top of page

7- Araf suresi (hubeyb Öndeş meali)

Güncelleme tarihi: 1 Mar 2023


1-3- 'Elif, Lam, Mim, Sad' sana indirilen bir kitaptır.¹ Artık, onunla[bu kitapla] uyarıyorsun diye, ondan [kitaptan] yana göğsünde bir darlık olmasın. İnançlılar için bir hatırlatma; RAB'binizden size indirilene bağlı olun; ondan berideki velilere(rehberlere) bağlı olmayın. Pek az öğüt alıyorsunuz!


¹: "Elif, lam, Mim, sad" ifadesi öznedir, çünkü "kitap" [كتاب] kelimesi haber olarak merfudur. Ya da takdiri bir "Bu" [هذا] işaret zamirinin haberidir.


"Elif, lam, Mim, sad" harflerinin "Ben Allah'ım, daha çok bilirim ve açıklarım" [أنا اللّه أعلم وَأفصِّلُ] ifadesinin kısaltılmış hali olması da mümkündür. (zeccac: meani-l kur'an)


4- Kent[ler]den kaç tanesini helak ettik! Kederimiz(azabımız), ona [halkına¹] geceleyin hemde kendileri öğlen dinlenmekte iken geldi.


¹: "Halkına" [أهل] ifadesi [yani muzaf] hazf edilmiştir. (kurtubi)


5- Perişan edişimiz (azabımız) geldiği vakit duaları "kesinlikle biz zalimlerdik!" demekten başkası olmadı.


6- Kendilerine gönderilmiş olanlara mutlaka ama mutlaka soracağız¹; gönderilmiş olanlara da mutlaka ama mutlaka soracağız.


¹: Allah'ın ne cevap verileceğini bildiği halde sorması, onları azarlamak, suçlarına kendilerini şahit ettirmek içindir (Zamahşeri:keşşaf)



7- Kendilerine bir bilgi ile mutlaka ama mutlaka anlatacağız. Biz Gaibler[kaybolanlar] değildik.


8- Terazi o gün Haktır. O halde tartıları ağır gelen kimseler (evet!) işte onlar başarılı olanlardır.


9- Tartıları hafif gelen kimseler (evet!) işte onlar ayetlerimize [mucizelerimize] zulüm etmelerinden dolayı kendi benliklerini kayba uğratanlardır.


10- Elbetteki sizi yerde [dünyada] yerleştirmiştik-imkan sağlamıştık. Onda [yerde] sizin için yaşam araçları yaptık. Pek az şükür ediyorsunuz.


11- Elbetteki, sizi yaratmıştık sonra sizi şekillendirmiştik sonra meleklere "Adem'e secde edin!" dedik hemen secde ettiler. Ancak iblis¹ hariç, o secde edenlerden hiç olmadı.


¹: iblis, meleklerden değildir. (kehf 50. Ayet) ancak burada tağlip sanatı olduğu için ayriyeten "iblis'e de secde et, dedik" yazmasına gerek kalmamıştır. Çoğunlukta melekler olduğu için meleklerle birlikte aralarında bir cin olan iblis de muhatap olmuştur (zamahşeri:keşşaf bakara 30)



12- "Sana emir ettiğim zaman, seni secde etmemeye sevk eden¹ nedir?" dedi. [iblis] "Ben ondan [Ademden] daha iyiyim. Beni bir ateşten yarattın; onu [Ademi] bir çamurdan² yarattın" dedi


¹: (Müfredat: منع)


²: Enam 2. Ayetin dipnotuna bakınız.


13- "O halde [değersizleşir bir halde]¹ in oradan! Artık, orada büyüklenme [hakkı] senin için [mümkün] olmaz. Artık çık, gerçekten sen, küçüklerdensin." dedi.


¹: bu Ayetteki (اهبط) fiili, seviyeyi düşürerek inmek, alçalmak manasındadır (müfredat : هبط)


14- [iblis] "Yönlendirilecekleri/yeniden diriltilecekleri güne kadar beni beklet." dedi.


15- "Kesinlikle sen bekletilenlerdensin" dedi.


16-17- [iblis] "Beni mahvetmen¹ sebebiyle senin dosdoğru yoluna onlar [insanlar] için mutlaka oturacağım. Sonra önlerinden, arkalarından, sağ taraflarından ve sol taraflarından mutlaka kendilerine geleceğim. Onların çoğunu şükür edici olarak bulamazsın." dedi.


¹: buradaki (غوي) fiili bir yoruma göre "yaşamı bozmak" manasındadır (müfredat : غوي)


18- [Allah] "Yerilmiş ve uzaklaştırlmış bir halde çık ondan! Gerçekten, onlardan sana bağlı olmuş kimseler [bilsinler ki] cehennemi mutlaka ama mutlaka sizden topluca dolduracağım." dedi.


19- "Ey Adem! Sen ve eşin cenneti yurt edin. Ardından tercih ettiğiniz yerden yeyin; bu ağaca yaklaşmayın. Aksi halde zalimlerden olursunuz."


20-21- Ardından şeytan, kendilerinden örtülmüş olan edep yerlerini kendilerine göstermek için kendilerine kötü düşünceler fısıldadı ve "RAB'biniz, sırf iki melek olursunuz veya kalıcılardan olursunuz diye sizi bu ağaçtan engelledi." dedi. O ikisiyle "Kesinlikle ben, ikiniz için mutlaka nasihat edenlerdenim." [diye] antlaştı.


22- [şeytan] ikisinin aldatmayla [seviye olarak] aşağı sarkıttı.¹ Ağacı tattıklarında, edep yerleri kendileri için açığa çıktı ve cennetin [bahçenin] yaprağından kendilerine yamamaya başladılar. RAB'leri o ikisine "İkinizi de (bu) ağaçtan engellemedim mi? ve ''Şeytan, siz ikiniz için apaçık bir düşmandır'' demedim mi?" diye seslendi.


¹: "Ağaçtan yeme seviyesine indirdi" anlamındadır. (Zamahşeri:keşşaf)


23- O ikisi "RAB'bimiz! kendi benliğimize zulüm ettik. Eğer, bizi hiç bağışlamaz ve bize rahmet etmezsen kesinlikle kaybedenlerden oluruz." dediler.


24- [RAB'leri] "Bazınız, bazınıza düşman olarak [değersizleşir bir halde] inin. Sizin için yerde bir süreye kadar barınma ve bir geçim vardır." dedi.


25- "Onda[yerde] yaşarsınız, onda[yerde] ölürsünüz ve ondan[yerden] çıkarılırsınız." dedi.


26- Ey Ademin oğulları! Size, edep yerlerinizi örten bir elbise, bir tüy [süs] ve 'korunup sakınma' elbisesi¹ indirdik. İşte bu, daha iyidir(hayırlıdır). İşte bu, Allah'ın ayetlerinden[mucizelerinden]'dir. Öğüt almaları beklenir.


¹: "libasu-t takve=لباس التقوى" ifadesi, öncesinde geçen "bir elbise, bir tüy" sözüne atıf olarak mensup olarak yani "libasE-t takve=لباسَ التقوى" şeklinde de okunmuştur. (zamahşeri:keşşaf) çeviri buna göre yapıldı.


"elbise" mecazdır.


27- Ey Ademin oğulları! Şeytan, kendilerine edep yerlerini göstermek için kendilerinin elbiselerini kendilerinden çekip çıkararak cennetten çıkardığı gibi sizi de fitnelemesin[belaya çekmesin]. Kesinlikle o [şeytan] ve kabilesi sizin onları görmediğiniz yerden sizi görüyor. Kesinlikle biz, şeytanları inanmayanlar için veliler (rehberler) yaptık.


28- Onlar herhangi bir çirkin iş yaptıkları zaman "Atalarımızı, bunun üzerinde [bu çirkin fiili yaparken] bulduk ve bunu [çirkin fiili] bize Allah emir etti" dediler. "Allah, çirkin işi emir etmez! bilmediğiniz [şeyleri] Allah'ın üzerinden mi söylüyorsunuz?" de.


29-30- "RAB'bim hakkaniyeti emir etti. Her bir secde zamanlarında/mekanlarında yüzünüzü [kıbleye] doğrultun ve dini ona [RAB'bime] adayanlar olarak ona dua edin." de. (Yaratmada) size ilk başladığı gibi, doğru yolu bulmuş bir grup olarak ve kendilerine dalalet [doğru yoldan sapma] kendilerine hak olmuş bir grup olarak tekrar iade olacaksınız. Gerçekten onlar, Allah'tan beride şeytanları veliler edindiler. Kendilerinin doğru yolu bulanlar olduklarını sanıyorlar.


31- Ey Ademin oğulları! Her bir secde zamanında/yerinde, süsünüzü¹ alın. Yeyin, için ve israf etmeyin. Kesinlikle o [Allah], israfçıları sevmiyor.


¹: süs ile, güzel kıyafet kasıt edilir. Bazı Arapların kabe'yi(secde yerini) elbiseleri olmaksızın tavaf etmelerine karşı inmiş bir ayettir. (müfredat : زين) Nur 31. Ayette kullanılan "süs" kelimesi de burada kasıt edilenin elbise olduğunu doğrular. Ayette "her bir secde yerinde (عند كل مسجد)" demesi bunun kabe ile sınırlı olmayıp her bir ibadet yerinde geçerli olduğunu göstermektedir. Bu da namazda edep yerlerinin kapatılması gerektiğinin (setri avret) kanıtıdır.


32- "Allah'ın, kullarına çıkardığı süsü ve rızıktan temiz olanlarını kim haram etti?" de. "O [süs ve temiz rızık] ahiret gününde (kendilerine) mahsus olarak dünya hayatında inanmış olanlara aittir" de. İşte, bilen bir millet için ayetleri bunun gibi açıklıyoruz.


33- "RAB'bim sadece fuhuşları[çirkin işleri] -ondan açığını ve gizlisini-, kasıtlı suçu, haksız yere sınırı aşmayı istemeyi, kendisine hiçbir yetkiyi-delili [kısım kısım] hiç indirmediği [şeyleri] Allah'a şirk koşmanızı [ortak kabul etmenizi] ve bilmediğiniz [şeyleri] Allah'ın üzerinden söylemenizi haram etti." de.


34- Her bir topluluk için bir süre sonu vardır. Artık, süre sonları gelince bir saat olarak ertelemeyi isteyemezler ve öne almayı isteyemezler.


35- Ey Ademin oğulları! Eğer, Ayetlerimizi size anlatan sizden olan elçiler size gelirse, bu halde kimler korunup sakınır ve (halini) düzeltirse kendilerine herhangi bir korku yoktur, kendileri üzülmezler.


36- Ayetlerimizi [mucizelerimizi] yalanlamış ve onlar [ayetlerimiz] hakkında büyüklük taslamış olanlar (evet!) işte onlar ateşin dostlarıdırlar, onun [ateşin] içinde kalıcıdırlar.


37- Allah'ın üzerinden bir yalan uyduran veya onun ayetlerini yalanlamış kimse[ler]den daha zalim kimdir? İşte onlara kitaptan (yazılı cezalardan) nasipleri ulaşır. Nihayet elçilerimiz onları vefat ettirerek geldikleri onlara geldikleri zaman "Allah'tan beride dua etmekte olduklarınız nerede?" dediklerinde "Bizden kaybolup gittiler." dediler. Kendi benliklerine karşı 'kendilerinin kâfirler [gerçeği örtenler]' olduklarına şahitlik ettiler.


38- "Sizden önce gelip geçmiş cinden ve insandan (oluşan) toplukların içinde ateşin içine girin." dedi. Her ne zaman bir topluluk (ateşe) girdiyse, kardeşine lanet etti. Sonunda topluca onda [ateşte] bir araya biriktikleri zaman sonrakiler öncekiler için ''RAB'bimiz! bunlar bize yolu kaybettirdi. O halde onlara ateşten bir kat (daha) azap ver.'' dediler. [RAB'leri] ''Her biri için bir kata (daha) vardır;fakat siz bilmiyorsunuz.'' dedi.


39- Öncekiler de sonrakiler için "Bize karşı herhangi bir üstünlükten(payınız) yoktu. O halde elde etmekte olduklarınız sebebiyle azabı tadın!" dediler.


40- Ayetlerimizi [mucizelerimizi] yalanlamış ve onlar [ayetlerimiz] hakkında büyüklük taslamış olanlara [gelince] kesinlikle onlara göğün kapıları açılmaz. Deve, iğnenin deliğinin içinden geçene kadar cennete giremezler. İşte suçluları bunun gibi cezalandırıyoruz.


41- Onlar için cehennemden bir hazırlanmış yer ve üstlerinden örtüler¹ vardır. İşte, zalimleri bunun gibi cezalandırıyoruz.


¹: ''Gıveşun=غواشٌ'' şeklinde merfu olarak da okunmuştur (Zamahşeri:Keşşaf) çeviri buna göre yapıldı.


42- İnanmış ve düzeltici eylemlerde bulunmuş kimselere [gelince] herhangi bir canlıya kendi genişliğinden [gücünden] başka [sorumluluk] yüklemeyiz. İşte cennetin dostları olanlar onlardır. Onda [cennette] kalıcıdırlar.


43- Onların alt taraflarından ırmaklar akarken göğüslerinde kinden/düşmanlıktan ne varsa çekip çıkardık. "Övgü, bizi buna yumuşakça ileten Allah'a aittir. Allah'ın yol göstermesi olmasaydı biz doğru yolu bulanlar asla olamazdık. Elbetteki RAB'bimizin elçileri hakkı [gerçeği] getirmişti.'' dediler. ''Bulunmakta olduğunuz eylemlerden dolayı kendisine mirasçı olduğunuz cennet işte budur!'' diye kendilerine seslenildi.


44- Cennetin dostları, ateşin dostlarına "RAB'bimizin bize hak olarak söz verdiğini (cenneti) bulmuş bulunuyoruz. Artık RAB'binizin size hak olarak söz verdiğini (ateşi) buldunuz mu?" diye seslendi. Onlar [ateşin dostları] "evet" dediler. Ardından bir ilancı"Allah'ın laneti [rahmetinden engellemesi] zalimlerin üzerinedir!" diye onların arasında ilan etti.


45- O [zalimler] ki, Allah'ın yolundan engelliyorlar. ahirete karşı kafirler [gerçeğini örtenler] olarak, onda [Allah'ın yolunda] bir eğrilik(hata) arıyorlar.


46- ikisinin [cennetin dostlarının ve ateşin dostlarının] arasında bir perde/duvar vardır. Araf'ın [perdenin yükseklerinin] her birini simaları [işaretleri] ile tanımakta olan kişiler¹ vardır. Umdukları halde ona [cennete] hiç girmemiş iken cennetin dostlarına ''Esenlik üzerinize olsun!'' diye seslendiler.


¹: ''Rical=رجال'' kelimesi, normalde sadece erkekler için kullanılmaktadır. Ancak, tağlip yoluyla kadını da kapsaması mümkündür (müfredat : رجل, el mizan) kelime gerek sözlüklerde manası olsun gerekse kur'an'da kullanımı olsun, "kişiliği tam" olan erkekler için kullanılıyor (müfredat : رجل) buradan anladığımız kadarıyla, Araf bölgesinde bulunan kişilerin üstün kişiler olması daha mantıklıdır. Doğrusunu Allah daha iyi bilir.


47- Bakışları ateşin dostlarının yönüne çevrildiği zaman "RAB'bimiz! bizi zalimler miletiyle beraber sayma [azaba dahil etme]!" dediler.


48-49- Araf'ın [yükseklerin] dostları, simaları [işaretleri] ile tanımakta oldukları bir takım kişilere seslendiler. "Ekibiniz ve büyüklük taslamakta olmanız yeterli gelmedi. ''Allah kendilerini herhangi bir Rahmete eriştirmez'' [diye] ant içtiğiniz bunlar mıydı?'' dediler. [Allah] "Girin cennete! siz üzülmeyecek bir haldeyken size herhangi bir korku yoktur." [dedi].¹


¹: Aynı ayetin içinde herhangi bir ''dedi'' ifadesi olmadığı halde iki farklı kişinin sözünün tek cümle gibi aktarılması durumu Araf 110. ayette de görülür. Okuyucu tarafından kimin konuştuğu rahatça anlaşılmaktadır.


50- Ateşin dostları cennetin dostlarına "(şu) sudan veya Allah'ın sizi rızıklandırmış olduklarından bize taşırın." diye seslendi. [Cennetin dostları]"kesinlikle Allah, onları kafirlere [gerçeği örtenlere] haram etti." dediler.


51- [kafirler] ki, dinlerini bir oyalanma ve oyun edindiler. Dünya [ilk] hayatı onları kandırdı. Artık bugün kendilerini unutuyoruz [umursamıyoruz]¹, tıpkı bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve ayetlerimizi [mucizelerimizi] bile bile reddetmekte oldukları gibi...


¹: ''unutmak'' [نسيان] "umursamamak" manasında kullanılmıştır. Çünkü bu kelime ''kasten [hafızada] tutmayı terk etmek'' manasında da kullanılır. (Müfredat:نسي)


52- İnançlı bir millet için bir bilgi üzerine kendisini açıkladığımız¹, doğru yol rehberi (hidayet) ve bir rahmet olan bir kitabı elbetteki size getirmiştik.


¹: "fessalnehu=فصلناه" ifadesi "feddalnehu=فضلناه" şeklinde yani "[diğer bütün kitaplardan] üstün kıldık" şeklinde de okunmuştur (Zamahşeri:keşşaf)


53- Onlar onun tevilinden [söz verdiği azaptan] başkasını beklemiyor.¹ Onun tevilinin geldiği gün önceden onu unutanlar [umursamayanlar] "RAB'bimizin elçileri gerçeği getirmiş! Artık bizim için şefaatçi'ler var mı ki bize şefaat etsinler? veya geri çevrilir miyiz ki bulunmuş olduğumuzdan başka eylemlerde bulunalım?" derler. Kendi benliklerini (nefislerini) kayba uğramışlardır ve uydurmakta oldukları kendilerinden kaybolup gitmiştir.


¹: "hel=هل" burada "Ma=ما" anlamındadır.


54- Gerçekten RAB'biniz altı günde [evrede]¹ gökleri ve yeri (evreni) yaratmış sonra arşı[yönetimi]² hükümranlığı altına almış³ olan Allah'tır. Geceyi, aceleyle kendisini istediği gündüze bürüyor. Güneş, ay ve yıldızlar⁴ onun [Allah'ın] emriyle hizmete sunulmuştur. Dikkat! Yaratma ve emir yalnız ona aittir. Alemlerin [varlıkların] RAB'bi Allah ne şanlıdır!


¹: "gün" kelimesi kur'an'da "evre" manasındadır. Örneğin çoğu Ayette "yevmu-l kıyamet =يوم القيامة" yani "kıyamet günü" ifadesi geçer. Halbuki kıyamet, 24 saatlik bir günden oluşmuş değildir. Ayet "kıyamet dönemi, evresi" manasında "gün" demiştir. Haricen mearic suresinin 4. Ayetinde "Allah'ın katında bir gün bin yıl gibidir" denilmektedir. Bütün bunlar, günün "evre" manasında olduğunu ispatlıyor.


Bazıları bu görüşe katılmıyor olsa da, "6 günde yaratılış, Allah'ın katındaki zaman dilimi ile 6 gündür. 24 saatlik zaman dilimi olan 6 günlük bir yaratılış değildir." şeklinde yorum yapanlar eskiden beri vardır. (kurtubi)


²: arş, aslen "kürsü" demektir. Fakat bu kelime "yönetim, güç, saltanat, mülkiyet" manasında da kullanılmıştır. Örneğin "kralın Arşı" ile "kralın mülkü, saltanatı" kasıt edilmiştir. (müfredat : عرش, Fahreddin Razi) buradan anlıyoruz ki, Allah'ın Arşı ile kastedilen, onun mülkü, yani yönetimidir.


³: "ıstiva = استوى" fiili "ale =على" harfi cerr'i ile "istila etmek" yani "hükümranlığı altına almak" mânâsına gelir (müfredat :سوا) bu Ayette de aynı şekilde kullanıldığı için bu mana verildi.


⁴: "şems =الشمس" (güneş), "Kamer =القمر" (Ay) ve "nucum =نجوم"(yıldızları) sözleri müpteda olarak merfu olarak da okunmuştur. (kurtubi, beydavi) çeviri buna göre yapıldı.


55- Yalvararak ve gizlenerek RAB'binize dua edin. Gerçekten o, haksızlık yapanları/saldırganları sevmez.


56- İyileştirilmesinden sonra yerde [dünyada] fesat [terör, kaos, bozgun]¹ çıkarmayın. Ona [Allah'a] korkarak ve umarak dua edin. Kesinlikle Allah'ın rahmeti, güzellik yapanlardan daha yakındır.²


¹: Maide 33. Ayetin dipnotuna bakınız.


²: "karibun=قريب" ifadesi, "rahmet=رحمة" kelimesinin dişi olması sebebiyle "karibetun=قريبة" şeklinde yazılması gerekirdi. Fakat "Rahmet=رحمة" kelimesi, hakiki dişil değildir. Yani "rahm=رحم" şeklinde eril anlamındadır. Hakiki olmadığı için haber olan "karibun=قريب" kelimesi eril gelmiştir. (Zamahşeri:keşşaf) Dilin bu özelliğini bilmeyenlerin bu ayete yönelik "Gramer hatası" iddialarına itibar edilmemelidir.


57- Rüzgarları rahmetinin önünde bir müjde¹ olarak gönderen o'dur. Sonunda [rüzgarlar] ağır bulutu hafif bulup yüklendiği² zaman onu [bulutu] ölü bir beldeye sevk sevk ederiz, ardından onunla suyu indiririz, ardından onunla ürünlerin tümünden çıkarırız. İşte, ölüyü de bunun gibi çıkarıyoruz. Öğüt almanız beklenir.


¹: "büşran=بشرا" kelimesi "neşran=نشرا" şeklinde de okunmuştur (Zamahşeri:keşşaf) Temel anlam olarak aralarında bir fark yoktur. "beşran=بشرا" kelimesi "müjdelemek"; "neşran=نشرا" kelimesi ise "yaymak" manasındadır. Müjde de güzel bir haberi "yaymak" olduğu için, iki okuyuşa göre de aynı manaya denk gelir.


²: (Müfredat: قلل)


58- Temiz belde... onun bitkisi RAB'binin izniyle çıkar; pis¹ olanın [bitkisi ise] ancak çileli olarak çıkar. İşte, şükür eden bir millete ayetleri bunun gibi halden hale çevirip açıklıyoruz.


¹: Hazf kabul edilerek "Pis olan beldenin bitkisi ancak çileli olarak çıkar" [والبلد الذي خبث لا يخرج نباته إلا نكدا] şeklinde de mana verilebilir. (Beydavi)


59- Elbetteki, Nuh'u kendi milletine göndermiştik, ardından "Ey milletim! Sizin için kendisinden başka hiçbir Tanrı olmayan Allah'a kulluk edin. Gerçekten ben, size karşı çok büyük bir günün azabından korkuyorum." dedi.


60- [Nuh'un] milletinden seçkinler "Gerçekten biz, seni kesinlikle apaçık bir 'yolu kaybetme' içinde görüyoruz." dediler.


61- [Nuh] "Ey milletim! Bende herhangi bir 'yolu kaybetme (dalalet)' [mevcut] değildir; fakat ben Alemlerin [varlıkların] RAB'binden bir elçiyim." dedi.


62-63- "RAB'bimin mesajlarını size duyuruyorum, sizin için nasihat ediyorum ve Allah[tarafın]dan sizin bilmediğinizi biliyorum. Sizi uyarması için, korunup sakınmanız için ve rahmet olunmanız beklendiği için RAB'binizden bir hatırlatmanın size sizden bir kişi üzerinden gelmesini mi tuhaf buldunuz?" [dedi].


64- Onlar onu [Nuh'u] yalanladılar. Ardından onu [Nuh'u] ve onunla birlikte (o) Gemide olan kimseleri kurtardık; ayetlerimizi yalanlamış olanları boğduk. Kesinlikle onlar, bir körler milletiydi.


65- Ad [milletine]¹ da, kardeşleri Hud'u [gönderdik]. "Ey milletim! Sizin için kendisinden başka hiçbir Tanrı olmayan Allah'a kulluk edin. Artık korunup sakınır mısınız?" dedi.


¹: "Ad milleti" [أهل عاد] manasındadır. Devamındaki "kardeşleri" ifadesindeki "onlar =هم" zamiri bunu gösteriyor.


66- Milletinden olup gerçeği örtmüş o seçkinler "Kesinlikle biz, seni bir akıl zayıflığı içinde görüyoruz ve kesinlikle biz, senin yalancılardan olduğunu düşünüyoruz" dedi.


67- "Ey milletim! Bende herhangi bir 'akıl eksikliği' [mevcut] değildir;fakat ben alemlerin [varlıkların] RAB'bi olan Allah[tarafın]dan bir elçiyim." dedi.


68-69- "Ben sizin için güvenilir bir nasihatçı olarak RAB'bimin mesajlarını size duyuruyorum. Sizi uyarması için RAB'binizden bir hatırlatmanın size sizden bir kişi üzerinden gelmesini mi tuhaf buldunuz? Hatırlayın, hani Nuh'un milletinden sonra sizi halifeler yapmıştı. Yaratılışta sizi uzunluk bakımından artırmıştı. Artık, başarılı olmanız beklendiği için Allah'ın üstün nimetlerini hatırlayıp anın." dedi.


70- "Allah'a kendisini tek sayarak kulluk etmemiz ve atalarımızın kulluk yapmakta olduklarını bırakmamız için mi bize geldin? O halde, dürüst kişilerden idiysen bize vaad ettiğini (azabı) getir!" dediler.


71- "RAB'biniz[tarafın]dan bir kirlilik ve gazap üzerinize düşmüştür [gerçekleşmiştir]. Kendilerini sizin ve atalarınızın isimlendirdiği, kendilerine Allah'ın herhangi bir yetkiyi-delili [kısım kısım] indirmemiş olduğu isimler hakkında mı benimle mücadele ediyorsunuz [tartışıyorsunuz]? O halde bekleyin! Kesinlikle ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim." dedi.


72- Ardından onu [Hud'u] ve onun beraberindekileri kendimizden bir rahmetle kurtardık; ayetlerimizi yalanmış olanların arkasını kestik. Onlar inançlı değildi.


73- Semud [milletine] kardeşleri Salih'i [gönderdik]. "Ey milletim! Sizin için kendisinden başka hiçbir Tanrı olmayan Allah'a kulluk edin. RAB'binizden bir açık kanıt size gelmiştir. Bu, sizin için bir ayet [mucize] olarak, Allah'ın bir dişi devesidir. Onu [dişi deveyi] bırakın da Allah'ın yerinde [dünyasında] yesin. Ona herhangi bir kötülüğü dokundurmayın! Aksi halde can yakıcı bir azap sizi yakalar!" dedi.


74- "Hatırlayın, hani sizi Ad [milletinden] sonra sizi halifeler [birilerinin yerlerine geçenler] yaptı ve yerde [dünyada] sizi yerleştirdi. Onun [yerin] düzlüklerinden saraylar ediniyordunuz, dağları evler olarak yontuyordunuz. Artık Allah'ın üstün nimetini hatırlayıp anın ve yerde [dünyada] bozgunculuk [terör, kaos] yapanlar olarak baş kaldırmayın! "dedi.


75- Milletinden büyüklük taslamış o seçkinler, zayıf bırakılmak istenilenlere yani kendilerinden olup inanmış olanlara "Salih'in kendi RAB'bi[tarafın]dan bir gönderilen(!) olduğunu biliyor musunuz¹?" dediler, onlar da "kesinlikle biz, onunla [Salihle] gönderilen ne ise ona inançlıyız." dediler.


¹: Alay yollu bir ifadedir. Buna "istihza sanatı" denilir.


76- Büyüklük taslamış olanlar "kesinlikle biz, sizin inanmış olduğunuza karşı kâfirleriz [gerçeğini örtenleriz]." dediler.


77- Ardından, o dişi deveyi kurban¹ ettiler ve RAB'lerinin emri konusunda itaatsizlik ettiler. "Ey Salih! Eğer gönderilmişlerden idiysen bize vaad ettiğini (azabı) getir!" dediler.


¹: "akara=عقر" fiili "kurban etmek" [نحر] anlamındadır (müfredat: عقر) bunun "Dizinden ayağını kesmek" manasında olması da mümkündür. (kurtubi)


78- Derken onları şiddetli çalkalanma yakaladı. Ardından kendilerinin yurdunda çökmüş bir halde sabahladılar.


79- Ardından [Salih] onlardan yüz çevirdi ve "Ey milletim! Elbetteki ben RAB'bimin mesajını size duyurmuştum ve size nasihat etmiştim. Fakat siz, nasihatçıları sevmiyorsunuz." dedi.


80-81- Lut'u [da gönderdik]. Hani, milletine "alemlerden hiç birinin sizi geçmediği¹ (o) çirkin fiile mi geliyorsunuz? Gerçekten siz, kadınlardan beride şehvetle erkeklere geliyorsunuz.² Hayır! Siz İsrafçı [aşırıya giden] bir milletsiniz." demişti.


¹: "Sebeka=سبق" fiili, "her hangi bir şeyde öne geçmek" manasındadır (lisanul Arab, müfredat : سبق) kur'an'ın açığını arayanlar "daha önce eş cinsellik yapan hayvanlar ve insanlar vardı" demektedir. Ancak iddia, ayeti geçersiz çıkarmaz. Çünkü kullanılan fiilden anlaşıldığı üzere hiç kimse bu çirkin iş de Lut kavmi kadar aşırıya gitmeyi başarmış değildir.


²: Eşcinselliğin genetik değildir. Bazıları genetik olduğunu iddia etse de doğrulayan herhangi bir çalışma mevcut değildir. X kromozomu üzerinde Xq28 bölgesinin eş cinsellik ile ilişkili olabileceği bazı çalışmalarla bildirilmiş olsa da sonraki çalışmalar bu bilgiyi doğrulamayı başaramamıştır. (Balter, M., Can epigenetics explain homosexuality puzzle? 2015, American Association for the Advancement of Science. Orijinal metin ''Researchers thought they were hot on the trail of “gay genes” in 1993, when a team led by geneticist Dean Hamer of the National Cancer Institute reported that one or more genes for homosexuality had to reside on Xq28, a large region on the X chromosome. The discovery generated worldwide headlines, but some teams were unable to replicate the findings and the actual genes have not been found'') (Daha çok kaynak ve detaylı araştırma için Bilimveyaratilisagaci. com sitesinin "Eşcinsellik genetik midir? Yoksa tercih midir?" başlıklı makalesini okuyunuz.)


82- Milletinin cevabı "Kentinizden çıkarın onları! Gerçekten onlar temizlenen insanlarmış(!)¹" demekten başkası olmadı.


¹: ''İstihza sanatı''


83- Ardından onu [Lut'u] ve ailesini/halkını kurtardık. Ancak [Lut'un] hanımı hariç. O, (azapta¹) kalanlardan oldu.


¹: ''ga'birin=الغاببرين'' kelimesi "azapta kalmak" manasında da anlaşılabilir. (kurtubi, aynı ifadeyi taşıyan ayetlerin böyle anlaşıldığına dair bir görüş isfehani tarafından da söylenir ; müfredat: غبر) Geride kalmak anlamında da olabilir. Tevrata göre Lut'un hanımı da kentten çıkmıştır;ancak geriye bakınca tuz kesilmiştir. (Tevrat: yaratılış 19:26) yani o da azapta kalanlardan olmuştur.


84- Üzerlerine bir yağmur yağdırdık. Artık bak suçluların sonucu nasıl olmuş?


85 - Medyen [milletine] kardeşleri Şuayb'ı [gönderdik]. "Ey milletim! Sizin için kendisinden başka hiçbir Tanrı olmayan Allah'a kulluk edin. Size RAB'binizden bir açık kanıt gelmiştir. O halde öçüyü ve tartıyı tam yapın; İnsanlara eşyalarını eksik vermeyin; kendisinin düzeltilmesinden sonra yerde [dünyada] bozgun [terör, kaos] çıkarmayın. Eğer inançlı idiyseniz bu sizin için daha iyidir (hayırlıdır)." dedi.


86- "Tehdit ederek, Allah'ın yolundan ona [Allah'a] inanmış kimseleri geri çevirerek ve onda bir eğrilik (hata) arayarak her bir doğru yola oturmayın/pusu kurmayın. Hatırlayın, hani siz pek az idiniz, ardından [Allah] sizi çok yaptı. Bakıp düşünün, bozguncuların sonucu nasıl olmuş? "


87- "Sizden bir takım, benimle gönderilene inanmış ve bir takım hiç inanmamış idiyse Allah aramızda hüküm verene kadar sabır edin. O, hakimlerin en iyisidir (hayırlısıdır)."


88- Milletinden büyüklük taslamış o seçkinler "Seni kentimizden mutlaka ama mutlaka çıkaracağız ey Şuayb! seninle birlikte inanmış olanları da. Ya da dini görüşümüze mutlaka ama mutlaka tekrar döneceksiniz!" dediler. [Şuayb] "İstemeyenler olsak da mı?" dedi.


89- "Kendisinden bizi Allah kurtardıktan sonra tekrar dini görüşünüzün içine tekrar dönersek Allah'ın üzerinden bir yalan uydurmuş [oluruz]. Onun içine geri dönmemiz bizim için [mümkün] olmaz. Ancak RAB'bimiz Allah'ın tercih etmesi durumu hariçtir. RAB'bimiz her şeyi bilgi bakımından kuşattı. Sadece Allah'a güvenip dayandık (tevekkül ettik). RAB'bimiz! Bizimle milletimizin arasını hak ile [gereğince] aç. Sen, açanların en iyisisin (hayırlısısın)."


90- Milletinden olan gerçeği örtmüş o seçkinler "Yemin olsun, Şuayb'a uyarsanız kesinlikle siz, o an mutlaka kaybedenlerdensiniz!." dediler.


91- Derken şiddetli çalkalanma kendilerini yakaladı. Ardından kendilerinin yurdunda çökmüş bir halde sabahladılar.


92- Şuayb'ı yalanlamış olanlar sanki onda [yurtta] hiç yaşamamış gibiydiler. Şuayb'ı yalanlamış olanlar kaybedenlerin ta kendileri oldular.


93- Ardından [Şuayb] onlardan yüz çevirdi ve "Ey milletim! Elbetteki ben RAB'bimin mesajlarını size duyurmuştum ve size nasihat etmiştim. O halde kafir [gerçeği örten] bir millete nasıl üzüleyim?" dedi.


94- Ne [zaman] herhangi bir kentin içine herhangi bir nebi gönderdiysek -yalvarmaları beklendiği için- [sonunda] ancak keder ve sıkıntı ile yakaladık.


95- Sonra onlar gürleşinceye ve "Atalarımıza da sıkıntı ve mutluluk dokunmuştu.¹" diyene kadar çirkinliğin [kötülüğün] yerini güzellikle [iyilikle] değiştirdik. Derken onlar farkında değilken aniden onları yakaladık.


¹: Yani "Atalarımız da mutluluğu ve üzüntüyü yaşadı, demekki bu yaşananların ilahi bir müdahaleyle alakası yokmuş," diyene kadar...


96- Kentlerin halkı inansaydı ve korunup sakınsaydı, mutlaka kendilerine gökten ve yerden bereketleri açardık; fakat yalanladılar. Ardından onları elde etmekte olduklarından dolayı yakaladık.


97- Artık kentlerin halkı kendileri uyurken geceleyin 'perişan edişimizin [azabımızın)' kendilerine gelmesinden emin mi oldular?


98- Ya da (o) Kentlerin halkı kendileri eğlencede iken kuşluk vakti 'perişan edişimizin [azabımızın)' kendilerine gelmesinden emin mi oldular?


99- Artık Allah'ın hilesinden emin mi oldular? Kaybedenler milletinden başkası Allah'ın hilesinden emin olmaz.


100- Tercih etsek kendilerine cezayı gerektiren işleri sebebiyle isabet [azap] edebilecek olmamız, (bu) yere kendi halkından sonra mirasçı olanlara hiç yol göstermedi mi? Kalplerinin üzerini damgalarız böylece onlar işitmezler.


101- İşte bunlar, haberlerinden[bir kısmını] sana anlattığımız kentlerdir. Elçileri elbetteki kendilerine açık kanıtlar getirmişti de önceden yalanlamış olduklarına¹ inanacak değillerdi... İşte, Allah bunun gibi kafirlerin [gerçeği örtenlerin] kalplerinin üzerini damgalıyor.


¹: buradaki (بما) "....-dan dolayı" manasında olarak "önceden yalanlamış olduklarından dolayı, inanacak değillerdi" anlamı da verebilir.


102- Çoğuna ait hiçbir 'anlaşma[ya bağlılık]' bulamadık. Gerçekten çoğunu kesinlikle hadlerini aşanlar olarak bulduk.


103- Dahası onların ardından ayetlerimiz [mucizelerimiz] ile Musa'yı firavun ve onun seçkinlerine yönlendirdik. Ardından onlar [ayetlerimiz] sebebiyle¹ (insanlara) zulüm ettiler. Artık bakıp düşün, bozgunculuk [terör, kaos] yapanların sonucu nasıl olmuş?


²: "bi=ب" harfi cerr'i zaiddir. Yani "onlara [ayetlerimize] zulüm ettiler" mânâsına gelir. Fakat çeviride yazıldığı gibi sebep manasında da olabilir. (Zamahşeri:keşşaf)


104- Musa "Ey Firavun! Kesinlikle ben, alemlerin [tüm varlıkların] RAB'bi[tarafın]dan bir Elçiyim." dedi.


105- "Allah'a karşı ancak hakkı söylemek bana en layık (hak) olandır.¹ Size RAB'binizden bir açık kanıt getirmiştim. Artık İsrail'in oğullarını benimle gönder." [dedi]


¹: "hakikun aleyye=حقيق عليَّ" şeklinde de okunmuştur. (Zamahşeri:keşşaf) çeviri buna göre yapıldı.


106- [Firavun] "Herhangi bir ayet [mucize] getirmişsen onu [meydana] getir. Tabi dürüst kişilerden idiysen..." dedi.


107- Asasını attı, birden bire o [asa] apaçık bir dev yılan [oldu]!


108- Elini çekip çıkardı, seyredenler için¹ bir anda bembeyaz [oldu]!


109- Firavun'un milletinden seçkinler "Bu, kesinlikle çok bilen bir sihirbazdır!" dediler.


110- [Firavun]¹ "Sizi yerinizden[bölgenizden] çıkarmayı istiyor. Artık ne emir ediyorsunuz?" [dedi]


¹: her ne kadar, ayette "Firavun dedi" [قال فرعون] yazmasa da, Ayette çoğul olarak "Sizi yerinizden[bölgenizden]..." demesi, sözün Firavun'a ait olduğunu gösteriyor. Aynı ifadelerin, şuara 34-35 ayetlerinde Firavunun ağzından söylenmesi de bu manayı doğruluyor.

Benzeri bir üslup şuara 39-40 ayetlerinde de görülür.


111-112-[Seçkinler] "Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere bir araya toplayıcılar gönder, bilen her bir sihirbazı sana getirsinler" dediler.


113- Sihirbazlar, firavuna gelip "Kazananlar biz olursak, bizim için, mutlaka bir ödül olmalı." dediler.


114- [Firavun] "Evet ve kesinlikle siz bana yaklaştırılmışlardan(olacaksınız)" dedi.


115- [Sihirbazlar] "Ey Musa! İstersen¹ sen atarsın, istersen biz atıcılar olalım?" dediler.


¹: ayetteki (إما) serbest bırakmak manasında kullanılan bir edattır. (Fahreddin Razi)


116- [Musa] "Siz atın." dedi. [Sihirbazlar] atınca, insanların gözlerini sihirlediler, onları [insanları] korkutmak istediler ve büyük bir sihir ile geldiler.


117- Musa'ya "Asanı at!" diye vahiy ettik. Birden bire o [asa] onların uydurmalarını¹ yutmaya [başladı].


¹: bu ifadeden anlaşılıyor ki, Sihirbazlar aslen olmayan bir şeyi, insanları hipnoz ederek öyle olmuş gibi göstermektedir, aslen olağan üstü bir şey yapamamışlardır.


118- Derken hak [gerçek] düştü [ortaya çıktı] ve onların bulunmakta oldukları eylemleri batıl [yalan] oldu.


119- Böylece [sihirbazlar] orada kaybettiler ve küçülmüş olarak geri döndüler.


120-122- Sihirbazlar, secde edenler olarak atıldılar (secdeye kapandılar) "Alemlerin [varlıkların] RAB'bine inandık! Musa'nın ve Harun'un RAB'bine..." dediler.


123-124- Firavun "Sizi izin vermemden önce mi ona inandınız? Kesinlikle bu, [şehrin] halkını kendisinden çıkarmak için şehirde kendisini kurduğunuz bir tuzaktır. mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz keseceğim. Aynı zamanda topluca hepinizi asacağım!" dedi.


125- 126- [Sihirbazlar] "kesinlikle biz, sadece RAB'bimize döneceğiz¹. Sen, başka [bir sebepten] değil, ancak RAB'bimizin ayetleri [mucizeleri] bize geldiğinde onlara [mucizelere] inandık diye bizden intikam alıyorsun. RAB'bimiz! üzerimize sabır yağdır ve müslümanlar [teslim olanlar] olarak bizi vefat ettir." dediler



127- Firavun'un milletinden seçkinler "Musa ve onun halkını, yerde [bölgede] bozgunculuk [terör, kaos] çıkarmaları, seni ve Tanrılarını bırakmaları için mi bırakıyorsun?" dediler. [Firavun] "Onların oğullarını çokça öldüreceğiz ve kızlarını hayatta bırakacağız. Kesinlikle biz, onların üstünde egemeniz." dedi.


128- Musa, milletine "Allah'tan destek isteyin ve sabır edin. [Allah] kullarından Kimi tercih ediyorsa, [yeri] ona mirasçı yaparken kesinlikle yer [dünya] Allah'ındır. Sonuç, korunup sakınanlarındır." dedi.


129- [Musa'nın milleti] "Senin bize gelmenden önce bize eziyet edildi, bize gelişinden sonra da..." dediler. [Musa] "RAB'binizin düşmanlarınızı yok etmesini, sizi yerde [dünyada] halifeler yapmasını, ardından da nasıl eylemde bulunacağınıza bakmasını umun¹." dedi.


¹: (müfredat : عسى)


130- Elbetteki, Firavun'un ailesini öğüt almaları beklendiği için kıtlık seneleri¹ ile ve ürünlerden eksiltme ile yakalamıştık.


¹: (müfredat : عام)


131- İyilik kendilerine geldiği zaman "Bu[iyilik] sadece bizimdir." dediler. Eğer, bir kötülük kendilerine isabet ederse, Musa ve beraberindekileri uğursuzlukla suçlarlar. Dikkat! Onların uğursuzluğu/kuşu sadece Allah'ın katındandır; fakat, çoğunluğu bilmiyor.


132- "Kendisiyle bizi sihirlemek için herhangi bir ayetten [mucizeden] ne getirirsen getir, artık biz sana asla inanacak/güvenecek değiliz!" dediler.


133- Tufanı[kuşatıcı belayı]¹, çekirgeyi, haşereyi, kurbağayı ve kanı ayrılmış ayetler [mucizeler] olarak onların üzerine gönderdik. Ardından büyüklük tasladılar ve bir suçlular milleti oldular.


¹: "Tufan =طوفان" kuşatıcı her türlü olaya denir (müfredat : طوف) onlara gelen tufan ile Nuh Tufanı aynı olaylar olmayabilir. Bunun çiçek hastalığı gibi bir hastalık olduğu da söylenmiştir (kadı beydavi, İrşad Ebu-s su'd)


134- Ricz (azap-sarsıntı) üzerlerine düşünce [meydana gelince] "Ey Musa! RAB'bine senin yanındaki anlaşma sebebiyle bizim için dua et. Yemin olsun bizden ricz'i (azabı-sarsıntıyı) kaldırırsa mutlaka ama mutlaka sana inanacağız ve İsrail oğullarını seninle birlikte mutlaka ama mutlaka göndereceğiz." dediler.


135- Kendisine ulaşıcı oldukları bir süre sonuna kadar kendilerinden ricz'i (azabı-sarsıntıyı) kaldırdığımız anda ne beklersin? Onlar döneklik yapıyorlar.


136- Derken onlardan intikam aldık [cezalandırdık]¹, böylece Ayetlerimizi [mucizelerimizi] yalanlamış ve onlardan bihaber olmaları nedeniyle kendilerini yemm'de [denizde²] boğduk.


¹: (müfredat : نقم)


²: İbranice "deniz" anlamında olduğu söylenmiştir. (Zad'ul mesir, wictionary)


137- Zayıf bırakılmak istenilmekte olan (bu) milleti ise, içini bereketlendirdiğimiz yerin [bölgenin] doğularına ve batılarına mirasçı yaptık ve sabır etmelerinden dolayı İsrail'in oğullarına en güzel RAB'binin kelimesi tamamlandı. Firavun ve milletinin tasarlamakta oldukları [şeyleri] ve yükseltmekte[inşaa etmekte] oldukları [şeyleri] yıktık.


138- İsrail'in oğullarını büyük sudan geçirdik. Ardından kendilerine ait olan putlara ibadete kapanan bir millete geldiler. [israil'in oğulları] "Ey Musa! Onların kendileri için olan tanrıları gibi bize bir tanrı yap!" dediler [Musa] "Gerçekten siz, cahillik eden bir milletsiniz." dedi.


139- "kesinlikle bunların içinde bulundukları yıkıktır ve bulunmakta oldukları eylemleri batıldır [yalandır]"


140- "O, sizi alemlere [varlıklara] karşı üstün yapmışken, Allah'ın haricinde bir tanrı mı arayayım?" dedi


141- Hani Firavun'un ailesinden/halkından, sizi azabın kötüsüne sürüyor, oğullarınızı şiddetle öldürüyor ve kadınlarınızı hayatta bırakıyor iken, sizi kurtarmıştık. İşte bunda sizin için RAB'binizden çok büyük bir sınama vardır.


142- Musa'ya otuz gece söz vermiştik¹ ve onu [geceyi] on (gece) ile tamamladık. Böylece RAB'binin belirlediği vakti kırk gece olarak tamamlanmıştı. Musa, kardeşi Harun'a "Milletimin içinde benim yerime geç ve (milleti) düzelt-iyileştir. Bozgunculuk [terör, kaos] çıkaranların yoluna uyma!" dedi.


¹: "veadne=وعدنا" olarak da okunmuştur (kadı beydavi, Fahreddin Razi) çeviri buna göre yapıldı.


143- Musa belirlediğimiz vakte gelince ve RAB'bi onunla konuşunca "RAB'bim bana göster de sana bakayım." dedi. [RAB'bi] "Asla beni asla göremeyeceksin; fakat (şu) dağa bak . Eğer, kendi yerinde durabilirse beni göreceksin." dedi. Ardından [RAB'bi] dağa tecelli ettiği [açıkça göründüğü] zaman, onu [dağı] darmadağın, dümdüz etti ve Musa baygın bir halde düştü. Ayılınca "seni tenzih ederim, sana tevbe ettim ve ben inananların önderiyim¹" dedi.


¹: (müfredat : اول)


144- [RAB'bi] "Ey Musa! Kesinlikle ben, mesajlarımla ve konuşmamla seni bütün insanlara karşı özel olarak seçtim. O halde sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol" dedi.


145- Kendisi çin, levhalara her şeyden bir öğüt ve her şey için bir açıklama yazdık. "O halde onları [levhaları] kuvvetle al ve milletine emir et ki onların en güzelini¹ alsınlar. Hadlerini aşanların yurdunu size göstereceğim."


¹: bu ifade tıpkı "o kimseler ki, sözü dinlemek isterler. Onun [sözün] en güzeline bağlı olurlar" (Zümer 18) ayeti gibidir.


Biz de, kur'an'ın bize verdiği tercihler hakkında tıpkı kısas meselesinde affetmek gibi, hükümlerin "en güzelini" almalıyız.


²: "dedik" sözü hazf edilmiştir (kurtubi)


146- Yerde [dünyada] haksız yere büyüklenenleri ayetlerimden[mucizelerimden] geri çevireceğim. Her bir ayeti görseler onlara [ayetlere] inanmazlar. Rüşd'ün [olgunluğun] yolunu görseler, onu bir yol olarak tutmazlar; kurguların[yanlış bilgiden kaynaklı cehaletin] yolunu görseler, onu bir yol olarak tutarlar. İşte bu, onların ayetlerimizi [mucizelerimizi] yalanlamalarından¹ ve onlardan bihaber olmalarından dolayıdır.


¹: "Yalanlama"nın sadece sözle olmadığını unutmamak gerekir.


147- Ayetlerimizi [mucizelerimizi] ve ahiretin karşılaşmasını yalanlamış olanların eylemleri boşa çıkmıştır. Bulunmakta oldukları eylemlerinden başkasıyla mı cezalandırılıyorlar?


148- Musa'nın milleti, kendisinden sonra kendilerinin süs takılarından yapılmış, bir böğürmesi olan ceset bir buzağı edindiler. Onun [cesedin] kendilerine konuşmadığını ve herhangi bir yola iletmediğini hiç görmediler mi? Onu [Tanrı]¹ edindiler ve acımasızlardan oldular.


¹: "ittihaz=اتخاذ" fiili iki meful (nesne) alır (müfredat : أخذ) ayette ikinci meful olan "ilahen=إلها" kelimesi hazf edilmiştir.


149- Ellerinin içine düşürüldüğü [pişman oldukları]¹ ve kendilerinin yolu kaybetmiş olduklarını gördükleri zaman, "Şayet RAB'bimiz bize hiç merhamet etmez ve bağışlamazsa, mutlaka kaybedenlerden olacağız." dediler.


¹: bu ifade pişmanlık manasında bir deyim olarak kullanılır. (müfredat : سقط, Zamahşeri:keşşaf)


150- Musa, kızgın, üzüntülü bir halde halkına dönünce "Benden sonra ne kötü yerime geçtiniz [yöneticilik yaptınız]! RAB'binizin emrine acele mi ettiniz?" dedi. Levhaları attı ve Kardeşini kendisine çekerek başından tuttu. [kardeşi] "Annemin oğlu! Kesinlikle millet beni zayıf bırakmayı istedi ve beni neredeyse öldürüyorlardı. Artık, benimle [bana böyle yaparak] düşmanları sevindirme ve beni [bu] zalimler milletiyle beraber sayma!" dedi.


151- [Musa] "RAB'bim! beni ve kardeşimi bağışla. Sen merhametlilerin en merhametlisi iken, bizi Rahmetine girdir." dedi.


152- Gerçek şu ki, buzağıyı [Tanrı] edinmiş olanlara RAB'lerinden bir intikam(ceza) ve dünya hayatında bir 'aşağılanma' erişecektir. Uydurukçuları işte bunun gibi cezalandırıyoruz.


153- Kötü eylemlerde bulunmuş sonra bunun [kötü eylemlerinin] ardından tevbe etmiş [hatasından vazgeçmiş] ve inanmış olanlara [gelince] kesinlikle RAB'bin bunun [tevbenin ve inancın] ardından gerçekten çok bağışlayandır, bir Rahimdir.


154- Musa'dan öfke dinince levhaları aldı. Onların [levhaların] nüshasında, RAB'lerinden çekinerek korkanlar için bir doğru yol rehberi ve bir rahmet vardır.


155- Musa, belirlediğimiz vakitte milletinden¹ yetmiş kişiyi uygun bulup seçti. Şiddetli çalkalnma onları yakalayınca [Musa] "RAB'bim! Tercih etseydin onları ve beni önceden helak ederdin. Bizden olan aklı zayıfların yaptıklarından dolayı mı bizi helak ediyorsun? Bu ancak senin fitnendir[sınamandır]. Onunla [sınamanla] kimi tercih ediyorsan ona yolu kaybettiriyorsun; kimi tercih ediyorsan ona doğru yola gösteriyorsun. Sen, bizim velimizsin. O halde sen bağışlayanların en iyisi (hayırlısı) olarak bizi bağışla ve bize rahmet et." dedi.


¹: buradaki (من) harfi cerr'i hazf edilmiştir. "min kavmihi=من قومه" takdirindedir, çeviride olduğu gibi.


156 "Bize bu dünyada [ilk'te] ve ahirette [son'da] bir güzellik [iyilik] yaz. Kesinlikle biz, sana döndük [tevbe ettik]¹" [RAB'leri] "Azabım... kimi tercih² ediyorsam ona onu isabet ediyorum. Rahmetim her şeyi kuşattı. Artık onu [Rahmetimi] korunup sakınan, zekâtı verenler için bir de ayetlerimize inananlar için yazacağım" dedi.


¹: (maturudi)


²: bu manada olan ayetlerde "kimi tercih ediyor?" sorusunu sorarak diğer ayetlerden Allah'ın sadece tercihe göre tercihte bulunduğunu yani kötüyü tercih edene azap ettiğini, iyiyi tercih edene rahmet ettiğini anlıyoruz. Örneğin Rad 27. Ayette "Allah [samimi bir şekilde] kendisine yönelen kimseye hidayet ediyor [doğru yola iletiyor]" diyerek, tercihin yine doğru tercihe dayandığını görüyoruz.


"men esae=من أساء" yani "kötülük eden kimseye azap ediyor" manasında da okunmuştur (zamahşeri:keşşaf)


157- o [ayetlerimize inananlar] ki, kendi yanlarında tevrat ve incilde onu yazılmış¹ buldukları, tanınanı [iyiliği] kendilerine emir eden, tanınmayandan [kötülükten] kendilerini engelleyen, temiz olanları kendilerine helal eden; kirli olanları kendilerine haram eden, kendilerinin İsr yükünü² kendilerinden kaldıran ve Üzerlerinde bulunan kelepçeleri [indiren] okuma yazma bilmeyen nebi olan elçi'ye uyarlar. Artık ona inanmış, onu yüceltmiş, ona yardım etmiş ve onunla birlikte indirilmiş olan aydınlığa (nur'a) uymuş olanlar (eve!) İşte onlar, kazananların ta kendileridir.


¹: Tevrat ve İncil metin olarak değil; anlam olarak tahrif edilmiştir. (konuyla ilgili detaylı bilgi için enam 115. ayetin dipnotuna bakınız) peygamberimize işaret eden bir örnek Tevrat'ın şu ayetleridir:


Tevrat: yasanın tekrarı 18: 17-21 ;

"RAB bana, ‘Söyledikleri doğrudur’ dedi. ‘Onlara kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım. Sözlerimi onun ağzından işiteceksiniz. Kendisine buyurduklarımın tümünü onlara bildirecek. Adıma konuşan peygamberin ilettiği sözleri dinlemeyeni ben cezalandıracağım. Ancak, kendisine buyurmadığım bir sözü benim adıma söylemeye kalkışan ya da başka ilahlar adına konuşan peygamber öldürülecektir.’ 'Bir sözün RAB'den olup olmadığını nasıl bilebiliriz?’ diye düşünebilirsiniz. Eğer bir peygamber RAB'bin adına konuşur, ama konuştuğu söz yerine gelmez ya da gerçekleşmezse, o söz RAB'den değildir.."


Peygamberimizin söylediği gelecekle ilgili pek çok haber, o dönemde ortaya çıkmıştır. (Rum 2-4, Kasas 85, fetih 27, Maide 67, Nur 55)


Bugün bile mektubu mevcut olan büyük roma imparatoru heraklius'un, peygamberin mektubuna verdiği cevap, o dönem insanları tarafından Peygamberimizin kutsal metinlerde yazılı olduğunun kanıtıdır.

Mektupta şöyle yazmaktadır:

“Roma İmparatoru Heraklius’tan, İsa tarafından da kutsal kitapta açıklanmış bulunan Tanrı’nın elçisi Muhammed’e: Elçin tarafından sunulan mektubu aldım ve seni İncil’de Tanrı’nın elçisi olarak gördüğüme şahadet ederim. Meryem’in oğlu İsa da seni bildirmiştir. Romalılara sordum, sana inanmaktadırlar ama kabul etmeleri mümkün değildir. Eğer itaat etmiş olsalardı onlar için iyi olacaktı. Seninle beraber olmayı ve sana hizmet etmeyi… dilerdim.”


[kaynak, mektubun görselleri ve harici kanıtları Radidikici. Com sitesinde "hz. Muhammedin mektupları" başlıklı yazısında bulabilirsiniz]


²: bakara 286. Ayetin dipnotuna bakınız.


158- "Ey insanlar! Kesinlikle ben, göklerin ve yerin [tüm evrenin] mülkü [yönetimi] kendisine ait olan, yaşatan ve öldüren kendisi dışında hiçbir Tanrı olmayan Allah'ın hepinize (göndermiş olduğu) bir elçisiyim. Artık Allah'a ve onun okuma yazma bilmeyen, Allah'a ve onun kelimelerine inanan, nebi olan elçisi'ne inanın. Ona uyun, yol bulmanız beklenir.


159- Musa'nın milletinden, Hak [gerçek] ile doğru yolu gösteren ve onunla [Hakla] adaletli davranan bir topluluk vardır.


160- Onları oymaklar halinde on ikiye yani topluluklara¹ ayırdık. Musa'ya, milleti kendisinden su isteyince "Asanla taşa vur!" diye vahiy ettik. Ondan [taştan] on iki göz [pınar] patladı. Her insan, içme yerini bilmişti. Bulutu üzerlerine gölgelettik. Üzerlerine kudret helvası ve bıldırcın eti indirdik. "Sizi rızıklandırdığımızın temiz olanlarından yeyin." Bize zulüm etmediler; fakat kendi benliklerine zulüm ettiler.


¹: "esbaten=اسباطا" kelimesi madud değildir, bedeldir veya temyiz amaçlıdır. (Beydavi) "umemen=امما" kelimesi de "on iki" ifadesinden bedeldir. (Zamahşeri:keşşaf)


"esbaten=اسباطا" kelimesinin madud olduğunu zannederek gramer hatası iddia edenler vardır. Ancak madud değil; üstte anlatıldığı üzere ya bedeldir ya da temyizdir.


161- Bir vakit kendilerine "Bu kenti yurt edinin. Ondan tercih ettiğiniz yerden yiyin, 'hıtta[günahlarımızı düşür]¹' deyin ve kapıdan secde ederek girin ki sizin için hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere (mükafatı) artıracağız." denildi.


¹: (Müfredat:حط)


162- Derken, onlardan zulüm etmiş olanlar, kendilerine söylenenin haricinde bir söz olarak değiştirdiler. Ardından, zulüm etmekte olmalarından dolayı üzerlerine gökten bir ricz (azap-sarsıntı) gönderdik.


163- Onlara, denizin kıyısında olan kentin [halkından]¹ sor. Bir vakit, onlar cumartesi[işi bırakma] hakkında sınırı çiğniyordu. Onların balıkları, kendilerinin cumartesilerinde[işi bırakmalarında] dolu dolu onlara geliyordu. Cumartesi [işi bırakma] yapmadıkları gün onlara gelmiyordu. Hadlerini aşamakta olmalarından dolayı kendilerini işte bunun gibi sınıyorduk.


¹: muzaf hazf edilmiştir. Cümle (أهل القرية) manasındadır. Devamında (يعدو) fiilinin çoğul olması da bunu gösterir.


164- O vakit kendilerinden bir topluluk, "Allah'ın kendilerini helak edici olduğu veya şiddetli bir azap olarak azaplandırıcı olduğu bir millete niye öğüt veriyorsunuz?" demişti. Onlar da "RAB'binize bir mazeret olması için¹ ve onların korunup sakınmaları beklendiği için" dediler.


¹: "maziraten=معذرة" meful'un li-eclihtir. (Halebi:duru-l mes'un)


165- Kendisiyle hatırlatıldıkları (vahyi) unuttukları zaman, kötülükten engelleyenleri kurtardık; zulüm etmiş olanları, hadlerini aşmakta olmalarından dolayı perişan bir azapla yakaladık.


166- Engellenmiş olduklarından yana baş kaldırdıkları zaman, onlara "Küçümsenerek kovulmuş¹ bir tür maymunlar olun²!" dedik.


¹: (müfredat: خسأ)


²: "ku'nu=كونو" ifadesi yahudilere yönelik bir emir değildir, Allah'ın onları o hale çevirmesidir. Şeklen veya huy olarak onların bir çeşit maymuna dönüştüğünü ifade etmektedir. (müfredat : قرد)


Ayet müpteda ve haber cümlesi olarak "maymunlar, Küçümsenerek kovulmuştur." anlamında değildir. Aksine sıfat tamlaması olarak "maymunlardan Küçümsenerek kovulmuş bir tür" anlamındadır. Bunu fark etmeyen bazıları, ayeti sanki tüm maymunları hakir görüyormuş gibi algılayarak "Maymunlar hakir görülüyor" şeklinde mantıksız bir iddiada bulunmaktadır.


167- O vakit kıyamet gününe kadar kendilerini azabın kötüsüne sürecek kimseleri onlara mutlaka ama mutlaka yönlendireceğini RAB'bin ilan etmişti. Kesinlikle RAB'bin, sonucu[cezası] mutlaka çok hızlı olandır. Kesinlikle o, çok bağışlayandır, bir rahimdir.


168- Onları yerde [dünyada] topluluklara ayırdık. Onlardan düzeltenler-iyileştirenler de vardır, bundan beride olanlar da vardır. Geri dönmeleri beklendiği için kendilerini güzelliklerle ve çirkinliklerle [kötülüklerle] sınadık.


169- Onların ardından, bu en aşağının (dünya hayatının) geçici malını alarak ve "yakında bağışlanırız." diyerek kitaba mirasçı olan değersiz [kimseler] onların yerine geçti. Eğer, onun benzeri bir geçici mal kendilerine gelse onu alırlar. Kendilerinden, "Allah'a karşı, Haktan başkasını söylemeyecekler" diye kitabın pekiştirilmiş anlaşması hiç alınmamış mı? Onun [kitabın] içindekiler [ile] ders yaptılar. Ahiret yurdu, korunup sakınanlar için daha iyidir(hayırlıdır). Artık akıl etmiyor musunuz?


170- [Korunup sakınanlar] ki, kitabı sımsıkı tutarlar [hükümlerini korurlar]. Yönelişi (namazı) ayakta tuttular. Kesinlikle biz, düzeltenlerin-iyileştirenlerin ödülünü yok etmeyiz.


171- Bir vakit, (o) dağı sanki o gölge imiş gibi üstlerine çekip kaldırdık. Onun kendilerine düşücü [düşecek] olduğunu düşündüler. "size verdiğimizi kuvvetle tutun ve içindekileri hatırlayın, korunup sakınmanız beklenir." [dedik]¹


¹: "dedik" sözü hazf edilmiştir.


172-173- Kıyametin gününde "kesinlikle biz bundan¹ bihaberdik ." dememeniz için veya "Atalarımız önceden sadece şirk koştu [Allah'a ortak yaptı]. Biz onlardan sonra² (gelen) bir soy idik. O halde [gerçeği] iptal edenlerin yaptıklarından dolayı bizi mi helak ediyorsun?" dememeniz için, bir vakit RAB'bin, Adem'in oğullarından onların sırtlarından soylarını almıştı. Onları kendi benlilerine karşı şahit ettirip ''Ben sizin RAB'biniz değil miyim?" [demişti] "Tabiki [RAB'bimizsin], şahitlik ettik." demişlerdi³.


¹: Allah'ın varlığından onun Rab olduğundan..


²: yani "biz onlardan sonra gelen bir nesil olduğumuz için onların dinlerine uyduk. Bizim suçumuz yok" manasındadır. Kur'an bu ayetle taklidi[körü körüne] inancı eleştirmektedir.


³: buradaki konuşmalar, İnsanın fıtratına Allah'ın varlığı bilgisinin yerleştirilmiş olduğunu anlatan bir temsildir. En eski çağlardan beri insanların bir yaratıcıya inanması, en cahil dönemden en bilgili modern bilim dönemine kadar insan nereye bakarsa baksın her yerde sistematik bir yapı gördüğü için aklen bir yaratıcının varlığını hep anlamıştır. Hiçbir şey bilmeyen bir insan sadece gece ve gündüzün ardı ardına gelmesine bakarak dahi bu sistemi görmekte; kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında bilgi sahibi olan bir bilim insanı bile evrenin her yerinde determinist (belirlenmiş), rasyonel ve sistematik bir yapı olduğunu görerek yaratıcının varlığını anlamakta. Bu gerçekler bu ayeti doğruluyor.


174- Ayetleri [mucizeleri] işte bunun gibi halden hale çevirip açıklıyoruz. Dönmeleri beklenir.


175- Kendisine ayetlerimizi [mucizelerimizi] verdiğimizin haberini onlara oku. [O kişi] onlardan [mucizelerimizden] sıyrıldı. Ardından şeytan onu kendisine bağladı da o mahvolanlardan oldu.


176- Tercih etseydik, onu onlarla [mucizelerimizle] mutlaka yükseltirdik; fakat o, yere [dünyaya] takıldı ve hevasına bağlandı. Artık onun misali, (o) köpeğin¹ misali gibidir ki, [o köpek] kendisini tahrik etsen dilini salıp soluyor hemde kendisini terk etsen dilini salıp soluyor bir haldedir. İşte ayetlerimizi [mucizelerimizi] yalanlamış olanlar milletinin misali budur. Artık [bu] olayı anlat. Kavramaya çalışmaları beklenir.


¹ : köpeğin örnek verilmesine bazıları "hakaret" diye eleştiri yapsa da bu sadece bir metafordur. Örneğin güçlü biri, aslana benzetilir; çalışkan birisi karıncaya benzetilir; sürü psikolojisine sahip biri koyuna benzetilir. Bu benzetmeyi hakaret olarak algılamak tamamen bizim algımızla alakalıdır.


177- Ayetlerimizi [mucizelerimizi] yalanlamış ve sadece kendi benliklerine zulüm etmiş olanların misali ne kötüdür!


178- Allah, kime doğru yolu gösteriyorsa¹, o yol bulucudur; kimlere yolu kaybettiriyorsa, işte kaybedenlerin ta kendileri onlardır.


¹: bu manada olan ayetlerde "kimi tercih ediyor?" veya "kime hidayet ediyor?" sorusunu sorarak diğer ayetlerden Allah'ın sadece tercihe göre tercihte bulunduğunu anlıyoruz. Örneğin Rad 27. Ayette "Allah [samimi bir şekilde] kendisine yönelen kimseye hidayet ediyor [doğru yola iletiyor]" diyerek, tercihin yine doğru tercihe dayandığını görüyoruz. Enam 35. Ayetin dipnotuna bakınız.


179- Elbetteki Cin ve İnsan[türü]den çoğunluğu cehennem için elemiştik¹. Onların kalpleri² var, onlarla anlamıyor; gözleri var, onlarla görmüyor; kulakları var, onlarla duymuyorlar. İşte onlar, sağmal hayvanlar³ gibidir, bilakis yolu daha çok kaybetmiştirler. İşte bihaber olanlar asıl bunlardır.


¹: çoğu mealde "yarattık" anlamı verilen (ذرأ) fiili "eledik" anlamındadır. Birden fazla kelime, aynı veya ortak bir manaya gelebiliyor olsa da, - bazı kelimeler istisna - hepsinin arasında önemli farklar mevcuttur. Örneğin (خلق) ve (بدع) fiilleri "yaratmak" manasında kullanılır. Ancak (خلق) fiili "tasarlamak" anlamında herhangi bir canlıya da nispet edilebilir bir fiil iken, (بدع) "örneği olmadan ilk defa yaratmak" anlamında olarak insana nispet edilemez.


"zere=ذرأ" fiili, bir görüşe göre hemzesiz olarak (ذريت الحنطة) yani "buğdayı savurdum/eledim" sözünden gelmektedir. (Ragıp istfehani müfredat : ذرو) Buradaki "savurdum/eledim" manasında olan (ذريت) fiili, "Rüzgar bir şeyi savurdu, eledi," manasında kullanılır. (Misbah-ul Münir: ذرو) bu sebeple ayete "yarattık" değil "eledik" manası verildi. Ayet mana olarak sanki şöyledir: "Cin ve insan'dan çoğunu cehennem için eledik/imtihan ederek cehennemlik olduğunu ortaya çıkardık"


²: Kur'an kalbi genellikle duygusal bir anlayış, kavrama ve derin anlayış  kaynağı olarak tarif etmektedir. Genellikle öfke, sevgi, merhamet gibi duyguların ve bununla birlikte düşünme özelliğine sahip bir organ olarak tanımlar. Bilimden bihaber olan din karşıtları, bu durumun bilimsel bir hata olduğunu sanıyor, fakat bilim ise bu ayetlerin doğruluğunu ispat etmiştir.


''HearthMath'' tarafından yazılmış ''Science of the heart'' kitabında kalple ilgili şu bilgiler verilmiştir:


Aşk hormonu olarak bilinen, biliş, hoşgörü, arkadaşlık bağı ve güven gibi duygusal fonksiyonlara etkisi olan oksitosinin [1] kalp tarafından da üretilip salgılandığı hatta kalpteki üretimin beyindekiyle aynı aralıkta olduğu keşfedildi. [2] ayrıca beyindeki duygusal işlem merkezi olan amigdaladaki ve alakalı çekirdeklerdeki işlevlerin kalp tarafından doğrudan etkilenmiş olduğu da [3] keşfedildi. 


Bunların yanı sıra, kalbin beyne, beynin sadece anlamakla kalmadığı aynı zamanda itaat ettiği mesajlar gönderdiği biliniyor.[4] Demekki kalp, beyni kendisine itaat ettiriyor. Ayrıca kalp ve beyin sürekli olarak, iki taraflı bir diyalog halinde bir bağlantıya sahip olup her ikisi de birbirinin fonksiyonlarını etkiliyor [5]. Üstelik kalp, beynin kalbe yolladığından fazla bilgiyi beyne yolluyor. [6] 


İlgili kitap, kalbin kendi aklı varmış gibi davrandığını, gündelik etkileşimlerimizde algılarımızı ve tepkilerimizi önemli ölçüde etkilemiş olduğunu, kişiliğimizi, algılarımızı ve zekamızı etkileyebileceğini belirtmektedir [7].

Bunun yanı sıra kalbin daha pek çok fonksiyonlarından da bahsetmektedir. Yani kalp, sanılanın aksine; sadece kan pompalamaz. Ayetlerde belirtildiği üzere ve ilgili kitap tarafından da teyit edildiği üzere, kalbin duyguları ve düşünceye etkisi vardır. Kur'an'ın sıklıkla kalbe düşünme özelliğini atıf etme sebebi de bu olmalıdır. 


Kaynak: https://www.heartmath.org/research/science-of-the-heart/heart-brain-communication/


Science of the heart, ilgili ifadelerin orjinal metni:


[1], More recently, it was discovered the heart also manufactures and secretes oxytocin, which can act as a neurotransmitter and commonly is referred to as the love or socialbonding hormone. Beyond its well-known functions in childbirth and lactation, oxytocin also has been shown to be involved in cognition, tolerance, trust and friendship and the establishment of enduring pair-bonds. (Chapter 1)


[2] Remarkably, concentrations of oxytocin produced in the heart are in the same range as those produced in the brain. (Chapter 1)

[3] Research has shown that the heart’s afferent neurological signals directly affect activity in the amygdala and associated nuclei, an important emotional processing center in the brain. (Chapter 5) [4]The heart was behaving as though it had a mind of its own. Furthermore, the heart appeared to be sending meaningful messages to the brain that the brain not only understood, but also obeyed. (Chapter 1) [5] that communication between the heart and brain actually is a dynamic, ongoing, two-way dialogue, with each organ continuously influencing the other’s function.  (Chapter 1) [6] This means the heart sends more information to the brain than the brain sends to the heart (Chapter 1)


³: hayvan, bir insan kadar aklını kullanamaz. Allah, cehennem için elenen insanların sanki hayvanlar kadar bile akıllarını kullanmayan varlıklar olduğunu bir metafor ile belirtmiştir.


180- En güzel isimler Allah'ındır. O halde ona onlarla [o isimlerle] dua edin. Onun isimleri hakkında [yanlışa] meyil edenleri bırakın. Onlar bulunmakta oldukları eylemleri sebebiyle karşılıklarını alacaklardır.


181- Yarattıklarımızdan hak ile [gerçek ile] yol gösteren ve onunla [gerçek ile] adil davranan bir topluluk vardır.


182- Ayetlerimizi [mucizelerimizi] yalanlamış olanlara [gelince] onlara bilmedikleri yerden derece derece geleceğiz¹.


¹: (zad'ul mesir)


183- Onlara zaman veriyorum. Kesinlikle benim planım çok sağlamdır.


184- Hiç kavramaya çalışmadılar mı? Kendilerinin arkadaşında herhangi bir delikten (eser) yoktur. O, apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir.


185- Göklerin ve yerin (Evrenin) Melekutu[sistemi] hakkında, Allah'ın yarattığı herhangi bir şey hakkında ve belkide süre sonlarının yaklaşmış olabileceğini, hiç düşünmediler mi?¹ Artık bundan sonra hangi olaya-söze inanırlar?


¹: (müfredat :نظر)


186- Allah, kimlere yolu kaybettirirse, artık on[lar] için hiçbir yol gösterici yoktur. [Allah] onları taşkınlıkları içinde şaşkın bir halde bırakır.


187- Sana saat'ten (kıyametten) yana soruyorlar : "onun demir atması [gerçekleşmesi]¹ ne zamandır?" [diye..] "onun [saatin] bilgisi sadece RAB'bimin katındadır. Onun [saatin] vaktinde, ondan [RAB'bimden] başkası onu [saati] açığa çıkaramaz. [saat] göklerde ve yerde (evrende) ağırdır. [Saat] size ancak aniden gelir. Sanki sen ondan [saatten] yana ısrarla bilgi istemişsin gibi sana soruyorlar. "onun [saatin] bilgisi sadece Allah'ın katındadır; fakat insanların çoğunluğu [Allah'ın katında olduğunu] bilmiyor." de.


¹: kelimenin kökeni olan (رسو) "sabit oldu" mânâsına gelir. (müfredat : رسو) geminin durmak için demir atmasına da bu kelime kullanılır. Ayette "kıymetin sabit olması, ortaya çıkması, gerçekleşmesi" manasında bu fiil kullanılmıştır. (kadı beydavi)


188- "Allah'ın tercih etmesi bir tarafa, ben kendi benliğim için herhangi bir faydaya ve zarara sahip değilim. Şayet ben gaybı [gizliliği] biliyor olsaydım, mutlaka hayırdan daha çok isterdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben [başka bir şey] değilim, ancak bir uyarıcıyım ve inanan bir millet için müjdeciyim." de.


189- Sizi bir tek candan yaratan, ondan (onun türünden)¹ onun eşini [o can] onunla huzur bulsun-sakinleşsin diye yapan o'dur. [O can] onu [eşini] bürüdüğü [birliktelik yaşadığı]² zaman [eşi] hafif-hoş bir yük yüklendi. Ardından ondan [o yükten] şüphelendi³. Ardından [kadın] ağırlaşınca RAB'leri Allah'a "Eğer bize düzgün bir (çocuk) verirsen mutlaka ama mutlaka şükredenlerden oluruz." [diye] dua ettiler.


¹: "min-ha =منها" "onun türünden" manasında kullanılır. Örneğin rum 21. Ayette de "nefsinizden eşler yaratan" denilmektedir. Örneğin bu ayeti, kadınların hepsinin, erkeklerin bir parçasından yaratılmış olduğu şeklinde anlayamayız. Nahl 72. Ayette “nefislerinizden eşler, onlardan da çocuklar yarattı “ayeti de aynı mantığa sahiptir. Bu ayetleri “onun türünden” olarak anlamalıyız.


²: bu ifade, ilişkiyi kasıt etmektedir. (müfredat : غشي)


³: "miryet=مرية" yani "şüphe" anlamından "fe me'rat bihi=فمارت به" şeklinde de okunmuştur. "Hamilelik düşüncesi, içine düştü." anlamındadır (Zamahşeri:keşşaf)


190- Ardından, [Allah] o ikisine düzgün bir (çocuk) verince, o ikisine verdiği hakkında ona [Allah'a] ortaklar yaptılar. Allah, onların şirk koştuğu [ortak kabul ettiği şeyler]den yücedir.


191- Kendileri yaratılmışken hiçbir şeyi yaratmayan [şeyleri] mi şirk koşuyorlar [Allah'a ortak kabul ediyorlar]?


192- [Şirk koştukları şeylerin] onlara herhangi bir yardıma güçleri yetmez; kendi benliklerine de yardım etmezler.


193- Onları doğru yola çağırsanız size uymazlar. Onları çağırsanız da, sessiz kalsanız da, size göre eşittir.


194- Gerçek şu ki, Allah'tan beride dua ettiğiniz [şeyler] sizin benzeriniz kullardır. Eğer dürüst idiyseniz onlara dua edin de size cevap vermeyi dilesinler.


195- Onlara, kendileriyle yürüyecekleri ayaklar mı var? Yoksa kendileriyle yakalayacakları eller mi var? Yoksa, kendileriyle görecekleri gözler mi var? Yoksa kendileriyle duyacakları kulaklar mı var? "Ortaklarınıza dua edin. Aynı zamanda bana plan yapın da bana göz açtırmayın!" de.


196- "kesinlikle benim velim(rehberim), kitabı [kısım kısım] indiren Allah'tır. O, düzgün-iyi kişilere veli olur.


197- Ondan [Allah'tan] beride dua ettiklerinizin size yardım etmeye güçleri yetmez ve kendi benliklerine de yardım edemezler.


198- Onları doğru yola davet etseniz sizi duymazlar. Onları sana bakıp düşünürken görürsün, hâlbuki onlar görmüyorlar.



199- Sen affı [kolay olanı] al¹, güzel eylemleri² emir et ve cahillerden ilgiyi kes.


¹: insanlardan kolay olanı iste, zor olanı isteme manasındadır. "kolaylaştırın, zorlaştırmayın" [Buharî "Cihad ve siyer", 3] hadisi bu ayetle uyumludur.


²: (Zamahşeri:keşşaf)


200- Şeytandan [kötülükten] bir iğneleme seni dürterse, Allah'a sığınmayı dile. Kesinlikle o, devamlı bir işitendir, devamlı bir bilendir.


201- Gerçek şu ki, korunup sakınmış olanlara şeytandan bir taif[hayal¹] dokunduğu zaman düşünmeye başlarlar; bir bakarsın ki onlar [gerçeği] görürler.


¹: İnsanı avlamak için Şeytandan gelen şeye; hayal, kurgu vb. Şeylere denir (müfredat : طوف)


202- Kardeşleri, onları [korunup sakınmış olanları] mahvolmanın[kurguların] içine çekiyorlar, dahası [bunu yapmaktan] geri durmuyorlar.


203- Onlara herhangi bir ayeti[mucizeyi] getirmediğinde "Derleseydin[uydurup getirseydin¹] ya?" dediler. "Ben sadece RAB'bimden bana vahiy edilene bağlı oluyorum. Bu, inanan bir millet için RAB'binizden basiretlerdir, bir doğru yol rehberi ve bir rahmettir.


¹: ''toplamak" manasında olan bu fiil, peygambere inanmayan kişiler tarafından alay yollu bir sözdür. (müfredat : جبي, Zamahşeri:keşşaf)


204- Kur'an okunduğu zaman, hemen onu [kur'an'ı] dinleyin¹ ve susun. Rahmet olunmanız beklenir.


¹: "istima=استماع" kelimesinin kökeni olan (سمع) "algılama, uygulama, boyun eğme," manalarında kullanılır. (müfredat : سمع) ayet anlam itibariyle "kur'an'ın emirleri okunduğu zaman, susun ve kur'an'ın emirlerine itaat edin, uygulayın" manasında olabilir.


205- RAB'bini gün başında ve gün sonunda içinden yalvararak, korkarak ve sözden açığı [yüksek sesli] olmaksızın an! Bihaber kişilerden olma.


206- Gerçek şu ki, RAB'binin katındakiler onun kulluğundan [ona kulluk etmekten] yana büyüklük taslamazlar, onu tenzih ederler ve ona secde ederler.

3.207 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page