top of page

5- Maide suresi (Hubeyb öndeş meali)

Güncelleme tarihi: 1 Mar 2023

Maide suresi



1- Ey inanmış olanlar! Sözleşmelere (akitlere) vefa gösterin. Sağmal hayvanların yırtıcı olmayanları, siz ihramlıyken avı helal saymamanız şartıyla size helal edildi. Ancak, size okunup teşvik edilenler hariçtir. Gerçekten Allah, istediğini yapıyor..




2- Ey inanmış olanlar! Allah'ın işaretlerini¹, kutsal ay'ı², hediye kurbanı, [o kurbanlıkların] kolyelerini³ (bile), RAB'lerinden bir ikramı ve razı oluşu arayarak kutsal eve (beytü-l haram) yönelenleri ihlal⁴ etmeyin. İhramdan çıktığınızda avlanın. Herhangi bir milletin, kutsal mescitten (Mescidi haram'dan) sizi şiddetle geri çevirdiler diye, (sizde oluşturdukları) kini, sakın sizi haksızlık etme suçuna sevk etmesin. İyilik ve takva [korunup sakınma] konusunda destekleşin; kasıtlı suç ve düşmanlıklar konusunda destekleşmeyin. Allah'a (karşı gelmekten) sakının! Gerçekten Allah, sonucu [cezası] şiddetli olandır.




¹: Hac işaretleri kasıt ediliyor. Kasıt edilenin "din" olduğu da söylenmiştir. (kurtubi, kadı beydavi ilgili ayet)




²: kutsal aylar, kur'an'da anlatılmaz. Muhatabı bildiği için, kur'an tekrar etme gereği duymaz. "ay" ne kadar tekil geliyor olsa da,[ (ال) takısı sebebiyle, istiğrak yoluyla] geneli kapsaması da mümkündür. Bu sebeple "kutsal aylar" manası verilebilir.



³: "Boyunlarına kolye takılmış hediye kurbanlarının kolyelerine bile zarar vermeyin" şeklinde açıklanmıştır. (Zamahşeri:keşşaf) bu durumda "kolyeler (القلائد)" ifadesinin başındaki "el=ال" takısı muzafun ileyh'ten ivazdır. İfade aslında "kaleide elhediy=قلائد الهدى" yani "kurbanlıkların kolyelerine" takdirindedir.




⁴: bunların ihlali, özetle: haç işaretlerinin hafife alınması, saygısızlık yapılması, Hacca gelenleri engellemek, hacca gönderilen özel kurbanları çalmaya kalkışmak…




3- [Kesilmeksizin]¹ ölmüş hayvan, kan, domuzun eti, Allah'tan başkası [adına] seslenilerek kurban edilenler², boğularak öldürülen-ölen³, vurularak [dövülerek veya kendisine bir şey atılarak]⁴ öldürülen, yuvarlanarak-düşerek ölen, boynuzlanarak ölen ve yırtıcı hayvanın yediği size haram kılındı; ancak [ölümünü] sizin tamamladığınız⁵ (hayvanlar) hariç, [onlar helaldir]. Sunak üzerinde kesilenler ve şans okları ile kısmet aramanız da [haram kılındı]. İşte bunlar, haddi aşmaktır. Bugün (bu dönem), gerçeği örtmüş olanlar dininiz'den umudu kestiler, o halde onlardan çekinmeyin ve benden çekinin. Bugün (bu dönem), sizin için dininizi kemale erdirdim [tamamladım], size nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için islama [barış ve yaratıcıya teslimiyete] razı oldum. Artık, kim kasıtlı suça (günaha) yönelici olmamak şartıyla, şiddetli açlık içinde (bunları yemeye) mecbur kalırsa, [bilsin ki] kesinlikle Allah, çok bağışlayandır, rahimdir.



¹: (müfredat : موت)



²: (müfredat: هلل)



³: Biri tarafından veya kendiliğinden bir kaza sebebiyle boğularak ölen hayvan anlamındadır. (müfredat: خنق, kurtubi, zad'ul mesir)



⁴: (Müfredat: وقذ, kurtubi)


Ayrıca bu ifade, kurbana eziyet etmeyi de yasaklamaktadır. Çünkü bir kurbanı döverek veya herhangi bir şeyle vurarak öldürmek ona bir eziyettir.




⁵: "zeket=زكاة" aslen "tamamlamak" anlamındadır. (kurtubi, zad'ul mesir) Yani "Ölümünü sizin tamamlamış olduğunuz helâldir" anlamındadır. İstisna, sadece "yırtıcı hayvanların yediği" ifadesinden yapılan bir istisna olabilir. Bu durumda "yırtıcı hayvanın saldırısına uğramış ama ölümü sizin elinizle gerçekleşmiş olanlar helâldir" anlamındadır. İstisna, "boğularak öldürülen" kısmından itibaren yapılan bir istisna olabilir. Yani "Düşerek, boğularak, boynuzlanarak ölmek üzere iken ölümü sizin elinizden olanlar size helâldir" anlamındadır. (Fahreddin Razi)




⁴: "Dininizi kemale erdirdim [tamamladım]." cümlesinden itibaren yazanlar, ara cümle olarak öncekinden bağımsız gibi görünüyor olsa da bağlıdır. Çünkü dini tamamlamak, ancak din içi hükümleri tamamlamak ile olur. Bu ayet de hükümleri tamamlamaktadır.




4- Kendilerine helal kılınanın ne olduğunu sana soruyorlar, "Temiz olanlar ve yırtıcı hayvanlardan eğitmen olarak öğretmiş olduğunuz ne ise o size helal kılındı. Onlara [o hayvanlara], Allah'ın size öğrettiğinden öğretiyorsunuz. O halde, [o hayvanların] size karşı tuttukları[yakaladıkları]ndan yeyin, üzerlerine Allah'ın ismini anın ve Allah'a (karşı gelmekten) sakının. Gerçekten Allah, hesabı seri olandır.




5- Bugün temiz olanlar helal kılındı. Kendilerine kitap verilmiş olanların yemeği size helâldir; sizin yemeğiniz de onlara helâldir. İnançlı kadınlardan iffetli/özgür olanları ve sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan iffetli/özgür kadınlar¹, korunmuş [iffetli] olarak, iffetsiz olmamak ve zina arkadaşları edinenler olmamanız şartıyla kendilerine mehirlerini verdiğiniz zaman [size helâldir]. Kim, inancı göz ardı ederse [bilsin ki] eylemi boşa gitmiştir. Hemde o, ahirette [son hayatta] kaybedenlerdendir.




¹: kendilerine kitap verilmiş kimselerden yani Yahudi, Hristiyan, sâbiî ve belki daha adını duymamış olduğumuz diğer grupların kadınlarıyla evlilik yapmak, kafir veya müşrik olmadıkları sürece bu ayete göre helâldir. Gerçeği, yani islamın doğruluğuna kanıtları görmemiş birisi, kafir [gerçeği örten] olamaz. İsa'yı Tanrı olarak görmeyen bir Hristiyan da müşrik olamaz. Günümüzde halen isa'nın Tanrı olmadığına inanan Hristiyanlar mevcut.




Bazıları bu ayetin bir nevi tarihsel olduğunu ve nesh olduğunu iddia etmiştir. Ancak bu ayet, son gelen ayetlerden olduğu için, önce gelen evlilik yasağı ayetleri bu ayeti nesh edemez. Önce gelenin sonra geleni nesh etmesi olamaz. Kaldı ki, kur'an'ın hiçbir ayeti diğerini hükümsüz bırakamaz. Her ayet duruma göre geçerlilik kazanır.


Bazıları ise bu ayet ve tevbe 31. Ayeti bir araya getirip "kitap ailesi (Yahudi ve Hristiyanlar) da müşrik olmuştur. Kitap ailesi ile evliliğe onay, müşrikler ile evliliğe onay demektir" demiştir. Ancak bu bayağı bir zorlama yorumdur. Çünkü kur'an kitap halkından olan herkesin müşrik olmadığını ve içlerinden doğru kimselerin olduğunu belirtmiştir. (Alimran 110-115)




Kur'an'ın, Yahudi veya Hristiyan olan kişilerle evliliğe onay verip, müşrik (bakara 221) ve kafir [gerçeği örten] kişilerle (Mumtehine 10) evliliği yasaklama nedeni ise, dönemsel olarak ele alırsak güvenlik amaçlıdır. Çünkü hem tarih hemde kur'an şu gerçeği gösteriyor ki: tarihte müslümanlara en yakın davrananlar özellikle de Hristiyanlar olmuştur. Müşrikler ise, İslama ve müslümanlara oldukça düşmanca davranmıştır.



6- Ey inanmış olanlar! Yönelişe (namaza) doğru kalktığınız zaman, yüzünüzü ve dirseğe kadar¹ ellerinizi yıkayın. Başınızı mesh edin ve iki topuğunuza kadar ayaklarınızı [yıkayın]². Cünüp olmuşsanız temizlenin. Hasta veya bir yolculuk üzerindeyseniz veya sizden biri tuvaletten gelmiş ise veya kadınlarla birliktelik yaşamışsanız, ardından da su bulamıyorsanız[kullanamıyorsanız], temiz bir yeryüzüne teyemmüm edin, ardından yüzünüz ve elleriniz ile ondan [bir parçayı] mesh edin. Allah, (bunu) size herhangi bir zorluk [olması] için istemiyor; fakat sizi temizlemek için ve nimetini size tamamlamak için istiyor. Şükretmeniz beklenir.





¹: "ila=إلى" harfi cerr'i, "-e kadar, o kısımda dahil" manasındadır. Yani dirsek de yıkanmak zorundadır. Gelenekte bazıları dirseği yıkmanın gerekmediğini savunmuş olsa da, bu tarz konularda riskten en uzak olanı tercih etmek gerekir. Hemde elçinin dirseğini yıkamış olduğuna dair kaynaklar (Zamahşeri:keşşaf) varken dirseği yıkamak gerekir. Bu kadar basit konular üzerinde durmaya, tartışmaya gerek yoktur. İsrail oğulları, ineğin rengini sorarak aşırı detaya girmişti. Kur'an onların bu tutumunu eleştiriyor iken (bakara 68-71) bize düşen onlar gibi olmamaktır.




²: Bu ifade, "erculEkum=أرجلَكم" ve "erculİkum=أرجلِكم" olarak iki şekilde de okunmuştur. (Zamahşeri:keşşaf)


İlkinde "ayaklarınızı yıkayın" manasına, diğerinde "ayaklarınızı mesh edin" mânâsına gelir.


Elçinin, bir takım kişilerin abdest alırken topuk kısmının kuru kaldığını görünce onları kınamış olduğu söylenir [Ebu Davud taharet 44]. Delil çokluğu, ilk okuyuşu destekler.




³: "vecede=وجد" fiili, sadece "bulmak" manasıyla sınırlı değildir. Mesela su kullandığı takdirde hastalığı artacak biri suyu bulsa bile "suyu kullanmaya imkan bulamayan" kategorisine girer. Örneğin Maide 89. Ayette aynı fiil, "[bunları yapacak maddi imkan] bulamayan" manasında kullanılıyor.




7 - Allah'ın size olan nimetini ve pekiştirilmiş anlaşmasını -ki, "işittik ve gönülden itaat ettik" dediğinizde onunla karşılıklı pekiştirilmiş anlaşma yapmıştınız- hatırlayıp anın. Allah'a (karşı gelmekten) sakının. Kesinlikle Allah, göğüslerin özünü devamlı bilendir.




8- Ey inanmış olanlar! Allah için hakkaniyet ile gözeten şahitler olun. Bir milletin (sizde oluşturduğu) kini, sakın sizi adaletsizlik yapma suçuna sevk etmesin! Adil olun, o takvaya [korunup sakınmaya] daha yakındır. Allah'a (karşı gelmekten) sakının. Gerçekten Allah, eylemlerinizden devamlı haberdardır.




9- Allah, inanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş olanlara söz verdi: kendileri için bir bağışlanma ve çok büyük bir ödül vardır.




10- gerçeği örtmüş ve ayetlerimizi [işaretlerimizi] yalanlamış olanlar (evet!) işte onlar, kızgın ateşin (Cahim'in) dostlarıdırlar.




11- Ey inanmış olanlar! Allah'ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani bir millet size ellerini uzatmaya kalkışmıştı, ardından onların ellerini sizden çekmişti. Allah'a (karşı gelmekten) sakının. İnançlılar, sadece Allah'a güvenip dayansın (tevekkül etsin).



12- Elbetteki Allah, israil'in oğullarının pekiştirilmiş anlaşmalarını almış ve kendilerinden on iki başkan yönlendirmişti. Allah "Kesinlikle ben, sizinle birlikteyim. Eğer, yönelişi (namazı) ayakta tutar, zekâtı verir, elçilerime inanır, onlara yüceltme ile birlikte yardım eder¹ ve Allah'a güzel bir ödünç olarak ödünç verirseniz sizin hakkınızda çirkinlerinizi [kötülüklerinizi] tamamen örtüp kaybederim ve alt taraflarından ırmaklar akan cennetlere sizi mutlaka girdiririm. Bundan sonra, sizden kim gerçeği örtüp göz ardı ettiyse, [bilsin ki] yolun ortasını kaybetmiştir.




¹: (müfredat : عزر)




13- Ardından, sağlam sözlerini bozmuş olmaları nedeniyle, onları lanetledik [rahmetimizden engelledik] ve kalplerini kaskatı yaptık. Onlar, 'kelimeyi' yerinden oynatıyor [tahrif ediyor]. Kendisiyle hatırlatıldıkları (vahiy)'den bir payı unuttular. Kendilerinden pek azı hariç, onlardan bir ihanete muttali olmaya [görmeye] ara vermezsin (sürekli ihanet görürsün). Artık, onları affet ve hoşgörülü ol.¹ Kesinlikle Allah, güzellik edenleri seviyor.




¹: Allah, bizzat kendisinin eleştirdiği ve rahmetinden engellemiş olduğunu söylediği yahudilere karşı, elçisi'ne "hoşgörülü davran" demekte ve bize onu örnek almamız gerektiğini söylemektedir. (Ahzab 21) Ama maalesef bugün çoğu müslüman, kendi inancından olmayan insanları geçin, kendisiyle aynı inanca sahip müslümanlara karşı görüş farklılığı sebebiyle tekfir edip düşman kesilmektedir. Asırlardır müslümanı, bir başka müslümanın katili yapan en önemli sebep, görüş farklılığına saygı duymamaktır.




Ayrıca bu ayet, bizimle aynı inançtan olmayan kişilere hoşgörülü olmamız gerektiğinivbelirtmektedir. Sırf inancı bizim inancımızdan farklı diye herhangi bir insana düşman olmamız gerekmez. (Mumtehine 8)




14- "Gerçekten biz, hristiyanız" demiş olanlardan [bir kısmının] pekiştirilmiş anlaşmalarını aldık. Ardından, kendisiyle hatırlatıldıkları (vahiy)'den bir payı unuttular. Ardından, kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlıklar ve sevgisizlikler yapıştırdık. Yakında Allah, tasarlamakta oldukları [şeyleri] kendilerine haber verecektir.






15- Ey kitap halkı! Kitap(lar)dan¹ gizlemiş olduğunuz² (şeylerin) bir çoğunu size açıklayan, bir çoğunu affeden elçimiz size gelmiştir. Allah'tan bir nur ve³ apaçık bir kitap size gelmiştir.




¹: istiğrak yoluyla, [cins ismi olarak] "kitaplar" manasında da olabilir. Ki doğru olan da budur. Çünkü elçi, sadece bir kitabı değil, tüm kitapları açıklıyordu.




²: arapçada bir şeyin tamamını söyleyip, bir kısmını kasıt etmek dediğimiz bir olay vardır. (bkz: belegat | zikru-l bad, iradetu-l kul) burada da "siz" diyerek içlerinden sadece gerçeği örten din adamları kasıt edilmiştir.




³: buradaki "ve =و" sıla olarak kullanılmış olabilir. Bu takdirde manası "bir nur yani apaçık bir kitap size gelmiştir" manasındadır.




16- Allah onunla [apaçık kitap ile] Rızasına uyan kimse[ler'i], esenlik yollarına yumuşakça iletiyor, kendi izniyle onları karanlıklardan aydınlığa çıkarıyor ve onları dosdoğru bir yola yumuşakça iletiyor.




17- "Gerçekten Allah, Meryem oğlu Mesih'in kendisidir" diyen kimseler, elbetteki gerçeği örtmüştür. "O halde Allah, Meryem'in oğlu Mesih'i, onun annesini ve yerdeki [dünyada] kimseleri topluca helak etmeyi istese, Allah'tan herhangi bir şeye sahip (engel) olacak kimdir?" de. Göklerin, yerin [tüm evrenin] ve ikisi arasındakilerin(Evrenin içindekilerin) krallığı (mülk) Allah'a aittir. Tercih ettiğini yaratıyor. Allah, her şeye imkanı olandır.




18- Yahudiler ve Hristiyanlar, "Biz, Allah'ın oğullarıyız ve onun sevgilileriyiz" dediler. "Ohalde cezayıgerektiren işleriniz sebebiyle neden size azap ediyor? Aksine! Siz, [Allah'ın] yaratmış olduklarından bir beşersiniz. [Allah] kimi tercih ediyorsa onu bağışlıyor, kimi tercih ediyorsa ona¹ azap ediyor. Göklerin, yerin [tüm evrenin] ve ikisinin asında (içinde) bulunanların krallığı (mülk) Allah'a aittir. Dönüş, sadece onadır.




¹: bu manada olan ayetlerde "kimi tercih ediyor?" sorusunu sorarak diğer ayetlerden Allah'ın sadece tercihe göre tercihte bulunduğunu anlıyoruz. Örneğin Rad 27. Ayette "Allah [samimi bir şekilde] kendisine yönelen kimseye hidayet ediyor [doğru yola iletiyor]" diyerek, tercihin yine doğru tercihe dayandığını görüyoruz.




19- Ey kitap ailesi! Elçiler'den [gelenlerin] ara vermesi üzerine "bize bir müjdeci[türün]den ve bir uyarıcı[türün]den [kimse] gelmedi" dersiniz¹ diye elçimiz sizin için açıklayarak size gelmiştir. Artık, müjdeciler ve uyarıcılar size gelmiştir. Allah, her şeye imkanı olandır.




¹: bugün bizim için bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak kur'an gelmiştir. Bu nedenle biz de bu sözü söyleyemeyiz.




20- Bir zamanlar Musa, milletine "Ey milletim! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayıp anın. Hani içinizde nebi'lrt meydana getirdi, sizi yöneticiler yaptı ve size âlemlerden [tüm varlıklardan] hiç birine hiç vermediğini size verdi." demişti.



21- "Ey milletim! Allah'ın size yazdığı (bu) kutsal yere [bölgeye]¹ girin; arkanıza geri dönmeyin. Aksi halde kaybedenler olarak dönersiniz."



¹: "Arz=الأرض" bazen tüm dünyayı, bazen ise bir bölgeyi kasıt etmek için kullanılır.




22- "Ey Musa, gerçekten orada [o yerde] çok zorba bir millet var. Kesinlikle biz, [onlar] oradan çıkana kadar asla oraya [o yere] girmeyeceğiz. Eğer, oradan çıkarlarsa, kesinlikle biz gireceğiz." dediler.




23- Korkanlardan iki kişi -Allah, o ikisine nimet verdi- "Onlara karşı, (bu) kapıya/bölüme girin. Artık, girdiğiniz zaman kesinlikle siz galipsiniz. İnançlı idiyseniz, sadece Allah'a güvenip dayanın (tevekkül edin)" dedi.




24- "Ey Musa! Kesinlikle biz, orada [o yerde] onlar [bulunmaya] devam ettiği sürece asla oraya [o yere] girmeyeceğiz. O halde sen ve RAB'bin gidin de ikiniz savaşın. Kesinlikle biz, işte burada oturacağız." dediler.




25- [Musa] "RAB'bim! kesinlikle ben, kendim ve kardeşim haricinde [kimseye] hüküm edemiyorum. Artık, bizimle (bu) hadlerini aşanlar milletinin arasını ayır." dedi.




26- (RAB'bi) "Onlar, (bu) yerde şaşkın bir haldeyken kesinlikle o [kutsal bölge] kendilerine kırk sene haram olmuştur. Artık, (bu) hadlerini aşanlar milletine tasalanma." dedi.




27-28-29- Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini Hak ile [gereğince] okuyup teşvik et. Hani onlar birer kurban [yakınlaşma vesilesi] olarak kurban sunmuşlardı, ardından O ikisinden birinden (kurban) kabul edildi, diğerinden hiç kabul edilmedi. [kurbanı kabul edilmemiş olan] "Seni mutlaka ama mutlaka öldüreceğim!" dedi. [kurbanı kabul edilmiş olan] "Allah, sadece sakınanlar'dan (geleni) kabul eder. Şayet, beni öldürmek için elini bana uzatmışsan, [bil ki] ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Kesinlikle ben, alemlerin [tüm varlıkların] RAB'binden korkarım. Kesinlikle ben, benim kasıtlı suçum ve kendi kasıtlı suçun ile¹ yerleşmeni, böylece ateşin dostlarından olmanı istiyorum." dedi.



¹: "bi=ب" harfi cerr'i, "zeyd'e uğrandı [مُر بزيد]" sözünde olduğu gibi meful anlamında değildir. Tıpkı "Kılıcı ile çıktı [خرج بسيفه]" sözünde olduğu gibi hal anlamındadır. (müfredat : باء)



Bazıları soru hemzesinin hazf edildiğini iddia ederek "Benim suçumun ve kendi suçunun [cezasına] uğramanı ister miyim?" manası verir. (kurtubi) bazıları da "la=لا"'nın hazf edildiğini iddia ederek "...uğramamanı istiyorum" manası verir. (Halebi:duru-l mes'un)




30- Ardından, kendi benliği (nefsi) kendisine [kurbanı kabul olmayana] kardeşini öldürmeyi isteterek itaat ettirdi de onu öldürdü. Ardından, kaybedenlerden olarak sabahladı.




31- Ardından Allah, kardeşinin ayıbını [cesedini] nasıl gömeceğini kendisine göstermek için yerin içini araştıran-eşen bir karga yönlendirdi. "Yazıklar olsun bana! Bu karga gibi olup kardeşimin ayıbını [cesedini] gömmekten aciz miyim?" dedi. Böylece, pişman olanlardan olarak sabahladı.




32- İşte bu cinayetten¹ dolayı İsrail'in oğullarına² onu "Herhangi bir canlıya karşılık olmaksızın veya yerde herhangi bir bozguna karşılık olmaksızın herhangi bir canlıyı öldürmüş kimse sanki topluca insanları öldürmüş gibidir; ona [herhangi bir canlıya] hayat veren kimse sanki topluca insanlara hayat vermiş gibidir." diye³ yazdık. Elçilerimiz, kendilerine açık kanıtlarla elbette gelmişti. Dahası, bundan sonra onlardan pek çoğu, yerde (halen) İsrafçıdır [haddi aşanlardır].




¹: "Min ecli ze'like=من أجل ذلك" ifadesi "min İcli ze'like=من إجل ذلك" yani "Bu cinayetten dolayı" anlamındadır. (müfredat : أجل)




²: "İsrail oğullarına" demesi sadece onlara mahsus olduğunu göstermiyor. Çünkü bu hükmü nesh eden herhangi bir ayet yoktur. Aksine, İsra 33. Ayet bu ayeti destekler.


Ayrıca İsrail'in oğullarına yönelik ayetlerin aynı ve benzeri ifadelerle bütün insanlara da söylenmiş olduğunu bazı ayetlerde de görüyoruz. Örneğin bakara 47. Ayette, İsrail oğullarına verilen bir fazlalık anlatılırken, İsra 70. Ayette adem oğluna (yani tüm insanlara ) verilen bir fazlalık anlatılır. Buradan anlaşılıyor ki, İsrail oğullarına yönelik ayetler, sadece onlara mahsus değildir. Bazıları enam 146. Ayette "yahudilere... iç yağını haram ettik" ayetinde bahsedilen gıdaların müslümanlara yasak olmadığını söyleyerek, Maide 32. Ayetin evrensel olmadığını savunmuş olsa da, enam 146. Ayette bir "sadece yahudilere" manasında "Hasr" kullanılmıştır. Maide 32. Ayette böyle bir mahsus kılma ifadesi yoktur.




³: Tevratta doğrudan "Ey İsrail oğulları, kim, bir canlıyı bir canlıya veya yerde bir bozguna karşılık olmadan öldürdü ise..." şeklinde yazmaz. Eski metinlerde mecaz pek çok görülür. Tevratta genesis 4:10 bölümünde kayyinin kardeşi Habili öldürmesi üzerine söylenen sözün tefsirinde, bu ayet aynen kur'an'ın dediği gibi tefsir edilmiştir. Bu demektir ki, kur'an bu Ayette tevratı tefsir etmiştir.




33- Allah ve Elçisi ile harp etmeye, yani¹ yerde [dünyada] bir bozguna [teröre]² gayret edenlerin cezası, sadece [suçun şiddetine göre]³ şiddetle öldürülmeleri veya asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazdan parçalanmaları veya sürgün (bu) yerden [bölgeden] sürgün edilmeleridir. İşte bunlar, dünyada [ilk hayatta] kendilerine bir rezilliktir. Ahirette [son hayatta] kendilerine çok büyük bir azap vardır.




¹: arapçada (و) harfi, bazen sıla maksadıyla kullanılmıştır. (kurtubi, bakara 53. Ayette kaynakları mevcut. Haricen bakara 42. Ayette و harfinin kullanımı bunu ispatlıyor) bir nevi, önceki cümleyi tanımlamak, ayete "yani" manası katmak için kullanılmıştır.


Buna göre Ayette "Allah ile, Elçisi ile harp etmeye çalışan veya yerde [dünyada] bozguna gayret eden" manasında değildir. Bozguna [teröre, baskıya, yol kesmeye, vb şeylere] gayret eden kişi, Allah ve Elçisi ile harp etmeye çalışmış demektir.




Genel tefsirler, "Allah ve Elçisi ile harp etmeye" ifadesini mecaz olarak kabul etmiş "Allah'ın dostları (müslümanlar) ve Elçisi ile harp etmeye çalışmak, islam ülkelerine saldırı yapmak" olarak tefsir etmiştir.


Bazıları ise, ayetin "barış anlaşmasını bozan kitap ailesi" hakkında indiğini söylemiştir. (kurtubi, nesefi, kadı beydavi, İrşad Ebu-s su'd, Fahreddin Razi, keşşaf sahibi, mevdudi, el mizan ilgili ayet)


Bu yorumlar ve arapçada (و) harfinin bu şekilde bir kullanımının da olması, ayeti bu şekilde anlamak gerektiğini gösteriyor.




²: "fesat/فساد" kelimesi "düzeltme/barış" mânâsına gelen (صلح) kelimesinin tersidir (müfredat : صلح). Kur'an'da genel olarak böyle kullanılır. Düzeltmek/barışmak, kapsamına, insanlara yardım etmek, toplumun insanlığın lehine bir şeyler yapmak girer. Aynı şekilde bunun tersi olan eylemler: insanlara zarar vermek, terör, zulüm, baskı, tecavüz etmek, yol kesmek, doğayı katletmeye, dengesini bozmaya ve ülkeyi bozmaya çalışmak "fesat/فساد" kapsamına girer.


Örneğin fesat kelimesi, Neml 34. Ayette, bir kenti yok etmek, halkını perişan etmek manasında kullanılmıştır.




Ayrıca bu çıkarımı, tarihi veriler de destekliyor. Bu ayetin iniş sebebi hakkında birkaç farklı yorum olsa da, hepsinin ortak noktası bu ayetin terör suçu, ülkede kaos çıkarmak üzerine inmiş olduğu yönündedir. Mesela bazıları "kitap ailesinden savaş çıkarmamak üzere yapılan anlaşmayı bozan kimseler üzerine inmiştir" der. Haricen, pek çok yorumcunun, bu ayeti terör, hırsızlık, yol kesmek, gibi suçların cezası olarak yorumluyor oluşu (taberi) bu çıkarımı destekler.




Kur'an'ı negatif olarak savaşçı bir mantıkla yorumlayan kişiler, fesat kapsamını genişleterek, dini eleştirmeyi ve inkarcı olmayı da fesat kapsamına katmıştır. Fakat bu görüş, başta Nisa 140 olmak üzere, inkarcı ve alaycı kimselere nasıl davranmamız gerektiğini anlatan birçok ayetle çelişir.


Nisa 140. Ayette, Allah'ın ayetlerini karşı inkarcı olan hatta alay eden kimselere karşı, bize "başka bir konuya-söze dalıncaya kadar, onlarla birlikte oturmayın" denir. Mümtehine 8. Ayette dini uğrunda bize savaş açmayan ve sürgün etmeyen kimselere karşı iyilik yapmamıza müsaade edilir. Böyleyken, sırf inkarcı ve alaycı diye birini "fesat" kapsamına almak bu ayetle çelişir.




³: Nahl 126. Ayette bir suça ancak misli bir ceza verilmesi emir ediliyor. Bundan dolayı, bu ayetteki cezalar, suçun derecesine göre verilir. Örneğin, adam öldüren birine ölüm cezası; doğayı katleden birine sürgün cezası; halkı şiddetli bir şekilde işkence ile öldüren birine el ayak çapraz kesme cezası verilebilir. Bazıları buna "insanlık dışı" olarak bakmaktadır. Ancak, işlenen suç insanlık dışı olunca, verilen cezanın da "insanlık dışı" olması eleştiriye kapalıdır.



34- Ancak kendilerini kontrolünüz altına almanızdan [ele geçirmenizden] önce tevbe etmiş olanlar hariçtir. Artık, Allah'ın çok bağışlayan olduğunu, Rahim olduğunu bilin.




35- Ey inanmış olanlar! Allah'a(karşı gelmekten) sakının, ona [Allah'a] vesile [sevgi ve arzu ile yaklaşmak için neden]¹ arayın ve onun [Allah'ın] yolunda Cihad [çaba sarf] edin. Başarılı olmanız beklenir.




¹: bu manalar sözlüklerde ve Arapça şiirlerde mevcuttur (müfredat : وسل, kurtubi, ez zad'ul 37-38 ayetleri)



"vesile" ile kasıt edilen, insanlar değildir. Tevbe 99. Ayette bu durum infak olarak açıklanmıştır.




36- Gerçeği örtmüş olanlar [hakkında] doğrusu şudur ki, şayet yerde bulunanlar ve onlarla birlikte onların misli, sırf kıyamet gününün azabından [kurtulmak için] bunları feda etsinler diye kendilerine ait olsa, kendilerinden kabul olunmaz. Kendileri için can yakan bir azap vardır.




37- Ateşten çıkmayı isterler, halbuki ondan çıkacak değiller. Onlar için devamlı¹ bir azap vardır.




¹: "mukiym =مُقِيم" kelimesi ismi fail olarak "ikame =اقيام" ile aynı babtan yani if'al babından gelmiştir. Bu ayet, "ikame =اقيام" kelimesinin "devamlılık" manasında olduğunu ispatlıyor.




38- Hırsız erkek¹ ve hırsız kadına [gelince], Allah'tan bir caydırma olarak, elde ettikleri² sebebiyle bir karşılık olarak o ikisinin ellerini kesin³. Allah, sürekli üstündür, hakimdir/hikmetlidir.






¹: "es-sarigu=السارق" ifadesinin başındaki "el=ال" takısı cins ismi olarak "Hırsız erkekler" manasındadır. Yani ayet mana olarak "hırsız erkekler ve hırsız kadınlar" anlamındadır.




Buradaki hırsızlık yapan kişinin yaptığı hırsızlığın kur'an'a göre "hırsızlık" olması için, öncelikle kişiyi hırsızlığa mecbur bırakan bir nedenin olmaması gerekir. Maide 3. ve bakara 173. Ayetlerde, haram edilen yiyecekler sayılıyor ve "kim de mecbur kalırsa" diyerek, mecbur kalmış birine günah olmadığı belirtiliyor. Buna göre "ihtiyaçlar, haramları mubah yapar" hükmüne ulaşıyoruz. Bu nedenle bir çocuk açlıktan ölecek bir halde olduğu için bir ekmek çalsa veya bir başkası başka nedenlerle mecbur kaldığı için hırsızlık yapsa, bu ayetteki cezalar verilemez! Çünkü kendisi buna mecbur kalmıştır. Bunun için şunlar gereklidir


-Kamu buna engel olmak için gerekli şeyleri yapmalıdır.


-kur'an'ın dediği gibi, ihtiyaçtan fazlası verilmelidir.


-Yoksulluk gibi, hırsızlığa mecbur bırakan hiçbir neden olmamalıdır.




Bu şartlar altında hırsızlık olmayacaktır. bunlara rağmen halen hırsızlık yapan kişi, hırsızlığı bir meslek haline getirdiğinden yapmıştır. Bu durumda da kur'an'ın verdiği cezalara hiçbir hırsızlık mağduru itiraz etmeyecektir.



Bununla birlikte hırsızın hatasını telafi etmesi kendisinden cezayı kaldırabilir. Çünkü hırsızlıktan daha şiddetli olan fesat [eşkiyacılık, terör] girişiminden vazgeçen kişi bile Maide 33-34 ayetleri doğrultusunda affediliyor.



²: İllet, hırsızın elde ettiği yani çaldığı şeylere bağlanmıştır. Buradan, hırsızlık yapan kişinin, elde ettiği [çaldığı] şeyleri, kendi iradesiyle iade etmesinin cezayı kaldıracağına bir işaret olabilir.



Ayetin bu ifadesini baz almamakla birlikte, hırsızın çaldığı malı yakalanmadan önce iade eden birinin ceza almayacağını savunan vardır. (Fahreddin Razi)




³: "eller" mânâsına gelen "eyd=ايد" kelimesi kur'an'da "güç, kuvvet" manasında kullanıldığı için "gücünü kesin/engelleyin, hapis edin" manası verenler vardır. Dil bakımından itiraz edilecek bir tarafı yoktur. Çünkü sözlüklerde de bu manada kullanıldığı malumdur (müfredat : يدي) günümüzde bir başka taraf ise ise, "kesin" ifadesinin, Yusuf 38. Ayette bu kelimenin "elleri yaralamak" manasında kullanılmasını delil alarak "ellerini yaralayın" manasında olduğunu söylemiştir. Ancak, bu ayetin 14 asırdır ezici bir çoğunluk tarafından "ellerini kesin" olarak anlaşıldığını unutmayalım.




Her ne olursa olsun, ilk dip notta açıkladığım üzere, kur'an'ın burada verdiği cezalar anlattığım şartlar altında gayet yerindedir. Hırsızlık mağduru olan bir kimse bu cezalara itiraz etmeyecektir.



39- O halde, kim kendi zulmünden sonra tevbe etmiş ve (hatasını) düzeltmiş ise, [bilsin ki] kesinlikle Allah, çok bağışlayandır, rahimdir.




40- Allah, kimi tercih ediyorsa¹ ona azap ediyorken ve kimi tercih ediyorsa onu bağışlıyorken göklerin ve yerin [tüm evrenin] yönetiminin kendisine [Allah'a] ait olduğunu hiç bilmedin mi? Allah, her şeye imkanı olandır.



¹: Allah'ın tercihi, keyfi değildir. bu manada olan ayetlerde "kimi tercih ediyor?" sorusunu sorarak diğer ayetlerden Allah'ın sadece tercihe göre tercihte bulunduğunu anlıyoruz. Örneğin Rad 27. Ayetteki "Allah [samimi bir şekilde] kendisine yönelen kimseye hidayet ediyor [doğru yola iletiyor]" ifadesi tercihin yine doğru tercihe dayandığını görüyoruz.




41- Ey Elçi! Ağızları ile "inandık!" demiş ve kalpleri hiç inanmamış olanlardan ve yahudiliği seçip yalanı çokça dinlemiş olanlardan küfr [gerçeği örtme] konusunda yarışanlar seni üzmesin. Onlar, 'kelimeleri' [yerlerine] koyulmalarından sonra oynatırken (tahrif ederken), sana hiç gelmemiş olan, "Bu size verildiyse onu alın; bu size hiç verilmezse dikkat edin!" diyen bir diğer millete çokça kulak verdi. Kendisine Allah'ın bir fitne (azap) istediği kimseye [gelince], Allah'tan (gelecek) herhangi bir şeye, sen onun [o kimsenin] lehine asla sahip (engel) olamazsın. Kalplerini Allah'ın temizlemeyi hiç istemediği [kimseler] işte bunlardır. Kendilerine dünyada [ilk hayatta] bir rezillik vardır. Kendilerine ahirette [son hayatta] çok büyük bir azap vardır.




42- Yalana çokça kulak verdiler, [dinlerini] kökünden bitireni¹ çokça yediler. Artık, sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan ilgiyi kes. Eğer, onlardan ilgiyi kesersen sana hiçbir şekilde asla zarar veremezler. Hüküm verirsen aralarında hakkaniyetle hüküm ver. Kesinlikle Allah, hakkaniyetli davrananları seviyor.



¹: (müfredat: سحت)




43- Seni nasıl hakem seçiyorlar? İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat kendilerinin yanında. Dahası, bundan sonra yüz çeviriyorlar. İşte bunlar kesinlikle inançlı değildir.




44- İçinde bir yol rehberi (hidayet) ve aydınlık (nur) bulunurken Tevratı kesinlikle biz indirdik. Teslim olmuş Nebi'lerimiz, Allah'ın kitabından (hükümleri) kendilerinden korumaları istenmiş olması sebebiyle, onunla yahudilere, rabbanilere [RAB'be adanmış olanlara] ve din adamlarına hüküm ediyorlar. Onun [kitabın] üzerine şahitler olmuşlardı. Artık, insanlardan çekinmeyin, benden çekinin ve ayetlerimi düşük bir bedele satmayın. Kim[ler], Allah'ın indirdiği ile hiç hüküm etmediyse, [bilsin ki] asıl kâfirler işte kendileridir.




45- Onlara üzerine [görev olarak] onda [Tevratta] "Can, cana karşılık; göz, göze karşılık; burun, buruna karşılık; kulak, kulağa karşılık; diş, dişe karşılıktır.¹ Yaralamalar, karşılıklıdır. Artık, kim bunu (bu kısas hakkını) bağışlarsa [bilsin ki] bu (bağışlaması) kendisine bir kefarettir. Kim[ler], Allah'ın indirdiği ile hiç hüküm etmediyse, [bilsinler ki] asıl zalimler işte kendileridir²" diye yazdık.




¹: (Tevrat | çıkış: 21:23-25)




²: Önceki ayette kafir olduklarını söylerken, bu ayetten zalim olduklarını söyleme sebebi şu olabilir:


ilkinde bir hükmün Allah'tan olduğunu bildikleri halde farklı bir şey arayanlardan bahsetmişti. Bundan dolayı onlara "gerçeği örten" denildi. Bu Ayette ise, adalet ilkesi anlatıldı. Bu adalet hükmünü bildiği halde bu hükmü engelleyen biri, mazlum birine zulüm etmiş olacağı için zalim olacaktır. Bu sebepten dolayı, bunu yapanlara "zalim" denildi.




46- Tevrat'tan, önünde bulunanları bir doğrulayan olarak Meryem'in oğlu İsa'yı onların [Nebi'lerin] izleri üzerine onların peşine taktık (gönderdik). İncili, kendisinde bir yol rehberi (hidayet) ve aydınlık (nur) varken, Tevrat'tan önünde bulunanları bir doğrulayan olarak ve korunup sakınanlar (muttakiler) için bir yol rehberi (hidayet) ve bir öğüt olarak ona [İsa'ya] verdik.




47- Bir de İncilin halkı, Allah'ın onda indirdiği [hükümler] ile hüküm etsin diye¹ [İncili, İsa'ya verdik]. Kim[ler] Allah'ın indirdiği ile hiç hüküm etmediyse, [bilsinler ki] asıl hadlerini aşanlar işte kendileridir.




¹: Mevcut okuyuş üçüncü şahıs emir kipi ile "li yahkum=ليحكم" şeklinde, yani "İncil halkı hüküm etsin" anlamındadır.



Bir başka okuma şeklinde "En li yahkum=ان ليحكم" şeklindedir. (Zamahşeri:keşşaf) çeviride bu okuyuş esas alındı.



Başka bir okuma şeklinde "liyahkume=ليحكمَ" yani "hüküm etmeleri için" şeklinde olması (kurtubi,zamahşeri:keşşaf) da bu verilen manayı destekler.




48- (O) Kitap'tan¹ önünde bulunanları doğrulayan ve ona karşı bir koruyup gözeten olarak kitabı sana Hak ile [gereğince] indirdik. Artık, onların arasında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve Hak'tan sana gelen hakkında onların keyiflerine bağlı olma. Sizden her biri için, birer kanun ve rota yaptık. Allah tercih etmiş olsaydı, sizi mutlaka bir tek toplum (ümmet) yapmıştı; fakat size verdikleri konusunda sizi sınamak için [böyle oldu]. O halde, yararlı işlerde (hayırlarda) yarışın. Topluca dönüş yeriniz sadece Allah'adır. Ardından, kendisinde ayrılığa düşmekte olduğunuz ne ise onu size haber verir.




¹: "el kitap =الكتاب" kelimesi, kökeni vahiy olan yazıların tamamını kapsar. Yani kur'an, önünde bulunanlardan sadece kökeni vahiye dayalı olanları doğrulamaktadır. Çünkü önünde bulunan kutsal metinler, insanların bozması sebebiyle tamamen ilahi kaynaklı değildir. Kur'an, sadece vahye dayalı ifadeleri tasdik eder.




Tanrının tek ve benzersiz oluşu;


Tevrat | 2. Samuel 7: 22 "Yücesin, ey Egemen RAB! Bir benzerin yok, senden başka Tanrı da yok!"




İncil | markos 12: 32 “ ‘Tanrı tektir ve O'ndan başkası yoktur’ demekle doğruyu söyledin"




Ve daha birçok kutsal kitapta kur'an ile ortak mesajlar, tek Tanrı inancı, benzer yaratılış olayları ve hükümler bulunur.




Bu benzerlik, nonteist grubun iddia ettiği gibi, bu kitapların "kopya" olduğunu değil; hepsinin aynı Allah'tan gelmiş olduğunu ispatlar. Bir sanatın başka bir sanat eserine benzemesi aynı sanatçının eseri olduğunu gösterir.




49- Aralarında, Allah'ın sana indirdiği ile hüküm et, onların keyiflerine bağlı olma ve Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmı hakkında seni fitnelemelerine [karşı] dikkatli ol diye [sana kitabı indirdik]¹. Artık, yüz çevirdiler ise, bil ki Allah, cezayı gerektiren işlerinin bazısını kendilerine isabet ettirmeyi istiyor. Doğrusu, insanlardan çoğunluğu kesinlikle hadlerini aşanlardır.




¹: "Enihkum=أن احكم" ifadesi, "kitabı indirdik" cümlesine atıf olmuştur. Sanki (وأنزلنا إليك أن أحكم) denilmiş gibidir (Fahreddin Razi)




50- Artık sadece cahiliyenin hükmünü mü arıyorlar? Yakinen-kesin olarak inanan bir millet için, hüküm bakımından Allah'tan daha güzel olan kimdir?




51- Ey inanmış olanlar! [belirli]¹ yahudileri ve [belirli] hristiyanları veliler² edinmeyin. Onlar, birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları veli edinirse [bilsin ki] kesinlikle kendisi de onlardandır. Gerçekten Allah, zalimler milletine yol göstermez.



¹: "El-yehud=اليهود" ve "En-nasara=النصارى" kelimelerinin başındaki "el=ال" takıları, belirli bir sınıf yahudi ve hristiyanlar olduklarını gösteriyor. Bu belirli sınıf da müslümanlara zulüm edenlerdir. Bunun delili Ankebut 46, Mümtehine 8-9 ayetleri ve ayetin sonundaki "Allah, zalimler milletine yol göstermez" ifadesidir.



"el=ال" takısının belirli bir sınıfı kasıt ettiğine en açık örnek tevbe 31 ve Alimran 173 ayetlerindeki kullanımlarıdır. Eğer bu ayette "yahudi ve hristiyan" şeklinde tekil gelmiş olsaydı bu durumda "el=ال" takısının cins ismi olduğunu, böylece de tüm yahudileri ve hristiyanları kapsadığını söyleyebilirdik.




²: "Veli=ولى" kelimesi rehber, otorite, idareci gibi anlamlara gelir. (müfredat : ولي, bakara 257)






52- Ardından, kalplerinde hastalık bulunanları onların içine koşuşurken, "Bize kuşatıcı bir felaket isabet etmesinden çekiniyoruz" derken görürsün. Artık, Allah'ın bir fetih veya kendi katından bir emir getirmesi umulur. Böylece de onları, kendi benliklerinde (nefislerinde) sır yaptıkları [şeyler] üzerine pişman olarak sabahlarlar.




53- İnanmış olanlar, "kesinlikle kendilerinin mutlaka ve mutlaka sizinle beraber olduklarına dair yeminlerinin gücü [ile] Allah'a ant içenler bunlar mıydı?" diyorlar. Onların [kalplerinde hastalık bulunanların] eylemleri boşa çıktı, kaybedenler olarak sabahladılar.




54- Ey inanmış olanlar! Sizden kim[ler] dininden dönüş yaparsa, [bilsin ki] Allah yakında, kendilerini sevdiği kendilerinin de onu [Allah'ı] sevdiği, inançlılara karşı daha alçak gönüllü, kafirlere [gerçeği örtenlere] karşı daha izzetli [üstün, mağlup olmayan], Allah'ın yolunda Cihad [çaba sarf] eden, herhangi bir kınayıcının kınamasından korkmayan bir millet getirecektir. İşte bu [sayılanlar] Allah'ın, kimi tercih ediyorsa ona verdiği ikramıdır. Hemde Allah, [imkanı] geniştir, devamlı bilendir.




55 - Veliniz, sadece Allah'tır, elçisi'dir, yönelişi (namazı) ayakta tutan (devam ettiren) ve rüku edenler [tevazu gösterenler]¹ olarak zekâtı veren o inanmış olanlardır.


¹: Bir kelime her zaman için gerçek manada kullanılmaz. Yerine göre mecaz manada kullanılır. Rüku, bildiğimiz namazda boyun eğme hareketidir, Tıpkı bir atın sahibine boyun eğmesi gibi. Bazen "boyun eğmek, alçak gönüllü davranmak, yumuşak başlı olmak, tevazu göstermek" gibi mecaz olarak kullanılır.(müfredat : ركع, ez zad'ul mesir)






56- Kim Allah'ı, elçisini ve inanmış olanları veli edinirse, [bilsin ki] Allah'ın taraftarları, galiplerin ta kendileridir.




57 - Ey inanmış olanlar! sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan, dininizi bir alay konusu ve oyun edinmiş olanları ve kafirleri veliler edinmeyin. Eğer, inançlı idiyseniz Allah'a (karşı gelmekten) sakının.




58- Birbirinizi yönelişe (namaza) çağırdığınız zaman, onu bir alay konusu ve oyun edinirler. İşte bu, onların Akıl etmeyen bir millet olmalarından dolayıdır.



59- "Ey kitap halkı! Sırf Allah'a, bize indirilen (vahye), bizden önce indirilen (vahye) inandık diye ve çoğunuz¹ fasık [haddini aşan] diye mi bizden hoşlanmıyorsunuz?" de.




¹: Kitap halkının hepsinin aynı olmadığı çeşitli ayetlerde anlatılmaktadır. (Alimran 113-114-115)




60- "Allah'ın katında 'eylemin getirisi' olarak bundan daha şerlisini size haber vereyim mi? Kendisine Allah'ın lanet etmiş [rahmetinden engellemiş] olduğu, kendisine gazap etmiş olduğu kendilerinden maymunlar ve domuzlar yapmış olduğu kimseler ve tağut'a kulluk etmiş kimseler¹ (evet!) işte onlar, konum bakımından daha şerlidir, yolun ortası konusunda [yolu] daha çok şaşırmıştır.



¹: "abede-t tagut=عبد الطاغوت" ifadesi, "men leanehu=من لعنه" ifadesinin mahalline atıftır. Bir başka kıraat'te "ve men abedu= ومن عبدو" şeklinde olması da bunu gösteriyor. (Zamahşeri:keşşaf)




61- Size geldikleri zaman "inandık!" dediler. Hâlbuki küfürle [gerçeği örterek] girmişlerdi ve onunla [küfürle] çıkmışlardı. Hâlbuki Allah, onların saklamakta oldukları [şeyleri] daha çok bilendir.




62- Kendilerinden çoğunu kasıtlı suç, düşmanlıklar ve [dinlerini] kökünden kazıyanı yemek konusunda yarışırlarken görüyorsun. Bulunmakta oldukları eylemler cidden ne kötüdür!



63- Rabbaniler [RAB'be adanmış kullar] ve din adamları onların kasıtlı suç (günah) söylemlerinden ve [dinlerini] kökünden kazıyanı yemekten engelleselerdi ya? Tasarlamakta oldukları cidden ne kötüdür!




64- Yahudiler, "Allah'ın eli bağlanmıştır [cimridir]¹" dediler. Dedikleri sebebiyle elleri bağlanıldı [esir edildiler]² ve lanetlendiler [rahmetten kovuldular]. Aksine, nasıl tercih ediyorsa öyle harcarken, onun iki eli[iki gücü]³ açıktır. RAB'binden sana indirilen, onlardan pek çoğunu saldırganlık ve gerçeği örtmek bakımından mutlaka artırıyor. Kıyamet gününe kadar onların arasına düşmanlıklar ve nefretler attık. Her ne zaman, harp için bir ateş yaktılar ise, Allah onu[ateşi] söndürdü⁴. Allah, bozguncuları sevmiyorken, yerde [dünyada] bozguna [teröre] hayret ediyorlar.




¹: (müfredat : غل)




²: elin bağlanması, mahsur olmak anlamındadır. Mesela, "falanca kimse bir şeyle esir alındı, bağlandı" denirken bu ayetteki kelime ile "[غل فلان]" denir. (müfredat : غل) bu ifade, kıyamet günü onların bağlanacak olduğunu ifade etmektedir (kurtubi, kadı beydavi). "Eğer ahirette olacak bir şey ise, Ayette neden gelecek zaman kipi değil de geçmiş zaman kipi kullanıldı?" sorusuna da "Olayın kesinlikle gerçekleşeceğini vurgulamak için geçmiş zaman kipi kullanılmıştır. Tıpkı 39:68; 75:8,9; 25:30; 7:44-48; 6:128; 20:125,126; 23:112-114 ayetlerinde olduğu" denebilir.




Bunun, "asıl onlar cimridir" manasında olması da mümkündür.




³: "el" arapçada mecaz olarak, güç, mülk, nimet, yetki anlamındadır. Hatta bazen zaid olarak bile kullanılabilir. (müfredat : يدي, kurtubi ) iki elden kasıt, dünyadaki yetkisi ve ahiretteki yetkisi manasında olabilir. Yahudilerin "Allah cimridir" demesinden dolayı, Allah bir nevi "ahirette de olsa dünyada da olsa cömertim. Dünyada rızık ile, ahirette de bağışlama ile cömertim" demiştir.




Bazıları "iki eli" ifadesinden hareketle Allah'ın, bir insan gibi eli olduğunu iddia ediyor olsa da anlamsız bir fikirdir. Sebebiyse arapçada eli kolu olmayan varlıklar için bile "eli, iki eli" kelimeleri "güç" manasında kullanılır. Mesela "adaletin iki eline düştü" denir ki "adaletin gücüne, mülküne düştü (yakalandı)" manasındadır (müfredat : يدي, Zamahşeri:keşşaf)






65- Kitap halkı, inanmış ve korunmuş olsaydı, mutlaka onlardan kötülükleri tamamen örtüp yok ederdik ve onları 'Naim'in cennetlerine mutlaka girdirirdik.




66- Şayet onlar Tevrat'ı, İncili ve kendilerine RAB'lerine kendilerine indirileni sürekli olarak gereğince uygulamış olsalardı, mutlaka üstlerinden (gelen nimetlerden) ve ayaklarının altından (topraktan gelen nimetlerden) yerlerdi. Onlardan orta yollu bir topluluk (ümmet) vardır. Onlardan pek çoğuna [gelince ise] onların eylemleri ne çirkindir!






67- Ey Elçi! RAB'binden sana indirileni duyur. Eğer, hiç yapmazsan, onun mesajını duyurmamış [olursun]. Allah, insanlardan seni koruyor. Kesinlikle Allah, kafirler [gerçeği örtenler] milletine yol göstermez.




68- "Ey kitap ailesi! tevrat'ı, incili ve size RAB'binizden indirilen [vahyi] sürekli olarak gereğince uygulayana kadar herhangi bir şey (din) üzerinde değilsiniz." de. RAB'binden sana indirilen [vahiy] onlardan pek çoğunu taşkınlık ve küfr [gerçeği örtüp göz ardı etme] bakımından mutlaka artırıyor. Artık, kafirler [gerçeği örtenler] milletine tasalanma.






69- Kesinlikle,¹ inanmış olanlar, yahudiliği seçmiş olanlar, sabii'ler ve hristiyanlar [evet! bunlardan]² kim[ler] Allah'a ve ahiret [son] gününe inanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş ise, onlara herhangi bir korku yoktur. Hemde onlar üzülmez bir haldedirler.




¹: bu Ayette "sâbiîler" kelimesinin, mensup olarak (sabiin= صابئين) şeklinde gelmesi gerekirken, merfu olarak (sabiun= صابؤن) şeklinde gelmesinden dolayı, bazıları gramer hatası olduğunu iddia etmiştir. Fakat bu hata değil, dil bakımından bunun birkaç izahı vardır:




Ayetteki "inne=ان" nasb edatı değildir, "evet" anlamında kullanılmıştır. Örneğin bir şair şunu demiştir:


ويقلن شيب قد علاك وقد كبرت فقلت إنه]


"[kadınlar] 'başın ağardı ve sen yaşlandın' derler. [ben de] evet (İNNEh=انه) dedim.]"


Burada "inne=إن" "evet" anlamında kullanılmıştır. (kurtubi)




Başka bir cevap şöyledir:


Burada bir takdim ve tehir vardır. [takdim ve tehir, bir cümlede özne nesne ve yüklemin, konuyu vurgulamak amacıyla yer değişmesidir. Örneğin "müminler Allah'a güvensin" cümlesi, normalde "felyetevekkelil müminune ale Allah=فليتوكل المؤمنون على الله" şeklindedir. Ancak, "müminler ANCAK Allah'a güvenir" manası vermek için "ale Allahi felyetevekkelil müminun =على الله فليتوكل المؤمنون" şeklinde bir yer değiştirme yapılabilir.]




Buna göre, ayetin takdiri şöyledir:


" والصابئون والنصارى كذلك.....


.......Sâbiîler ve Hristiyanlar da bunun gibidir" sâbiîler kelimesi, yeni bir cümlenin müptedası olduğu için merfu olmuştur. (kurtubi, zamahşeri:keşşaf)




Ibni kesir ve ubey, bu kelimeyi burada normal bir şekilde mensup okumuştur. Ibni Mesud ise (يا أيها الذين آمنوا والذين هادو والصابؤن) şeklinde muhatap alarak okumuştur (zamahşeri:keşşaf) mana olarak hepsi aynıdır.




²: burada (منهم) hazf edilmiştir (zamahşeri:keşşaf )




70- Elbetteki, İsrail'in oğullarının pekiştirilmiş anlaşmalarını almıştık ve kendilerine elçiler göndermiştik. Her ne zaman, kendilerine benliklerinin (nefislerinin) keyif almadığı [bir şey] ile bir elçi geldiyse bir grubu yalanladılar. Bir grubu ise öldürüyorlar.




71- Herhangi bir fitne [azap] olmayacağını sandılar, ardından kör ve sağır davrandılar, sonra Allah onların tevbelerini kabul etti, sonra onlardan pek çoğu (yine) kör ve sağır davrandılar. Hâlbuki Allah, onların eylemlerini bir devamlı görendir.




72- "Allah, Meryem'in oğlu Mesih'in kesinlikle ta kendisidir." demiş olanlar, elbette gerçeği göz ardı etmiştir. Mesih "Ey İsrail'in oğulları! RAB'bim ve RAB'biniz olan Allah'a kulluk edin! Doğrusu şu ki, kim Allah'a şirk [ortak] koşarsa, [bilsin ki] Allah ona cenneti haram etmiştir ve onun barınma yeri ateştir. Zalimlere hiçbir yardımcı yoktur." dedi.




73- "Allah, kesinlikle üçün üçüncüsüdür" demiş olanlar, elbette gerçeği göz ardı etmiştir. Bir tek Tanrıdan başka hiçbir Tanrı yoktur. Eğer, söyledikleri konusunda hiç son vermezlerse, onlardan¹ gerçeği göz ardı etmiş olanlara can yakıcı bir azap mutlaka ama mutlaka dokunacaktır.




¹: genelde buradaki "onlardan (منهم)" sözünün zaid olduğu söylenmiştir. Ancak tevil etmeye gerek yoktur. Kur'an'da yazan ne ise onu söylemek gerekir.




İlk başta bu sözü söyleyen kimselerin "Gerçeği göz ardı etmiş" olduğu haber verildi. Sonraki cümlede ise, bu sözü duyup da halen devam eden kimseler için "Gerçeği göz ardı etmiş" denildi. Çünkü bu sözü, bilmeden söyleyen kimseye uyarı gelmedi ise ceza verilemez. Bu Ayette ise muhatapların bu uyarıyı duyduğu halde halen bu gerçeği göz ardı etmeye devam ederlerse "gerçeği göz ardı etmiş" olacağı bildirildi. Bundan dolayı "Onlardan" diyerek sınırlama yapılmıştır.


Eğer, aksi olsaydı bugün yeterince Tevhid dinini tanımayan bir Hristiyan sadece yetiştiği ortam nedeniyle bu sözü söylüyor diye "kafir" sayılacak olsaydı, bu bir nevi adaletsizlik olurdu.




74- Artık, Allah'a tevbe etmeyecekler mi? Ondan bağışlanma istemeyecekler mi? Halbuki Allah, çok bağışlayandır, rahimdir.




75- Meryem'in oğlu Mesih ancak kendisinden önce Elçilerin gelip geçmiş olduğu bir Elçi'dir. Onun [Mesih'in] Annesi de çok dürüst bir kadındı. İkisi de yemek yerlerdi¹. Kendilerine ayetleri nasıl açıkladığımıza bakıp düşün. Sonra, [Gerçeklerden yalanlara] nasıl da baş aşağı çevrildiklerine bakıp düşün.




¹: "Mesih Tanrıdır" diyenleri ve sonraki ayetlerde geleceği üzere, Meryem'e "Tanrı" diyenleri akla davet etmek için söylenilen bir ifadedir. Bir nevi "İsa ve Meryem birer Tanrı olsaydı neden insanlar gibi yemek yesinler ki? Onlar da sizin gibi birer insan oldukları için yemek yerlerdi." denilmiştir.




76- "Allah'tan beride, sizin için ne zarara ne de faydaya [hiçbir şeye] sahip olamayan [şeylere] mi kulluk ediyorsunuz? Halbuki Allah, devamlı işitendir, devamlı bilendir." de.




77- "Ey kitap halk! Dininiz konusunda haksız yere aşırıya gitmeyin. Önceden [yolu] kaybetmiş, pek çoğuna [yolu] kaybettirmiş ve kendileri yolun eşit olanını kaybetmiş bir milletin keyiflerine uymayın!" de.




78- İsrail'in oğullarından gerçeği örtmüş olanlar, Davud'un bir de Meryem'in oğlu İsa'nın lisanı üzerine lanetlendiler [rahmetten engellendiler]. İşte bu, onların isyanları sebebiyledir. Onlar, haksızlık etmekteydiler.




79- Onlar, tanınmayan [kötülük] konusunda birbirlerini engellemezlerdi, onu [kötülüğü] yaparlardı. Yapmakta oldukları cidden ne kötüdür!




80- Onlardan pek çoğunu, gerçeği örtmüş olanları kendilerine veli (rehber) yaparken görüyorsun. Benliklerinin (nefislerinin) kendileri için önden hazırladıkları yani Allah'ın kendilerine kızması [cezası] cidden ne kötüdür! Onlar, azabın içinde kalıcıdır.




81- Şayet Allah'a, nebi'ye ve ona indirilmiş olana inanıyor olsalardı, onları veliler edinmezlerdi; ama onlardan pek çoğu hadlerini aşanlardır.




82- İnsanların, inanmış olanlara düşmanlık bakımından en şiddetlisi olarak mutlaka ama mutlaka yahudileri ve şirk [ortak] koşmuş olanları bulacaksın. Onların, inanmış olanlara sevgi bakımından en yakını olarak mutlaka ama mutlaka "Gerçekten biz, hristiyanlarız" demiş olanları bulacaksın. İşte bu, onlardan din bilginleri, ruhbanlar bulunması ve onların büyüklük taslamamalarından dolayıdır.



83- Elçi'ye indirileni işittikleri zaman, Hak'tan [geleni] tanıdıklarından dolayı, onların gözlerini yaştan dolup taşarken görürsün. "RAB'bimiz! İnandık, artık bizi şahitlerle birlikte yaz." derler.



84- "Bize ne var ki, Allah'a ve Hak'tan bize gelene inanmayalım ki? RAB'bimizin, bizi düzgün-iyi kişiler milletiyle birlikte girdirmesine umuyoruz."




85- Derken, Allah söyledikleri sebebiyle alt taraflarından ırmaklar akan, içinde kalıcı oldukları cennetler [ile] kendilerini ödüllendirdi. İşte bu, güzellik [iyilik] edenlerin karşılığıdır.




86- Gerçeği örtüp göz ardı etmiş ve ayetlerimizi [kanıtlarımızı] yalanlamış olanlar (evet!) işte onlar, kızgın ateşin (cahim) dostlarıdır.




87- Ey inanmış olanlar! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram etmeyin ve haksızlık etmeyin. Gerçekten Allah, haksızlık edenleri sevmez.




88- Allah'ın size rızık ettiklerinden helal ve temiz olarak yeyin. Kendisine inançlı olduğunuz Allah'a (karşı gelmekten) sakının!




89- Allah, yeminlerinizdeki boş-söz gelimi [söylediğiniz şeyler] sebebiyle sizi sorumlu tutmaz; ama sözleştiğniz yeminler sebebiyle sizi sorumlu tutar. O halde bunun kefareti, kendi ailenize yedirdiğinizin orta [seviyesin]den on yoksula yedirmek veya onları giydirmek veya herhangi bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır. Artık, (bunları yapmaya) hiç [imkan] bulamamış¹ kimseye üç gün oruç [tutmak gerekir]. İşte bunlar, yemin ettiğiniz zaman yeminlerinizin kefaretidir. İşte, Allah ayetlerini bunun gibi size açıklıyor. Şükür etmeniz beklenir.




¹: "bulmak" yani (وجد) fiili, bu ayetten anlaşıldığı üzere, "imkan bulamamak" anlamına da gelir.




90- Ey inanmış olanlar! İçki, kumar, dikili taşlar [putlar] ve şans okları, sadece şeytanın eylemlerinden bir kirliliktir. O halde, ondan uzaklaşın, başarılı olmanız beklenir.



91- Şeytan içkide ve kumarda sadece aranıza düşmanlıklar ve nefretler koymayı, Allah'ın hatırlatmasından (zikir'den) ve yöneliş'ten (namazdan) sizi şiddetle geri çevirmeyi istiyor. Artık, son verecek misiniz?



92- Allah'a gönülden itaat edin, elçi'ye gönülden itaat edin ve dikkatli olun. Artık, yüz çevirseniz, elçi'ye [düşenin] sadece apaçık bir duyuru olduğunu bilin.




93- İnanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş olanlara inandıkları ve düzgün-iyi eylemlerde bulundukları, sonra sakındıkları ve inandıkları, sonra sakındıkları ve güzellik [iyilik] ettikleri zaman, yemiş oldukları konusunda herhangi bir günah/yanlışa meyil ediş [mevcut] değildir. Allah, güzellik edenleri seviyor.




94- Ey inanmış olanlar! Allah, kimin gayb'ta (yalnızlıkta) kendisinden korktuğunu bilsin (açığa çıkarsın)¹ diye, ellerinizin ve mızraklarınızın kendisine ulaşacağı av'dan bir şey ile sizi mutlaka ama mutlaka sınayacaktır. Artık, kim bundan sonra hakka tecavüz ettiyse [bilsin ki] kendisi için can yakan bir azap vardır.




¹:insan eylemlerinin bilgisinin ancak ortaya çıktıktan sonra Allah tarafından bilindiğini düşünenlere göre Allah'ın bilgisi, sadece kendisinin belirlediği olaylar için vardır. Henüz ortaya çıkmayan bir eylemin bilgisi yoktur. Buradaki sınama amacı da, iradenin açığa çıkıp Allah'ın bilmesidir.




Ancak, iradenin sonucunun Allah tarafından bilindiğini düşünenlerin görüşünü kısaca şöyle anlatabiliriz;


Arapçada, "görmek(اري)", "bilmek(علم)", "korkmak(خوف )" eylemleri, birbiri yerine kullanılabilir. Örneğin fil suresinin 1. Ayetinde "RAB'binin fil ashabına ne yaptığını görmedin mi?" denilir. Halbuki peygamber bunu görmedi (لم يري) sadece, Allah'ın kendisine haber vermesi sayesinde bunu bildi (علم). Bu Ayette görmek, "bilmek" anlamındadır. Buradan hareketle, bu ayetteki "bilsin" ifadesini, "görsün, ezeli ilmi ile bildiğini görsün (açığa çıkarsın)" şeklinde anlamak mümkündür.




95- Ey inanmış olanlar! Siz ihramlı iken av'ı öldürmeyin! Kim onu [av'ı] kasten öldürürse, işinin vebalini tatması için, kabe'ye ulaşacak bir hediye [kurbanı] olarak, kendisine adalet sahibi iki [kişinin] hüküm edeceği sağmal hayvan[türün]den öldürdüğünü misli veya bir kefaret yani yoksulları doyurmak veya buna denk bir oruç tutmak onun¹ [öldürenin] cezasıdır. Allah, geçmişi affetti. Kim, tekrar (aynı hatasına) dönerse Allah kendisinden intikam alır. Allah, daima üstündür, intikam sahibidir.



¹: "cezauhu=جزاؤه" şeklinde de okunmuştur (Zamahşeri:keşşaf). Bu okuyuş diğerlerine göre daha açık olduğu için tercih edildi.




96- Size ve kafilelere bir geçimlik olarak, Denizin av'ı ve yemeği sizin için helal kılındı. İhramda olduğunuz sürece, karanın av'ı size haram kılındı. Kendisine doğru bir araya toplanmakta olduğunuz Allah'a (karşı gelmekten) sakının.




97- Allah; kutsal ev olan kabe'yi, kutsal ay'ı (ayları)¹, hediye [kurbanı] ve [kurbanlıkların] kolyelerini insanlar için bir kalkınma yaptı. İşte bunlar, Allah'ın göklerde ve yerde bulunanları bildiğini ve Allah'ın her şeyi bir devamlı bilen olduğunu bilmeniz içindir.




¹: cins ismi olarak "bütün kutsal aylar" manasında olabilir. (Zamahşeri:keşşaf)




98- Allah'ın sonucunun [cezasının] çok şiddetli olduğunu ve Allah'ın çok bağışlayan olduğunu, bir rahim olduğunu bilin.




99- Elçi'ye ancak duyurmak [düşer]. Hâlbuki Allah, açığa vurduğunuzu ve gizlediğinizi biliyor.




100- "Pis olan ve temiz olan, pis olanın çokluğu hoşuna gitmiş olsa bile, eşit olmaz. Artık, Allah'a (karşı gelmekten) sakının ey sağlıklı akıl sahipleri! Başarılı olmanız beklenir." de.




101- Ey inanmış olanlar! Sizin için açığa vurulursa sizi üzecek şeyler hakkında sormayın. Kur'an'ın [kısım kısım] indirilişi sürecinde onlar [o şeyler] hakkında sorarsanız, sizin için açığa vurulur. Allah, onları [o şeyleri] affetti. Allah çok bağışlayandır, bir halimdir.




¹: Kur'an yetmişten fazla ayette "Akıl etmez misiniz? Düşünmez misiniz? Atalarınız yanlış yolda olabilir, düşünün, araştırın" mealindeki emirleri ile ve sorgulayan müslümanlara örnek olarak kehf dostlarını (Ashabı kehf'i) örnek vererek (kehf 14-15 ayetleri) sorgulamaya teşvik eder. Bu Ayette sorgulamayı yasaklayan bir ifade yoktur, açıklandığı taktirde, hoşa gitmeyecek, pişman edecek ve yükü daha da ağır bir hale getirecek olan konular hakkında sormak yasaklanmıştır.


bakara suresinin 67-71 ayetlerinde, İsrail oğullarının, kesilecek kurban hakkında aşırı detay sorarak işin içinden çıkılamaz bir hale getirmeleri örnek verilebilir. Eğer kendilerine kurban emir edildiği anda hemen kesmiş olsalardı durum kendileri için zorlaşmayacaktı.



Bu çıkarımın doğru olmadığını düşünenlere bu ayetle ilgili şu rivayetler de örnek verilebilir:




Bir rivayete göre: peygamber herkese sorduğu sorunun cevabını vermek üzere yüksek bir yere çıkmıştı. Birisi, "benim babam kim?" diye sorunca, peygamber ona babasının ismini vermişti. O şahsın annesi de "sen, annenin cahiliye kadınları gibi olmadığına (zina yoluyla seni dünyaya getirmediğine) nasıl emin olabilirsin? Eğer öyle yapmış olsaydım beni herkesin içinde rezil edecektin" demiştir (kurtubi) mesela bu olay, Ayette "sizin için, açığa vurulduğunda sizin için çirkin olacak..." ifadesini destekliyor.




Hac emri verildiği zamanda, birisi peygambere ısrarla "her sene mi?" diye sormuştu. Peygamber ilk başta cevap vermese de, ısrarın üzerine "hayır, ancak 'evet' demiş olsaydım, her sene farz olurdu ve siz buna güç getiremez, bundan dolayı günahkar olurdunuz" demişti (kurtubi, mevdudi)




Peygambere isnat edilen şu hadis de bu konuyu destekler:




“Herhangi bir konuyu size emredip yasaklamadığım sürece, siz de beni kendi halime bırakınız. Sizden önceki ümmetleri çok sual sormaları ve peygamberlerine karşı münakaşaya dalmaları helâk etti. Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi emrettiğimde de onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz.” (Buhârî, İ’tisâm 2; Müslim, Hac 412, Fezâil 130-131. Ayrıca bk. Tirmizî, İlim 17; Nesâî, Hac 1; İbni Mâce, Mukaddime 1)



102- Sizden önceki bir millet onlar [o şeyler] hakkında sormuştu sonra onlardan dolayı kafirler [gerçeği örtenler] olarak sabahlamışlardı.




103- Allah bahire'den, saibe'den, vasile'den ve ham'dan¹ herhangi bir (kanun) yapmamıştır; fakat gerçeği örtmüş olanlar, Allah'ın üzerinden (bu) yalanı uyduruyor. Onların çoğunluğu akıl etmiyor.




¹: bu kelimelerin anlamları hakkında birçok yorum yapılmıştır. Mesela bahire: on doğum yapan devenin serbest bırakılmasını anlatır. Bu deveye binilmez ve yük yüklenmez. Saibe: merada serbest bırakılan devedir. Sudan ve yemden men edilmez. Deve beş defa doğurduğu zaman bu şekilde serbest bırakılır. (müfredat : بحر, سيب) anlamları ne olursa olsun, bunlar Arapların kendi kendine uydurduğu şeylerdir. Bu Ayette, insanların kendi kendine hükümler uydurup bu hükümlere bağlılığı eleştiriliyor.




104- kendilerine "haydi Allah'ın indirdiğine ve elçisi'ne gelin!" denildiği zaman, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz ne ise o bize yeterli" dediler. Ataları hiçbir şey bilmiyor ve yol bulamıyor olsalar da mı?¹




¹: Bu ayet, sorgulayan müslüman olmaya sevk eden bir ayettir. İnsanların geneli, bulunduğu coğrafyanın inancını tercih etmektedir. Bu nedenle atalarımızın yoluna, bulunduğumuz coğrafyanın yoluna ve inancına değil; sadece delillere bakmalıyız. Delilin götürdüğü yere gitmeliyiz. Sorgulayan inanca karşı çıkanlar, bu ayetten bihaberdir.




105- Ey inanmış olanlar! Kendi benliklerinize [bakma sorumluluğu] size [düşer]. Siz yol bulduğunuz/aradığınız¹ zaman, yolu kaybetmiş kimse[ler] size zarar veremez. Topluca dönüş yeriniz sadece Allah'adır. Ardından, bulunmakta olduğunuz eylemlerinizi size haber verir.



¹: "ihtida=اهتداء" çoğunlukla "doğru yolu bulmak" anlamında olsa da bazen "doğru yolu aramak" anlamına da gelir. (müfredat: هدى)



106- Ey inanmış olanlar! Vasiyet sürecinde birinize ölüm geldiği zaman, aranızdaki bir şahitlik¹, sizden adalet sahibi iki kişinin veya siz yerde yolculuk yaptınız da ardından ölümün felaketi size isabet ettiyse sizin haricinizden [sizden olmayan] diğer iki kişinin [şahitliğidir]. Eğer şüphelendiyseniz, yöneliş'ten (namazdan) sonra o ikisini alıkoyarsınız, böylece o ikisi "Herhangi bir yakınlık sahipleri olsalar bile, onu [yeminimizi] herhangi bir paraya satmıyoruz ve Allah'ın şahitliğini gizlemiyoruz. Kesinlikle biz [bunu yaparsak] o zaman [bilin ki] mutlaka kasıtlı suçlulardanız" [diye] Allah'a yemin ederler.


¹: "şehadetun beynekum=شهادةٌ بينَكم" olarak da okunmuştur (Zamahşeri:keşşaf) bu okuyuşa göre çeviri yapıldı.




107- Artık, o ikisinin bir kasıtlı suça layık [o suçu işlemiş] oldukları açığa çıktıysa, onlara karşı hak istemiş olanlardan (mirasçılardan) o [suçlu] iki kişinin yerine geçen, [ölene] daha yakın iki kişinin [şahitliği gerekir]. Ardından "Kesinlikle ikimizin şahitliği, o ikisinin şahitliğinden daha hak'tır [uygundur]. İkimiz, haksızlık etmedik. Kesinlikle biz [bunu yaparsak] o zaman kesinlikle biz zalimlerdeniz." [diye] Allah'a yemin ederler.¹




¹: Bu Ayet gramer ve hüküm bakımından kur'an'ın en zor ayetidir. (kurtubi)




108- İşte bu, şahitliği kendi yüzüne [usulüne] göre [yerine] getirirsiniz diye veya onların yeminlerinden sonra bir takım yeminlerin reddedilmesinden korkarsınız diye en yakındır. Allah'a (karşı gelmekten) sakının ve dinleyin. Allah, hadlerini aşanlar milletine yol göstermez.




109- Allah'ın elçileri toplayacağı günü [an]. Ardından [Allah] "Ne cevap aldınız?" der. Onlar "Bizi ait hiçbir bilgi yoktur. Kesinlikle sen, Gayb'ları [gizlilikleri] çokça bilensin" derler.¹




¹: Allah, her şeyi en iyi bilen olduğu halde bu soruyu, insanları şahit etmek için soruyor. Bilmediğinden değil. Zamahşeri bu olayı şöyle güzel bir misal ile özetler:




Bir kral kendisine karşı isyana kalkan isyancıların bir mağdura yaptıklarını bildiği halde, hesap sormak ve suçluyu azarlamak için isyancıları ve mağduru huzuruna çağırır. Suçlunun mağdura ne yaptığını bilmesine rağmen suçluyu azarlamak için mağdura "bu isyancı sana ne yaptı?!" diye sorar. Mağdur kişi, suçu krala havale etmek, ona olan güvenini belirtmek ve başına gelen felaketin büyüklüğünü belirtmek için "onun bana ne yaptığını zatı alileri daha iyi bilir efendim" der.




110- Bir zamanlar Allah, "Ey Meryem'inoğlu İsa! Sana ve annene olan nimetimi hatırlayıp an! Hani sen beşikte iken ve genç olarak insanlarla konuşurken seni 'Kutsal ruh (Ruh'ul kudüs)' ile güçlendirmiştim. Hani sana kitabı, hikmeti, tevratı ve incili öğretmiştim. Hani benim iznim sayesinde kuşun biçimini çamurdan yaratıyor, ardından onun içine üflüyordun, böylece benim iznim sayesinde bir kuş oluyordu. Körü ve cüzzam hastasını iznim sayesinde iyileştiriyordun. Hani benim iznim sayesinde ölüleri çıkarıyordun. Hani İsrail'in oğullarını senden çekmiştim. Hani açık kanıtlarla onlara gelmiştin, onlardan gerçeği örtmüş olanlar "Bu ancak apaçık bir sihirdir" demişti.




111- Hani havarilere "Bana ve elçime inanın!" diye vahiy etmiştim. Onlar "İnandık, bizim müslümanlardan [teslim olanlardan] olduğumuza şahit ol." demişlerdi.




112- Hani havariler "Ey Meryem'in oğlu İsa! RAB'bin, üzerimize kısım kısım bir 'Maide [sofra]' indirebilir mi?" demişlerdi. [İsa] "İnançlı idiyseniz, Allah'tan sakının!" dedi.




113- Onlar "ondan [Maide'den] yemeyi, kalbimizin tatmin olmasını, bize doğru söylemiş olduğunu bilmeyi ve bunlara karşı şahitler'den olmayı istiyoruz" dediler.




114- Meryem'in oğlu İsa, "Ey Allah'ım¹! RAB'bimiz! Bizim için gökten, öncekilerimize-öncülerimize ve sonrakilerimize-diğerlerimize bir bayram ve senden bir ayet [mucize] olacak [topluca]² bir 'Maide' indir. Sen, rızık verenlerin en iyisi (hayırlısı) olarak bizi rızıklandır." dedi.




¹: buradaki (اللهم) kelimesi "Ey Allah'ım"şeklinde bir sesleniş manasındadır. (Zamahşeri:keşşaf)




²: buradan if'al babından (أنزل) derken, önceki ayetlerde tef'il babından (ينزل) denilmişti. Sanki bir nevi şöyle deniliyor "havariler kısım kısım indirilmesini istemişti, isa ise onların istediğinin daha fazlasını hemen topluca verilmesini istemişti"




115- Allah "Kesinlikle ben onun [Maide'nin] üzerinize kısım kısım indiricisiyim. [bundan] sonra sizden kim gerçeği örterse, [bilsin ki] kesinlikle ben kendisine âlemlerden [varlıklardan] herhangi birine kendisini uygulanmadığım bir azap olarak mutlaka azap ederim." dedi




116- Bir vakit, Allah "Ey Meryem'in oğlu İsa! İnsanlara sen mi "Allah'tan beride beni ve annemi iki Tanrı edinin¹" dedin?" demişti². [İsa] "seni tenzih ederim. Bana herhangi bir hak olmayanı söylemek, benim için [mümkün] olmaz. Eğer, onu söylemiş idiysem sen onu bilmişsindir. Benliğimde (nefsimde) olanı bilirsin; ben senin benliğinde (nefsinde) olanı bilmem. Gerçekten sen, Gayb'ları çokça bilensin." demişti.




¹: İncil veya tevratta böyle bir emir yoktu. Ama Hristiyanlar arasında bu şekilde bir inanca sahip olanlar vardı. Hristiyanlardan yehova şahitleri bu konuda şunu söylerler:




Kutsal Kitap Tanrı’nın ezelden ebede kadar var olduğunu söyler (Mezmur 90:1, 2; 93:2). Tanrı’nın bir başlangıcı olmadığı için bir annesinin olması da mümkün değildir. Üstelik Meryem Tanrı’yı rahminde taşımış olamaz, çünkü Kutsal Kitap göklerin bile O’nu alamadığını açıklar (1. Krallar 8:27).




Meryem’e özel bağlılık gösterilmesiyle ilgili ilk belirtiler MS dördüncü yüzyılın sonlarında görülür. Bu tarihlerde Katolik Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğu’nda devlet dini olmuştu. Bunun sonucunda geçmişte putperest olan birçok kişi sözde Hıristiyan haline geldi. Aynı zamanda kilise Kutsal Yazılarla çelişen üçleme öğretisini benimsedi.




Üçleme öğretisi yüzünden kilise üyelerinin çoğu, İsa Tanrı ise Meryem’in de Tanrı’nın annesi olduğu sonucuna vardı. MS 431’de Efesos’taki bir kilise konsili resmen Meryem’in “Tanrı’nın Annesi” olduğunu ilan etti. Bu konsilden sonra Meryem’e aşırı bağlılık gösterme, hatta Meryem’e tapınma yaygınlaştı. Pagan kökenli kişiler kiliseye katıldıkça, Artemis (Roma dininde Diana) ve İsis gibi bereket tanrıçalarının yerini Bakire Meryem tasvirleri ve ikonları aldı.




MS 432’de, Papa III. Sixtus Roma’da “Tanrı’nın Annesi” onuruna bir kilise inşa edilmesini emretti. Bu kilise, Roma’nın doğum tanrıçası Lucina onuruna dikilmiş eski tapınağa yakın bir alanda inşa edildi. Bir yazar bu kiliseyi, “Roma’nın Hıristiyanlaşmasından sonra paganlara ait Yüce Ana tapınmasının Meryem tapınmasına dönüşmesinin kalıcı simgesi” olarak tanımlar (Mary—The Complete Resource).(jw org)




²: kur'an'da bazen geçmiş zaman kipi ile geleceği anlattığı görülür. Bu ayetlerde anlatılan olaylar kıyamet günü olacak olsa da, kesinlikle olacağımı belirtmek maksadıyla "olmuş" gibi anlatılıyor.




117- "Kendilerine ancak bana emir ettiğin [şeyleri] söyledim yani RAB'bim ve RAB'biniz olan Allah'a kulluk edin!" [dedim]. Onların içinde bulunduğum sürece onlara karşı devamlı şahittim. Ardından, beni vefat ettirdiğin zaman sen onların üzerinde bir devamlı gözetleyiciydin. Hemde sen, her şeye devamlı bir şahitsin."



118- "Onlara azap edersen [bilirsin ki] kesinlikle onlar senin kullarındır; eğer kendilerini bağışlarsan sen daima üstünsün, hakimsin/hikmetlisin."




119- Allah "Bu, dürüstlere dürüstlüklerinin fayda vereceği gündür. Kendileri için alt taraflarından ırmaklar akan, içinde kalıcı oldukları cennetler vardır. Allah onlardan razı oldu; onlar da ondan razı oldu. İşte bu, çok büyük bir başarıdır." dedi.




120- Kendisi her şeye imkanı olan iken, göklerin, yerin [tüm evrenin] ve ikisinin arasındakilerin (içindekilerin) yönetimi sadece Allah'ındır.


4.441 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page