dönmesi sebebiyle oluşan bir sarsıntıyı engelleyen bir ağırlık olabilir.

Ayetler zamanla doğrulanmaktadır. Örneğin big bang teorisi keşif edilmemiş olsaydı Enbiya 30.ayeti asla anlamayacaktık. Güneşin hareket ettiği keşif edilmemiş olsaydı yasin 38.ayetin bir bilimsel hata olduğunu düşünecektik. Zamanla bu ayetin neyi kasıt ettiği daha iyi anlaşılacaktır.

32- Göğü, korunmuş bir çatı (koruyucu)¹ yaptık. Hâlbuki, onlar [göğün] ayetlerinden[mucizelerinden] vazgeçicidir.

¹: Atmosfer bir koruyucu olarak dünya için çatı görevi görüyor. Atmosfer olmasaydı, meteor taşları dünyaya çarpar, güneş ışınları dünyayı yok ederdi.(bkz: ozon tabakası, meteor taşları)

33- Geceyi, gündüzü, güneşi ve Ay'ı yaratan O'dur. [O gök cisimlerinin]¹ her biri, [kendi] rotalarında² yüzüyor.

¹: "kullun=كلٌّ" kelimesinin sonundaki tenvin, muzafun ileyh'ten bedeldir. Güneş, ay ve ona bağlı olan yıldızlar kasıt edilmiştir. (celaleyn, Kadı beydavi, keşşaf sahibi) yani cümle (كلهم) şeklindedir. Çeviride yazıldığı gibidir.

²: Muzafun ileyh hazf edilir, muzaf bundan bedel olarak tenvin veya harfi tarif alır. (ilhami haktan |Arapça dil bilgisi) ayetin bu kısmı (كلهم في فلكهم) şeklindedir. Yani "her biri bir felekte yüzer" şeklinde değil "her biri kendisine ait bir felekte yüzer" manasındadır. Bilimsel açıdan da doğrudur. Güneş ve ay, her biri kendi yörüngesinde yüzer. Güneş sabit değil, uzayda akıp gitmektedir, (TÜBİTAK) Ay, dünyanın etrafında kendi yörüngesinde yüzmektedir. (fenbilimi. Net) ayrıca şems 1-2 ve Yasin 38-40 ayetlerine bakınız.

Eğer, kur'an (كلٌّ في فلكٍ واحدٍ) ["her biri, bir tek felekte..."] demiş olsaydı, bu bilimsel bir hata olurdu. Zaten 14 Asır önceki bir insan, göğe bakınca güneş ve Ay'ın bir tek yörüngede hareket ettiğini düşünürdü. Bu bile, kur'an'ın Allah sözü olduğunun ispatıdır.

34- senden önce hiçbir beşere kalıcılık [ölümsüzlük] vermedik. O halde, sen ölürsen onlar mı kalıcıdır [ölümsüzdür]?

35- Her bir can ölümü tadıcıdır. Bir fitne [sınama] olarak, sizi kötü (şer) ve iyi (şer) ile sınıyoruz. Sadece bize geri döndürülüyorsunuz.

36- Gerçeği örtmüş olanlar seni gördükleri zaman, "Tanrılarınızı zikir eden [diline dolayan]¹ bu muydu?" [diyerek]² seni ancak bir maskara ediniyorlar. Hâlbuki, kendileri Rahman'ın hatırlatmasını örtüp görmezden gelenlerin ta kendileridir.

¹: Zikir, yani "bahsetmek, anmak" iyi ve kötü anlamda da olur. Bahseden kişi dost ise iyi; düşman ise kötü anlamda kullanır. (zamahşeri:keşşaf)

²: Takdiren (قائلين) manasındadır. (Müşkül i'rab-ul kur'an)

37- İnsan[lar]¹ aceleden yaratılmıştır². Ayetlerimi [mucizelerimi] size göstereceğim. O halde acele istemeyin.

¹: Cins ismidir. (zad'ul mesir) baştaki (ال) takısı, istiğrak yoluyla "tüm insanları" manasındadır.

²: "halakal insane=خلق الإنسان" yani "insanı [aceleden] yarattı" şeklinde de okunmuştur (zad'ul mesir) iki okuyuşta da mana aynıdır.

38- Bir de "Eğer dürüst idiyseniz bu verilen söz [tehdit] ne zamandır?" diyorlar.

39- Gerçeği örtmüş olanlar kendileri yardım olunmaz bir haldeyken, ateşi yüzlerinden ve de sırtlarından kaldıramayacakları zamanı bilselerdi...¹

¹: Buradaki (لو) şart edatının cevabı hazf edilmiştir [atılmıştır.] (keşşaf sahibi) cevap şunlardan biri olabilir: - "...bilselerdi, azabı acele istemezlerdi" - "... bilselerdi, verilen sözün [tehdidin] doğru olduğunu bilirlerdi" (kurtubi)

40- Aksine! [O tehdit] kendilerine aniden gelir, onları şok eder! Kendileri göz açtırılmaz bir haldeyken, onu geri döndürmeye güçleri yetmez.

41- Doğrusu, senden önceki Elçileri de maskara yapmaya çalışmışlardı. Onlarla alay etmiş olanları, maskara yapmaya çalışmakta oldukları [şey] kuşattı.

42- "Sizi, gece ve gündüz Rahman'dan kim koruyabilir?" de. Aksine! Onlar RAB'lerinin hatırlatmasından (zikrinden) vazgeçicidir.

43- Yoksa, kendilerine bizden beride kendilerini engelleyen [koruyan] Tanrılar mı var? onların kendi benliklerinin yardımına (bile) güçleri yetmiyor. Onlara bizden dostluk görmezler.

44- Hayır! Bunları ve onların atalarını, ömür kendilerine uzun gelene kadar faydalandırdık. Bizim, yere gelip, onun [yerin] etrafından eksilttiğimizi¹ görmüyorlar mı? Artık, onlar mı galiptir?

¹: yer, yani (الارض) kelimesi, yerine göre "dünya"(Rad 4, Enbiya 30 ve pek çok ayet) yerine göre "bölge" (Yusuf 56, 80 ve pek çok ayet) mânâsında kullanılmaktadır.

Bu ayet, kur'an mucizesidir.

Eğer "yer" kelimesi "bölge" mânâsında ise, Karaların azalması olayı (kimyaakademi. Com) ile bağdaşır.

İlk dönem islam yorumcuları, ayetin ifadesini anlamadığı için mecaz kabul etmiş, "toprakların fetih edilmesi, bilginlerin vefat etmesi" şeklinde yorumlamıştır(kurtubi, kadı beydavi, zad'ul mesir rad 41) . Ifadenin aynen yazdığımız manada olabileceğini ikrime (veya en-Nehai) de kabul etmiştir, ancak bunu mantıklı bulamadıkları için "yorum" açısından karşı çıkmışlardır. (kurtubi, rad 41)

Ayetin sonundaki "onlar mı galiptir? [galip gelecektir?]" ifadesi, ayetin anlattığımız şekilde anlaşılmasına engel değildir. Ayet "gücümüz, dünyanın etrafından eksiltmeye yettiğini görmüyorlar mı? Bu gücümüzü düşünsünler, halen bize karşı galip geleceklerini mi düşünüyorlar?" olarak da anlaşılabilir.

45- "Sizi sadece vahiyle uyarıyorum. Sağırlar uyarıldıkları zaman daveti işitmezler." de.

46- Eğer, onlara RAB'binin azabından bir esinti temas etse, mutlaka "Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz zalimlerdik." derlerdi.

47- Kıyamet gününde hakkaniyet terazilerini kurarız. Artık, herhangi bir can, hiçbir açıdan zulme uğramaz. Bir hardaldan bir tane olsa (bile), onu getiririz¹. Devamlı hesap gören olarak biz yeteriz.

¹: "eteyne=أتينا" ifadesi, "e'teyne=آتينا" şeklinde mufaale formundan da okunmuştur. (zamahşeri:keşşaf) mana olarak "karşılığını veririz, ödülünü veririz" manasındadır.

48- Doğrusu, Musa'ya ve Harun'a, Furkan'ı [gerçeği ve yalanı ayıranı], bir ışığı (Nur'u)¹ ve korunup sakınanlar için bir hatırlatmayı (zikri) vermiştik.

¹: Ayetteki (و) harfi "yani" manasındadır. Enfal 20. Ayette de bu şekilde bir kullanımı vardır. Bu anlama göre "bir ışık olarak Furkanı verdik" manasındadır.

İbni Abbas'ın (و) harfi olmaksızın okuması da bu manayı doğrular. (keşşaf sahibi, kurtubi, zad'ul mesir)

49- [Korunup sakınanlar] ki, saat'ten (kıyametten) ürperir bir haldeyken, RAB'lerinden Gayb'da[yalnızlıkta bile]¹ çekinirler/ona saygı duyarlar.

¹: "bi-l Gayb =بالغيب" ifadesi "kimsenin görmediği yerde/yalnızlıkta bile [Allah'ın yasaklarından] çekinirler [münafıklık yapmazlar]" veya "[Gayb olduğu halde] Allah'a inanırlar, onun azabından çekinirler" manasındadır. (zad'ul mesir)

50- Bu, indirdiğimiz mübarek [Tanrısal bereket kaynağı] olan bir hatırlatmadır (zikirdir). Artık siz onu tanınmayanlar (inkarcılar) mısınız?

51- Doğrusu, önceden İbrahim'e kendi doğruluğunu vermiştik. Onu devamlı bilenlerdik.

52- Hani babasına ve milletine "Şu kendileri için ibadet kapananlar olduğunuz heykeller de nedir?" demişti.

53- "Babalarımızı, onlar için ibadete kapananlar olarak bulduk." dediler.

54- [İbrahim] "Doğrusu, siz ve babalarınız apaçık bir kayboluş içinde imişsiniz." dedi.

55- "Hak [gerçek] ile mi geldin? Yoksa sen, oyunculardan mısın[şaka mı yapıyorsun]?" dediler.

56- [İbrahim] "Hayır! RAB'biniz göklerin ve yerin RAB'bidir. Ki o, onları [gökleri ve yeri] başlatmış/ayırmış¹ olandır. Ben, bunun üzerinden size şahitlik edenlerdenim." dedi.


¹: fatara=فطر" fiili bir şeyi açmak/ayırmak ve ibraz etmek manasındadır. (İbni faris Mekayısi-l lugat :فطر) ayırma/yarma manası da verilmiştir. (Lisanu-l Arap: فطر) başlatıcı yani ilk yaratan manası da verilmiştir. (Zamahşeri:belegat esası :فطر)

Bu verilen anlamlar tamamen big bang ile bağdaşır. Çünkü big bang anında bütün madde tek bir noktada bitişik iken ayrılmıştır. Bu durum, ilgili kelimenin "yarma/ayırma" anlamıyla ve Enbiya 30. Ayeti ile alakalıdır. "Başlatma" manası ise evrenin başlangıcının olmasıyla alakası vardır.


57- "Allah'a yemin olsun ki (tallahi)  arkanızı dönüp yüz çevirmenizin ardından putlarınıza[Allah'tan alıkoyanlarınıza]¹ kesinlikle plan yapacağım!" dedi.

¹: Enam 74. Ayetin dipnotuna bakınız.

58- Ardından [İbrahim], onları [putları] parça parça etti. Ancak, büyük [puta] -belki dönerler diye- onlar için [karışmadı].

59- "Tanrılarımıza bunu kim yaptı? kesinlikle o mutlaka zalimlerden[biri]dir." dediler.

60- "onları [putları] zikir eden [diline dolayan], kendisine ''İbrahim" denilen bir genci işittik." dediler.

61- "O halde, onu [İbrahim'i], insanların gözlerinin önüne getirin, şahit olmaları beklenir." dediler.

62- "Bunu, Tanrılarımıza sen mi yaptın ey İbrahim?" dediler.

63- [İbrahim]"Hayır! Onu, onların [putların] büyüğü yani şu yaptı. Eğer, konuşuyorlarsa artık onlara sorun." dedi.

64- Kendi benliklerine/birbirlerine dönüp, "gerçekten siz, zalimlerin ta kendisisiniz!" dediler.

65- Sonra başları üzerine ters döndürüldüler¹ (eski kafalarına geri döndüler) "Elbetteki bunların konuşamadığını bilmiştin!" [dediler].

¹: burası (نَكس) şeklinde malum formuyla da okunmuştur (keşşaf sahibi) Buna göre "...(eski) kafalarına, baş aşağı [birbirlerini] geri döndürdüler" manasındadır. Anlam olarak aynıdır.

66-67- [İbrahim] "O halde, Allah'tan beride hiçbir açıdan size fayda vermeyen ve size zarar vermeyen [şeylere] mi kulluk ediyorsunuz? Yuh olsun size ve Allah'tan beride kulluk ettiğiniz [şeylere]! Artık akıl etmiyor musunuz? " dedi.

68- "Eğer, (bir şeyler) yapıcı olduysanız, onu [İbrahim'i] yakın! Ve Tanrılarınıza yardım edin." dediler

69- "Ey Ateş! İbrahim'in üzerine bir soğukluk ve bir esenlik ol!" dedik.

70- Ona [İbrahim'e] bir plan yapmak istediler, ardından onları en çok kaybedenler haline getirdik.

71- Onu [İbrahim'i] ve Lut'u, alemler [tüm varlıklar] için, içini bereketlendirdiğimiz (o) yere [bölgeye] ulaştırarak kurtardık.

72- Ona [İbrahim'e] bir fazladan (armağan) olarak, İshak'ı ve Yakub'u bağışladık. Her birini, düzgün-iyi kişiler yaptık.

73- Onları, emrimizle yol gösteren imamlar yaptık. Onlara, hayırlı olan işleri yapmayı, yönelişi (namazı) ayakta tutmayı (gereğince uygulamayı) ve zekatı vermeyi vahiy ettik. Bizim için kulluk edenler olmuşlardı.

74- Lut'u da [an], ona bir hüküm ve bir bilgi verdik. Bir de, onu pis eylemde bulunmakta olan o kentin [halkından] kurtardık. Gerçekten, onlar [kentin halkı], sınırlarını aşan, kötü bir milletti.

75- Onu [Lut'u] Rahmetimize girdirdik. Gerçekten o, düzgün-iyi kişilerdendi.

76- Nuh'u da [an]. Önceden bir vakit seslenmişti. Ona cevap vermeyi diledik, onu ve ailesini/halkını olanları, çok büyük sıkıntıdan kurtardık.

77- Ona, Ayetlerimizi [işaretlerimizi] yalanlamış (o) milletten yardım ettik. Gerçekten onlar kötü bir milleti. Ardından onları topluca boğduk.

78- Davud'u ve Süleymanı da [an]. Hani orada milletin koyunu geceleyin yayılmıştı. O ikisi [Davud ve Süleyman] Ekin hakkında hüküm ediyordu. Biz, onların¹ hükümlerine şahittik.

¹: Davud ve Süleyman, iki kişi olduğu halde burada tesniye yerine, çoğul olan (هم) zamirinin gelmesinin [Arapça'da çoğul en az üçtür] sebebi, o ikisi dışında başka kişilerin de hükümlerinin olduğunu vurgulamaktır. (zamahşeri:keşşaf) Bazıları çoğul zamirin tesniye yerine kullanıldığını söylemiştir. (kurtubi)

79- Süleymanın onu [hükmü] anlamasını¹ sağladık. Her birine, bir hüküm/hikmet ve bir bilgi verdik. Davud ile beraber tesbih eden dağları ve kuşları hizmete sunduk. Biz (bunları) yapanlardık.

¹: tef'il formundan gelen "fe fehhemneha =ففهَّمناها" ifadesi if'al formundan "fe efhemneha=فأفمناها" olarak da okumuştur. (keşşaf sahibi, kurtubi) iki formun da amacı aynıdır, aynı manayı verir.

80- Perişanlıktan [kızgın savaştan] sizi korusun diye sizin için ona [Davud'a] elbise/zırh¹ sanatını öğrettik. Artık, şükredici [olacak] mısınız?


¹: Davut peygamberin döneminde Zırh olup olmadığına dair açıklama için Sebe 11. Ayetin dipnotuna bakınız.


81- İçini bereketlendirdiğimiz o yere [bölgeye] doğru, kendisini emriyle akıp giden kasırga halinde rüzgar Süleyman'a aitti.  Biz, her şeyi devamlı bilenlerdik.

82- Şeytanlardan, onun [Süleyman] için dalgıçlık yapan¹ ve bunlardan beride bir takım eylemlerde bulunan kimseler vardı. Biz, onlar için kayıt altına alanlardık.

¹: kelime manası "suyun alt tarafına dalıp bir şeyler çıkarmak" olmakla birlikte, buradan kasıt edilenin "garip eylemler ve harika fiiller çıkarmak" anlamında olduğu söylenmiştir. (müfredat : غوص)

83- Eyüb'ü [an]. Hani RAB'bine "Bana (o) sıkıntı temas etti, hâlbuki sen rahmet edenlerin en merhametlisisin." diye seslendi.

84- Ardından, ona cevap vermeyi diledik, bir zarar[türün]den onda ne varsa kaldırdık. Ona, tarafımızdan bir rahmet ve kullara bir hatırlatma (zikir) olarak ailesini ve onlarla birlikte onların benzerini verdik.

85- bir de İsmail'i, İdris'i ve Zülkifl'i¹ [an]. Her biri, sabırlı kişilerdendi.

¹: "Zülkifl=ذو الكفل" sözlükte "pay/kefil sahibi" manasındadır. Ilyas, yunus veya yuşa b. nun olduğu söylenmiştir (kurtubi, keşşaf sahibi) Tevrat'ın "hezekiel" olarak bahsettiği peygamber olduğu da söylenmiştir (mevdudi)

86- Onları, Rahmetimize girdirdik. Gerçekten onlar, düzgün-iyi kişilerdendir.

87- Büyük balığın¹ sahibini(Yunusu) de [an]. Hani kavgalı bir halde gitmişti. Kendisine asla güç yetiremeyeceğimizi düşünmüştü. Ardından, karanlıklar içinde "Senden başka hiçbir Tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben, zalimlerden oldum." diye seslendi.

¹: "zunnun=ذو النون" sözlükte "büyük balık sahibi" manasındadır. (müfredat :نون) yunus peygamberin lakabıdır.

88- Ona cevap vermeyi diledik ve onu dertten kurtardık. İşte, inançlıları bunun gibi kurtarırız.

89- Zekeriya'yı [an]. Hani RAB'bine seslendi: "RAB'bim! Sen mirasçıların en hayırlısı iken, beni tek olarak bırakma!"

90- Ona cevap vermeyi diledik, ona Yahya'yı bağışladık ve kendisi için eşini düzelttik. Gerçekten onlar, hayırlı işlerde yarışıyorlardı. Arzulu ve çekinir bir halde bize dua ediyorlardı. Onlar, bize saygılıydı.

91- Irzını korumuş o kızı da [an]. Onun içinde(ki çocuğa)¹ ruhumuzdan üfledik. Kendisini ve çocuğunu alemler [tüm varlıklar] için bir ayet[mucize] yaptık.

¹: bir şeyin içine üflemek, ona hayat vermek manasındadır. (Hicr 29) bu ayet "Onun (Meryem'in) içine üfledik[Meryem'e hayat verdik]" manasında değildir. "Onun içinde (bulunan bebeğe) üfledik[hayat verdik]" manasındadır. Mesela (نفخت في البيت فلان) ["falan kişinin evinde üfledim"] denilirken, "falan kişinin evinde kavala üfledim" manasında bu söylenir. (keşşaf sahibi)

92- Gerçek şu ki, ben sizin RAB'biniz iken bu bir tek topluluk olarak sizin topluluğunuzdur¹. O halde bana kulluk edin.

¹: "ümmetUkum=أمتُكم" ifadesi, "ümmetEkum=أمتَكم" şeklinde (هذا) işaret isminden bedel olarak da okumuştur. [inne'nin] haberi olarak kabul edilip (أمة) kelimesi de merfu okunmuştur. (zamahşeri:keşşaf) buna göre ayetin bu kısmı "...Bu sizin toplumunuz, bir tek toplumdur..." şeklinde meal edilebilir

93- Emirlerini/işlerini kendi aralarında parça parça ettiler. Her biri, sadece bize dönecektir.

94- Artık, kim bir inançlı olarak düzgün-iyi eylemlerde bulunursa onun gayretine asla nankörlük yoktur. Gerçekten biz onu yazanlarız.

95- [Bu] kendisini helak ettiğimiz bir kentin [halkına] haramdır¹. Gerçekten onlar, (inanca)² geri dönmezler.

¹: "ennehum=أنهم" ifadesi "innehum=إنهم" şeklinde de okunmuştur. Buna göre ayetin ".. haramdır" kısmına kadar cümle bitmiş olmalıdır. Buna göre çeviri yapıldı. (zamahşer:keşşaf) bu ayet, önceki ayete atıf olarak "Bu, yani emeğin göz ardı edilmesi, kendisini helak ettiğimiz bir kentin [halkına] haramdır" manasındadır.

²: (keşşaf sahibi)

96-97- Sonunda, kendileri her bir tepeden akın ederken, yecüc ve mecüc['ün seddi] açıldığı ve gerçek vaat yaklaştığı zaman, gerçeği örtmüş olanlar "Vay halimize! Bundan yana habersizlik içindeydik. Aksine! Zalimler idik" [derken] bakışları (gözleri) donup kalır.

98- Gerçekten, siz ve Allah'tan beride kulluk ettiğiniz [şeyler¹/putlar] cehennem yakıtısınız. Siz ona [cehenneme] varıcısınız.

¹: kasıt edilenler, putlardır, 101. Ayetin dipnotuna bakınız. Ayette (من) yerine (ما) kullanması, kasıt edilenin (putlar gibi) cansız nesneler olduğunu gösteriyor. Çünkü (ما) genellikle cansız şeyler için kullanılır.

99- Bunlar Tanrılar olsaydı, ona [cehenneme] varmazlardı. Her biri onun [cehennemin] içinde kalıcıdır.

100- Kendileri için onun [cehennemin] içinde kendilerine zor bir soluklanma vardır. Onlar onun [cehennemin] içinde işitmezler.

101- Gerçek şu ki, kendileri için bizden [bizim tarafımızdan] öne geçmiş güzellik olanlar (evet!)  işte onlar, ondan [cehennemden] uzak kılınmıştır.

102- Onlar, canlarının çok arzu ettiği [şeyler] içindeyken, [cehennemin] hareketini (bile) işitmezler.

103- En büyük tasa, onları üzmez ve Melekler onları "Bu, size söz verilmekte olan gününüzdür." [diyerek]¹ karşılar.

¹: Buradaki (يقولو) sözü takdiridir. (Müşkül i'rab-ul kur'an)

104- Kitaplar için sayfanın dürülmesi gibi göğü¹ düreceğimiz² günü [an]! Üzerimize [düşen] verilmiş bir söz olarak, tıpkı ilkin yaratmaya başlamamız gibi, onu tekrar başa döndürürüz³. Gerçekten, biz en başından beri yapanlardık.

¹: "Gökleri" manasında da olabilir. Çünkü (السماء) kelimesi, tekil olsa da, cins adı olarak "Gökler" manasına gelebilir.

Kur'an'da tekil olduğu halde çoğul anlamda kullanıldığı yerler vardır. (müfredat : سما)

²: Fizikçi michou kaku "parallel worlds" isimli kitabında şunları söyler: "Sonunda evrenin orjinal genişlemesi tersine döner ve kendi üzerine doğru büzülür" [Eventually, they see that the original expansion of the universe is reversing, and that the universe is contracting on itself.] (kaynak: Parallel worlds A Journey through creation, higher dimension and future of the cosmos, Michio kaku sayfa 77) Göğün sayfa gibi dürülmesinden kasıt bu olabilir.

Şu da olabilir: Einstein'a göre uzay maddesiz bir haldeyken tamamen dümdüzdür. İçinde bulunan kütleler uzayı bükmektedir. (bkz: Einstein'ın özel görelilik kuramı) daha iyi anlaşılması için şu şekilde bir örnekle anlatabiliriz: içi boş olan bir çemberin üzerine bir örtü açtığınızı hayal edin. Bu örtünün üzerinde hiçbir şey yokken örtü tamamen dümdüzdür. Ancak üzerine bir ağırlık attığınız zaman bu ağırlık örtüyü boşluğa doğru eğmeye başlar. Uzaydaki kütlelerin de uzayı bükmesi buna benzemektedir.  Bu durumda ayetin anlattığı senaryo şu şekilde olabilir: evrende kütle namına hiçbir şey kalmayacak, uzay tamamen dümdüz bir hale gelecek ve sonunda bir sayfanın dürülmesi gibi uzay da bürülecektir. Ayette en açık görünen durum budur.

³: "avd=عود" bir şeyi terk ettikten sonra o şeye tekrar geri dönmektir. (müfredat: عود) mesela "Siz tekrar (aynı suçlara) dönerseniz, biz de (aynı cezayı vermeye) tekrar döneriz" (İsra 8) ayetinde de aynı fiil kullanılmıştır. İlgili ayette de if'al babından bu fiil kullanıldığı için "tekrar başa döndürmek" anlamındadır.

Bu ayet "Açılır-kapanır evren" modeli ile tamamen uyumludur. "açılır kapanır evren modeline" göre, evren genişlemesini tamamlayacak ve tekrar büzülerek başlangıç durumuna dönecek ve sonra tekrar bir Büyük Patlama yaşayarak tekrar genişleyecek ve sürekli devam edecektir. Büyük patlama demek, yeniden bir evrenin oluşumu demektir. Allah'ın yaratmayı tekrar etmesi bu durum olabilir.

Verilen bilgilerin doğruluğunu fizikçi michou kaku'nun "parallel worlds" adlı kitabında ve "big crunch, oscillating universe theory" ile ilgili bilgi veren pek çok kaynaktan görebilirsiniz. Hatta ayetin sonundaki "Biz en başından beri yapanlardık." ifadesi de bunu doğrulamaktadır. ''En başından beri'' manasını veren de ''ka'ne=كان'' nakıs fiilidir.

105- Hatırlatmadan (zikir'den) sonra zebur'da(tüm kutsal kitaplarda)¹ "Yere [dünyaya] düzgün-iyi kullarım mirasçı olur" diye elbette yazmıştık.

¹: (müfredat : زبر, kadı beydavi)

106- Gerçek şu ki, kulluk eden bir millet için yeterlilik bundadır.

107- Seni, ancak alemlere [tüm varlıklara] rahmet olarak gönderdik.

108- "Bana, Tanrınızın sadece bir tek Tanrı olduğu vahiy ediliyor. Artık, müslümanlar[Allah'a teslim olanlar] mısınız?" de.

109-111- Artık yüz çevirdiler ise, "Size, bir eşitlik üzerine ilan ettim. Vaat olunduğunuz[şey] yakın mı yoksa uzak mı? Bilemiyorum. Gerçekten o, sözden açığını da biliyor, sizin sakladığınızı da... Bilemem, belki de o (tehdit) sizin için bir fitne [sınama] ve bir süreye kadar bir geçimdir." de.

112- "RAB'bim! Hak [gerçek] ile hükmet. RAB'biniz Rahman'dır, sizin yakıştırmalarınıza karşı destek dilenilendir." dedi.

1.523 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page