top of page

Nisâ 34: Kelime ve Bağlam Çözümlemesi Üzerine Teknik Bir Değerlendirme

Güncelleme tarihi: 28 Haz





اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ

وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلًاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِيًّا كَب۪يرًا



Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (hafifçe) vurun. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.

NİSA 34 AYETİ


Özet: Bu çalışmada, Nisâ Sûresi’nin 34. âyetinde geçen kelimeler bütüncül bir yaklaşımla ele alınmış; ayetin iç yapısı, sûre bağlamı ve Kur’an bütünlüğü içinde değerlendirilmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber’in söz ve uygulamaları da dikkate alınarak kapsamlı bir analiz yapılmıştır. Erkeklerin belirli sorumluluk ve yetkileri bulunduğu gibi, kadınların da kendilerine özgü yetkinlik ve görevleri olduğu görülmektedir. İlgili âyetin anlaşılmasında, kadın ve erkek arasında yaratılıştan gelen farklılıkların dikkate alınması gerekmektedir. Bununla birlikte, âyette geçen “vurmak” fiilinin Hz. Peygamber’in beyanları ışığında, şiddet içeren bir dövme anlamı taşımadığı, aksine zarar vermeyen sembolik bir uyarı niteliğinde olduğu sonucuna ulaşılmıştır.




Ayete geçen قَوَّامُونَ kavvâmûne Köken: ق و م (q-w-m) fiil kökünden gelir. Bu kök, "kalkmak, dik durmak, ayakta tutmak, gözetmek, yerine getirmek" anlamlarını taşır.



"Kavvâmûn" kelimesinin içerdiği “yönetici” ya da “reis” anlamı, zorla hükmeden, baskı uygulayan bir otoriteyi değil; sorumluluk üstlenen, ihtiyaçları karşılayan ve adaleti gözeterek yöneten kişiyi ifade eder. Bu yöneticilik anlayışı, istekleri zorla kabul ettiren değil, başkalarının haklarını ve maslahatını gözeterek onları yerine getiren bir rehberlik biçimidir. Nitekim Kur’an’da ‘kavvâm’ kelimesinin kullanımları da bu yorumu desteklemektedir. Özellikle Maide Sûresi 8. ayette geçen “قَوَّامِينَ بِالْقِسْطِ” ifadesi, adaleti ayakta tutan, onu uygulamakla yükümlü olan kişiler anlamına gelir. Buradan hareketle kavvâmiyet, güç ve baskı temelli bir üstünlük değil; sorumluluk ve hizmet temelli bir görev olarak anlaşılmalıdır."


İnsanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması her birinin ayrı fiziksel ve zihinsel özelikleri ve yetkinlerine yöneliktir Allah katında üstünlük takva iledir HUCURÂT -13.


“Nisâ 34. ayette erkeklerin ‘kavvâm’ oluşları, genellikle iki temel gerekçeye dayandırılmıştır: Birincisi, erkeklerin bazı fiziksel ve yapısal özellikleri sebebiyle aile içinde koruyucu ve gözetleyici rol üstlenmeleri; ikincisi ise, maddi sorumlulukları yerine getirmeleri, yani ‘mallarından harcamaları’dır (بِمَا أَنفَقُوا مِنْ أَمْوَالِهِمْ). Bu durum, erkeklerin aile içinde belirli bir yönetim ve sorumluluk pozisyonuna yerleştirildiğini ifade eder. Ancak bu yönetim, baskıcı bir otoriteyi değil; koruyan, gözeten, geçimi sağlayan, hakkaniyetle yöneten bir konumu işaret eder. Kur’an’da ‘kavvâm’ kelimesinin geçtiği diğer yerlerde de bu anlamın, adalet ve sorumluluk ekseninde şekillendiği görülmektedir. Dolayısıyla bu ayette ifade edilen üstünlük, mutlak ve ontolojik değil; belli bağlamlarda ve belirli yükümlülükler doğrultusunda verilmiş işlevsel bir üstünlüktür.”


Erkeğin “kavvâm” olması hangi yetkileri ve vazifeleri ihtiva etmektedir? Bu soruya verilen cevaplar eskiden yeniye değişik olabilmiştir. Yalnızca âyet ve hadislerin lafızlarını değil, bunların yanında uygulamayı ve dolayısıyla örf ve âdeti de göz önüne alan müctehid ve müfessirler, sözlük mânası “bir şeyin üzerinde duran, hâkim olan, özen gösteren, onunla yakından ilgilenen” demek olan kavvâmlığa, “reislik, yöneticilik, eğitim, koruma, savunma, ıslah, kazanma, üretme” mânalarını yüklemişlerdir. Tarih boyunca erkekler bu işleri ve sıfatları, fiilen kadınlardan daha ziyade yüklenmişlerdir. Çağımızda kelimeye yüklenen hâkim mâna ise “aile reisliği”dir.


Kuran yolu tefsiri


Not:

Bu ayetin değerlendirilmesinde göz ardı edilmemesi gereken temel hususlardan biri, aile düzenini belirleyen merciin bir beşer değil, her şeyin sahibi ve yaratıcısı olan Allah Teâlâ olduğudur. Dolayısıyla bu hüküm, toplumsal tercihlere dayalı bir beşerî kural değil; vahiy temelli bir ilke olarak ele alınmalıdır.


İkinci olarak unutulmamalıdır ki, ayette erkeğe verilen yetki ve sorumluluklar, kendi görevlerini eksiksiz yerine getirmesi şartına bağlıdır. Aynı şekilde, kadının da üzerine düşen görevleri yerine getirmesi bu dengeyi tamamlar. Ayetin bağlamına dikkat edildiğinde, erkeğin ‘kavvâm’ sıfatını kazanmasının, onun maddi yükümlülükleri üstlenmesi (وَبِمَا أَنفَقُوا) ve koruyuculuk göreviyle bağlantılı olduğu açıkça görülmektedir. Bu da bize, yetkinliğin doğrudan yaratılış cinsiyetinden değil, yüklenilen sorumluluk ve yerine getirilen görevlerden kaynaklandığını göstermektedir.


Elmalı ve beydavi' diyor..

Ayetin “فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ” kısmında geçen قَانِتَاتٌ (kânitât) ifadesi, “sâliha” kadınların vasfı olarak sunulmuştur. Buradaki “kanûtu” (itaat) kelimesi Kur’an’da sadece zorlama ya da ikrah ile yapılan bir teslimiyeti değil, gönülden gelen, bilinçli ve ahlâkî temelli bir itaati ifade eder. Nitekim Kur’an’ın diğer ayetlerinde de “kanît” kelimesi Allah’a yönelmiş, sadık kullar için kullanılmıştır (bkz. Ahzâb 35). Bu bağlamda sâliha kadınların itaati, öncelikle Allah’a karşı bir itaattir; eşlerine yönelik sadakat ve uyum ise, onların şahıslarına değil, evlilik hukukuna, aile bütünlüğüne ve eşlik görevine yönelik bir bağlılıktır.


Buradaki “erkeğe itaat” ifadesi, keyfîliğe ya da sınırsız bir otoriteye bağlı bir boyun eğme değil; Allah’ın çizdiği sınırlar çerçevesinde, aile birliğini korumaya dönük iş bölümüne ve sorumluluk bilincine dayalı bir tavırdır. Aynı şekilde, erkek de bu denge içinde kendi görevlerini yerine getiren, eşine adil davranan ve aile hukukunu gözeten kişi olmalıdır.

Ayrıca ayetin başında geçen "الرِّجَالُ" ifadesindeki belirli “el takısı” (اَل) da bu erkeklerin herkes değil, belirli vasıfları taşıyan sorumlu erkekler olduğunu göstermektedir. Bu yönüyle, ayet evrensel cinsiyet üstünlüğü değil, yükümlülük temelli karşılıklı hak ve görev paylaşımı düzeni getirmektedir.


Ayetin devamında geçen “حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللَّهُ” ifadesi, sâliha kadınların, eşleri yanlarında yokken yani gizlilik (gayb) durumunda da sorumluluk bilinciyle hareket ettiklerini belirtir. Buradaki "gayb", sadece namusla ilgili bir alanı değil; aynı zamanda aile içi mahremiyet, özel sırlar, eşlerin onuru, ev içi hassasiyetler gibi tüm görünmeyen, dışa kapalı alanları kapsar.

Kadının "gizliyi koruması", sadece fiziksel bir sadakat değil; aynı zamanda aile içi özel bilgileri ifşa etmemesi, eşine yönelik güveni zedeleyici söz ve davranışlardan kaçınması anlamına gelir. Bu da hem bireysel ahlâk hem de aile düzeni açısından yüksek bir sorumluluk bilincini ifade eder.


Ayetin sonunda gelen “بِمَا حَفِظَ اللَّهُ” kısmı ise, bu korumacılığın kadının kendi ahlâkî faziletiyle değil, Allah’ın kendisini koruyup desteklemesi ve ona bu sorumluluğu yüklemesi sayesinde gerçekleştiğini ifade eder. Bu, kadının içsel iffeti, takvası ve Allah’tan gelen bilinçle bu sorumluluğu taşıdığını gösterir.


Sözlükte ve kuranda “korkmak, kaygılanmak, endişe duymak” gibi anlamlara gelen havf kelimesi, genellikle “hoşlanılmayan bir durumun başa gelmesinden veya arzulanan bir şeyin elde edilememesinden duyulan kaygı ve korku” şeklinde tanımlanmıştır (et-Taʿrîfât, “ḫavf” md.; krş. Gazzâlî, IV, 155, 158). Râgıb el-İsfahânî havfı, “insanın tahmin ettiği veya açıkça bildiği bir emâreye dayanarak başına kötü bir hal geleceğinden kaygılanması” olarak tarif etmiştir (el-Müfredât, “ḫvf” md.). Burada zikredilen "Korktuğunuz" fiilinin, bir kısım müfessirler tarafından "Bildiğiniz" mânâsında olduğu zikredilmiştir. Câmiu'l-Beyân an Te'vîli Âyi'l-Kur'ân


Dolayısıyla, ayette geçen “korkmak” fiili, önceden başlayan veya başlamakta olan bir davranışın farkına varmak, bu davranışın evlilikte huzursuzluk ve dengesizlik doğuracağından endişe duymak anlamını taşır.


Ayete geçen نُشُوزَهُنَّ Sözlükte “yükselmek, ayağa kalkmak; (eşler) geçimsiz davranmak” gibi anlamlara gelmektedir. Kalkın denildiğinde de kalkıverin ki..."(el-Mücâdele, 58/11) âyetindeki "kalkmak" da buradan gelmektedir.



Ayete نُشُوز (nüşûz)” kelimesi, sözlükte “ayağa kalkmak, yükselmek” anlamına gelirken, aile hukukunda mecazî bir kullanımla, evlilik bağını zedeleyen davranışlar için kullanılmıştır. Bu bağlamda nüşûz; aile hukukunu çiğnemek, asi ve serkeş davranmak, eşler arası görev ihlali yapmak, hatta iffetsizlik gibi değer yıkıcı tutumları içine alan geniş bir anlam taşır. Bu tür davranışlar, kadının “sâliha” (iyi, iffetli ve sadık) olma vasfını kaybettiğini de gösterir.

Nisâ 34. ayette, kadının nüşûzundan korkulması (bilinmesi, emare görülmesi) hâlinde, erkeğe bazı tedbirler alma yetkisi verilmiştir. Bunun gerekçesi açıkça ayette belirtilir:


  • Erkeklerin maddî sorumluluk üstlenmeleri (وَبِمَا أَنفَقُوا),

  • Aile içinde koruyucu ve düzenleyici rol oynamaları (قَوَّامُونَ).


Dolayısıyla bu tedbirlerin erkeğe ait olması, keyfî bir üstünlükten değil, yükümlülük kaynaklı bir yetkiden ileri gelir.


Öte yandan, aynı kavram Nisâ 128. ayette bu defa erkek için kullanılmıştır:

“Eğer bir kadın, kocasının nüşûzundan yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında uzlaşmaya gitmelerinde bir sakınca yoktur. Sulh daha hayırlıdır...” (Nisâ, 4/128).

Bu ayette de “nüşûz” kelimesi, erkeğin eşine ilgisizleşmesi, aile hukukundan uzaklaşması, duygusal veya fiilî mesafe koyması gibi davranışlara işaret eder. Ancak burada kadına, erkeğe karşı cezalandırıcı değil, uzlaşıcı ve yapıcı bir çözüm yolu (sulh) önerilir.


Nüşûz kavramı, eşler arası ilişkide ahlâkî uzaklaşma, serkeşlik, görev ihmali, duygusal-soysal kopuş, saygısızlık ve aile hukukuna aykırı davranışlar gibi genel geçimsizlik hâllerini kapsar. Bu kapsamda iffetsiz davranışlar da nüşûzun içine dâhil edilebilir; ancak burada çok önemli bir ayrım yapılmalıdır:


Nüşûzda söz konusu olan iffetsizlik, fuhuşa eğilim, flört, mahremiyet ihlali, mahrem olmayan kimselerle samimiyet gibi ahlâkî zafiyetlerdir; fakat bunlar doğrudan zina fiili değildir.

Zina ise, Kur’an’da ve Sünnet'te ayrı ve açık delillerle tanımlanmış, şahitlik şartlarına bağlanmış ve cezası belirlenmiş olan hukukî bir suçtur (bkz. Nûr, 24/2). Bu nedenle nüşûz kapsamında yer alan iffetsiz davranışlar, zina suçu ile aynı kefeye konmamalı, ancak ailenin güven temelini sarsan ciddi tehditler olarak değerlendirilmelidir.


Ayetin ifadesiyle: “وَاللَّاتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ...”“

Nüşûzundan korktuğunuz kadınlara öğüt verin...”

Burada geçen “وَعْظ” (va‘z) kelimesi, sadece bir uyarı ya da tek taraflı bir azarlama değil; gönle nüfuz eden, bilinç kazandıran, yapıcı ve ıslah edici bir konuşma anlamındadır. Lügatlerde “va‘z”, kalbi yumuşatmaya yönelik, hikmetli ve etkileyici söz demektir.


💡 Bu bağlamda:

  • Amaç, nüşûz davranışını sona erdirmek,

  • Yöntem, anlayışla ve açıklıkla konuşmak,

  • Üslup, suçlayıcı değil, uzlaştırıcı ve yapıcı olmaktır.


📌 Dikkat edilmesi gereken nokta:

  • Ayetteki “öğüt verin” emri, kadının hatasını yüzüne vurmak veya onu küçük düşürmek değil, evliliğin selameti için yapıcı bir iletişim kurmak anlamındadır.

  • Nüşûz davranışının sebepleri araştırılmalı, aradaki mesafe ve kopukluk doğru teşhis edilmelidir.

  • Bu süreç, nasihat, anlayış, dinleme, dua ve hatırlatma gibi çok yönlü bir irşad süreci olabilir...”“Nüşûzundan korktuğunuz kadınlara öğüt verin...”


Burada geçen “وَعْظ” (va‘z) kelimesi, sadece bir uyarı ya da tek taraflı bir azarlama değil; gönle nüfuz eden, bilinç kazandıran, yapıcı ve ıslah edici bir konuşma anlamındadır. Lügatlerde “va‘z”, kalbi yumuşatmaya yönelik, hikmetli ve etkileyici söz demektir.


💡 Bu bağlamda:

  • Amaç, nüşûz davranışını sona erdirmek,

  • Yöntem, anlayışla ve açıklıkla konuşmak,

  • Üslup, suçlayıcı değil, uzlaştırıcı ve yapıcı olmaktır.


📌 Dikkat edilmesi gereken nokta:

  • Ayetteki “öğüt verin” emri, kadının hatasını yüzüne vurmak veya onu küçük düşürmek değil, evliliğin selameti için yapıcı bir iletişim kurmak anlamındadır.

  • Nüşûz davranışının sebepleri araştırılmalı, aradaki mesafe ve kopukluk doğru teşhis edilmelidir.

  • Bu süreç, nasihat, anlayış, dinleme, dua ve hatırlatma gibi çok yönlü bir irşad süreci olabilir.


Onları yataklarında yalnız bırakın” – Tedbirin İkinci Aşaması “وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ”

“Onları yataklarında yalnız bırakın.”

📌 Kelime Analizi:هَجْر”: Uzak durmak, terk etmek. Hem fiziksel hem iletişimsel mesafe koymak anlamına gelir.مَضَاجِع” Yataklar, yatılan yerler. Eşlerin mahrem alanı.


Bu tedbirin amacı, kadına cezalandırma uygulamak değil, onun davranışının evlilik bağını nasıl etkilediğini fark ettirmek, yani duygusal farkındalık ve pişmanlık oluşturmaktır.


⚠️ Önemli Not:


  • Bu “terk etme” eylemi, uzun süreli ayrılık ya da onur kırıcı dışlama değil, sınırlı süreli, maksadı ıslah olan bir mesafe koymadır.

  • Kadını değil, nüşûz davranışını hedef alır.



Ayete geçen "ضَرَبَ" fiilinin sözlükteki temel anlamı: Vurmak, darbe indirmek, dokunmak, hareket ettirmek, ayırmak, yönelmek. Bu fiil Arapça'da anlam genişliği çok yüksek olan bir fiildir ve kullanıldığı bağlama, nesneye, harf-i cer’e ve ifadenin öznesine göre farklı anlamlar kazanır



2. Kur’an’daki Farklı Kullanımlarından Örnekler:

Ayet

Kullanım

Anlam

Bakara 273

يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ

Yeryüzünde dolaşmak/sefer etmek

Nisâ 101

إِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الْأَرْضِ

Yolculuğa çıkmak

Kehf 11

فَضَرَبْنَا عَلَىٰ آذَانِهِمْ

Kulaklarını mühürledik

Bakara 26

يَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ

Misal verir (örnek getirir)

Zuhruf 57

ضُرِبَ لَهُ مَثَلٌ

Misal verildi

Görüldüğü üzere, "daraba" fiili: Harf-i cer (özellikle على, في, إلى) aldığında soyut ya da farklı anlamlar kazanır. . "وَاضْرِبُوهُنَّ Bu fiil burada nesnesiyle doğrudan (hunne - onları) kullanılmış, harf-i cer almamıştır Bağlama uyduğu muhatap nesnel olduğu için ve harfi cer olmadığı için temel anlam olan vurmak anlamına gelmektedir.


Ayete “ضرب” (daraba) kelimesi Arapçada çok yönlü ve bağlama göre farklı anlamlar taşıyan geniş kapsamlı bir fiildir. Klasik Arap dilinde ve Kur’an’da şu şekilde kullanımları vardır


Örnek Kullanım

Anlamı ve Açıklaması

“ضرب الباب” (Kapıya vurmak)

Kapıya vurmak, dikkat çekmek, kapıyı kırmak veya zarar vermek anlamına gelmez.

“يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ” (Yeryüzünde vurmak)

Yolculuk etmek, sefer yapmak, yürüyerek araziyi dolaşmak anlamındadır.

“ضرب الرّجُل قدمه” (Adam ayağını vurdu)

Ayaklarını yere vurmak, yürümek veya dikkat çekmek için vurmak anlamında, zarar vermek değildir.

“ضربوا الخُدود” (Yanaklarını vurdular)

Bazen tokat anlamı taşır ama bağlama göre farklılık gösterir.

“يضربون الأمثال” (Misal vururlar)

Misal vermek, örnek ortaya koymak anlamında soyut kullanım.

“يضربون على الخدين” (Yanaklarına vurmak)

Burada “vurmak” mecazî ya da hafif anlamda kullanılır, şiddet değil.

Başörtülerini yakalarının üzerine vurmak

Şiddetli çarpmak değil, kıyafeti düzenlemek veya örtmek anlamı taşır.


Kur’an’da “ضرب” Fiilinin Bu Geniş Kullanımı:


  • Kur’an’da “daraba” fiili hem somut hem soyut anlamlarda sıkça kullanılmıştır.

  • Fiziksel şiddet içermeyen bağlamlar çoktur.

  • Bu nedenle, “وَاضْرِبُوهُنَّ” ifadesi de mutlaka fiziksel şiddetle sınırlanamaz.


İslâm klasik ve çağdaş tefsir literatüründe, Nisâ 34. ayette geçen “daraba” fiilinin yorumu üzerinde genel bir mutabakat mevcuttur:


1. Hafifçe Vurma, Simgeleyici Dokunuş:


  • Müfessirler, bu fiilin fiziksel şiddet veya eziyet anlamında kullanılamayacağını vurgular.

  • Hafifçe vurma, simgesel uyarı veya dikkat çekme anlamını ön planda tutarlar.

  • Bu vurma, zarar vermek veya acı çektirmek amacı taşımaz.


Taberi burada zikre dilen dövme, ağır bir şekilde olmayan dövmedir. Nitekim Said b. Cübeyr, Abdullah b. Abbas, Katade, İkrime, Süddi, Muhammed b. Ka'b ve Hasan-ı Basri bu âyette zikredilen dövmeden maksadın, ağır olmayacak şekilde dövme olduğunu söylemişlerdir. Abdullah b. Abbas, ağır olmayacak şekilde dövmenin, misvak ve benzeri şeylerle dövmek olduğunu, Hasan-ı Basri ve Ata da, etkili olmayacak bir şekilde dövme olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca Ata, Resûlüllah’ın, ağır olmayacak şekilde dövmeyi "Misvakla dövme ve etkili olmayacak şekilde dövme" olarak izah ettiğini söylemiştir.



Kur’ân-ı Kerîm, birçok ayetinde aşırılıktan, ölçüsüzlükten ve haksızlık yapmaktan kaçınmayı emreder. Bu ilke, hem bireysel hem toplumsal hayatın temel düzenleyicisidir.


1. Aşırılığın Kınandığı Ayetler:

Örneğin, Bakara Suresi 190. ayette şöyle buyurulur:


“Allah yolunda savaşın, fakat haddi aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.”

Bu ayet, savaşta bile adalet ve ölçülülük sınırlarının korunmasını zorunlu kılar.


  • Nisâ 34. ayette geçen “وَاضْرِبُوهُنَّ” emrinin, Kur’an’ın genel prensipleriyle uyumlu olması gerekir.


  • Bu nedenle, “vurmak” fiilinin şiddet içeren ağır dövme anlamına gelmesi mümkün değildir.


  • Çünkü bu tür aşırılık, Kur’an’ın sevmediği, yasakladığı davranışlardır.


  • Allah’ın sevmediği “haddi aşmak” kavramı, adaleti ve hakkaniyeti gözetmeme halidir.


  • Ailede şiddet ve zulüm, bu prensibe açıkça aykırıdır.


  • Peygamber Efendimiz (sav) de eşlerine karşı hep şefkat ve merhametle muamele etmiş, onlara el kaldırmamıştır.



Bu ayet, aile içindeki psikolojik ve duygusal sorunlara karşı alınacak başlıca önleyici ve ıslah edici tedbirleri göstermektedir. Öncelikle öğüt vermek (nasihat) ve duygusal mesafe koymak (yatakta ayrılmak) gibi yöntemlerle sorunun çözümüne çalışılır. Ancak bu yöntemler yeterli olmazsa, klasik tefsirlerde ve meallerde geçen “hafifçe vurma” uygulaması son aşama olarak gündeme gelir.


Burada dikkat edilmesi gereken husus, bu uygulamanın şiddet değil, simgesel ve ölçülü bir uyarı niteliğinde olmasıdır. Yani amaç, psikolojik ve sosyal dengeyi korumak, aileyi ve evliliği zedelemeden sorunu çözmektir.



Makale için resme tıklayın
Makale için resme tıklayın

 “Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.” (Nisâ 34)


Ayetin bu kısmı, kadının nüşûzdan vazgeçip aile hukukuna uyarak eşlik görevini sadakatle yerine getirmesi hâlinde, erkeğin artık başka bir yaptırım yoluna gitmemesi gerektiğini açıkça belirtir. Bu, evlilikte karşılıklı sorumlulukların yerine getirilmesinin, sorunu çözücü ve barışı tesis edici temel adım olduğunu vurgular.

Aynı zamanda ayet, erkeğin kendini yüceltip kibirlenmesini, eşine karşı zulüm ve tahakküm yoluna gitmesini engelleyen bir uyarıdır; çünkü nihai yücelik ve büyüklük ancak Allah’a aittir.



Bu ayetin nüzul sebebi de bunun şiddet unsuru olmadığını göstermektedir.


İbn Abbas (radıyallahü anh), bu âyetin Muhammed İbn Seleme'nin kızı ile ensârın ileri gelenlerinden biri olan kocası Sa'd b. Rebi' hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Zira Sa'd ona bir tokat atmış, o-da kocasının yatağını hemen terkederek, kocasının tokadının izi yüzünde olarak Hazret-i Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'e getip, kocasının kendisini tokatladığını şikayet etmiştir. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) "Ondan kısas iste" dedi, sonra da, "sabret, (vahiy) bekliyorum" dedi. İşte bunun üzerine, "Erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler..." âyeti nazil olmuştur. Bu, "Erkekler kadınları terbiye etme ve onlara müdahale etme hususunda hakimdirler" demektir. Böylece Cenâb-ı Hak sanki erkeği, karısı üzerinde bir reis ve hükmü geçen birisi kabul etmiştir. Bu âyet nazil olunca Hazret-i Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem), "Biz birşey istedik, Allah da birşey istedi. Allah'ın istediği daha hayırlıdır" buyurdu. Tefsir-i Kebir



 Ayetin Bütünü ve Nisa 25. Ayet Bağlamında “Yöneticiler Tarafından Uygulama” İddiasının Zorluğu


Bazı yorumlarda, Nisâ 34. ayette geçen tedbirlerin yöneticiler veya resmi otoriteler tarafından uygulanacağı iddia edilmektedir. Ancak bu yaklaşım:


  • Ayetin kendi iç bütünlüğüyle çelişmektedir. Çünkü ayet, aile içi bir düzenlemeyi, eşler arasındaki ilişkiyi konu almakta ve tedbirlerin eşler arasında bireysel sorumluluklar çerçevesinde uygulanmasını emretmektedir.

  • Ayrıca, sonradan gelen Nisa 25. ayet, evlilik, nikâh ve kadın hakları konusunda daha kapsamlı düzenlemeler getirerek, bireysel ve toplumsal dengeyi gözeten hükümler koymaktadır.

  • Bu bağlamda, Nisâ 34’teki tedbirlerin devlet veya yöneticiler eliyle zorla uygulanması, hem ayetin ruhuna hem de sonraki ayetlerin içeriğine uygun düşmemektedir.


Ayetin Tarihsellik İddiasına Karşı Eleştiri


Bazı yorumcular, Nisâ 34. ayetinin tarihsel bağlamda, sadece Peygamber dönemine özgü bir hüküm olduğunu ileri sürerler. Ancak bu görüşün:


  • İnanç esasları, ibadet ve ahlakî prensipler dışındaki ayetlere tarihsel demek için yeterli bir dayanak olmadığı,

  • Çünkü Kur’an ayetlerinin tarihsel olup olmadığını belirlerken, ayetin genel maksat ve hükmü ile sürekliliği esas alınmalıdır.

  • Örneğin, Peygamberin hanımları ile evlenme yasağı gibi özel bir durum (illet), ayetin sadece belirli bir döneme ait olduğunu gösterir. Bu durumda ayet tarihsel kabul edilir.

  • Oysa Nisâ 34. ayeti, genel aile hukuku ve evlilik ilişkileriyle ilgilidir ve bu bağlamda süreklilik arz etmektedir.

  • Dolayısıyla, ayet iletiliği (hikmeti ve genel amacı) devam ettiği sürece, ayetin tarihsel olduğunu söylemek mümkün değildir.


 Fiilinin İkincil Anlamlarına Dayanarak Temel Anlamın Değiştirilmesi Tartışması


Bir kesim yorumcu, Nisâ 34. ayetindeki “ضرب” (daraba) fiilini, sözlükte ve Kur’an’da yer alan “çıkmak, tutmak, ayak vurmak” gibi ikincil anlamlar üzerinden yorumlayarak, ayetteki temel anlamın fiziksel vurma olmadığını ileri sürmektedir.


Ancak bu yaklaşımda dikkat edilmesi gereken birkaç önemli husus vardır:

  1. Temel anlamın önceliği:Bir kelimenin temel anlamı, bağlam ve özne göz önünde bulundurulduğunda değiştirilmeden önce ayetin bütünlüğü ve bağlamıyla uyumlu olmalıdır.

  2. Bağlam uyumu:Ayetteki fiilin anlamı, bağlamla tutarlı olmalı; muhataplar ve öznel kullanım dikkate alınmalıdır.

  3. Harfi cer (edat) durumu:Arapçada birçok ikincil anlam, fiilin yanında harfi cer almasıyla oluşur. Nisâ 34. ayetteki kullanımda harfi cer olmadan doğrudan nesneye yönelme söz konusudur, dolayısıyla ikincil anlamların burada geçerli olması zordur.


Bu nedenle, ayetin temel anlamının değiştirilerek ikincil anlamların esas alınması, hem dilbilgisel kurallar hem de ayet bağlamı açısından açıklanması gereken zorlayıcı bir iddiadır.


Hz. Peygamber’in “Vurma” Uygulaması ve Nüşûzla İlişkisi


Hz. Peygamber’in, Nisâ 34. ayette belirtilen “vurma” uygulamasını fiilen gerçekleştirmemesi, bu davranışın her durumda uygulanmayacağı ve sadece nüşûz hâllerinde gündeme geleceğini göstermektedir. Yani, ayetteki hüküm, genel bir uygulama değil, özel bir durumun tedbiridir.

Ayrıca, Hz. Aişe’ye yöneltilen iftiraların bu ayetle ilişkilendirilmemesi gerekir; çünkü bu tür iftiralar başka bağlamlarda değerlendirilir ve ayetin hükümleriyle doğrudan bağlantılı değildir.

Hz. Peygamber’in, şiddet ve dövme konusunda kesinlikle karşı olduğu, sadece hafifçe vurma şeklinde uyarıcı bir ruhsat verdiği hadislerle sabittir. Bu da ayetin ruhuna ve İslam ahlakına uygundur.


Nisâ 34. Ayetindeki Uygulamanın Emir Değil, Ruhsat Olması


Nisâ 34. ayetinde belirtilen tedbirlerden özellikle “vurmak” eylemi, kesin bir emir değil, belirli şartlarda başvurulabilecek bir ruhsat olarak anlaşılmalıdır.


  • Bu ruhsat, şiddet içermeyen, ölçülü ve son çare olarak düşünülen bir uygulamadır.

  • Peygamber Efendimizin pratikte bunu kullanmamış olması, uygulamanın zorunlu değil, tercihe bağlı olduğunu gösterir.

  • Dolayısıyla, bu tedbir her durumda değil, aile içi özel durumlarda, nüşûzun devamı hâlinde kullanılabilecek sınırlı bir imkândır.


Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’ye göre Atâ, âyette geçen dövmenin ibâha (serbest bırakma) ifade ettiğini, genel olarak erkeğin karısını dövmesini yasaklayan hadislerin ise kerâhet (mekruh ve çirkin görme) hükmü getirdiğini tesbit etmiş ve sonuç olarak “Koca, karısını dövemez” demiştir (I, 420; Atâ’nın konuya ilişkin diğer bir açıklaması için bk. İbn Âşür, V, 43-44). Sâbûnî, nâşize kadını tedib için dövmek mubah olmakla birlikte bunun terkinin daha faziletli olduğu hususunda âlimlerin ittifak ettiğini söylemektedir (Bkz. Sâbûnî, Revâi‘u’l-Beyân, I, 441).


Sonuç


Kur’ân-ı Kerîm’i bir bütün olarak ve ayeti siyak-sibakı içinde incelediğimizde; müfessirlerin sunduğu deliller ve sahih hadisler ışığında, hem erkeğin hem de kadının sorumluluklarının açıkça ortaya konduğunu görmekteyiz. Erkeğin, kadına karşı malından harcama yapması, onu koruması ve isteklerini yerine getirmesi sebebiyle aile içinde yönetici ve koruyucu bir konumda olduğu; salih kadınların ise Allah’a ve aile hukukuna itaatkâr olup, eşlik görevlerini sadakatle yerine getiren kimseler olduğu anlaşılmaktadır.


Nüşûz yapan kadınların durumunda ise, ayet öncelikle onlara öğüt vermeyi, yataklarda ayrı kalmayı, son aşamada ise hafifçe vurmayı söylemektedir. Burada kullanılan “vurmak” fiilinin şiddet ve dövme unsuru taşımadığı; dilbilimsel kullanımı, Kur’ân’ın aşırılığı reddeden yaklaşımı ve Hz. Peygamber’in dövmeye karşı duruşu ile desteklendiği görülmektedir.


Ayrıca, ayetin nüşûz ile doğrudan bağlantılı olduğu ve mutlak bir emir değil, tercihe bağlı bir ruhsat niteliğinde olduğu dikkate alınmalıdır.



Araştırma ve Derleme MUSTAFA ALİ UÇAR


Kaynaklar


Tefsirleri buradan okuya bilirsiniz



Kelimelerin kuranda ki kullanımlarına ve açıklamalı meallere bakabilirsiniz



Nuşuz havf itaat gibi kavramlara bakabilirsiniz



Sözlüklerden kelimeleri incelemek için




Diğer kaynaklar










2 Comments


Erdem Yaşar
Erdem Yaşar
Jan 29, 2022

Selamlar. Bir eleştirim olacak. Zina gibi büyük bir olayda, bir koca karısını birebir suçu işlerken görse ve şikayette bulunsa ve hatta yemin etse bile, kadının masumiyeti için yemin etmesi halinde cezanın uygulanamayacağını söyleyen bir kitabın hukuki ruhuna,

Erkeğin yalnızca öyle hissettiği için, mesela karısı eve geç geliyor, sözünü dinlemiyor ve erkek onun kendisini terkedeceğini veya huzurlarının bozulacağından korkuyor ve öğüt verip yataklarını ayırmasından sonra da ona kaygı veren durumlar devam ediyor. Ve ona fiziksel bir ceza verme ehliyeti kazanıyor, sırf erkek evlilik huzurundan kaygı duyduğu için.


Derseniz ki buradaki vurmak can acıtmadan vurmaktır, o halde bu saçma olmaz mı, okşayacak mı. Hafifçe vurmak da diymezsiniz çünkü böyle bir şey yok Kuran'da, sadece DRB geçiyor. Hafif ağır gibi bir kelime geçmiyor.…


Like
Replying to

Merhaba yoruma geç cevap verdiğim için kusura bakmayın yeni makale çalışmalarından pek fırsat bulamıyorum


Zina ile ilgili olan ayet had cezası hükmünün kalkması ile ilgilidir yoksa eşinin burada hiç bir uygulamada bulunmaması demek değildir bunu Nur 6 7 8 birlikte okuyarak ve zinanın hükmü ile ilgili ayetler ile birlikte okuyarak ulaşa bilirsiniz


Yazımızda olduğu gibi nuşuz basit bir şey değildir bu şekilde de anlaşılmamıştır burada hissetmek kaygı durmak gibi bir şey yok havf bilmek ve neticesinin zararlı olacağından da korkmaktır.


Kurada bütün demedik genel kullanım dedik bu yüzden . Enfal 12 ayet bir istisnadır ayrıca bunu mecaz olarak alıp amacın etkisiz hale getirmek diye anlamamız için hiç bir karine yoktur Yani, “Muhammed Esed onları tamamen etkisiz ha…

Like
  • Twitter
  • YouTube
  • Facebook - White Circle
  • Instagram - White Circle

Hubeyb öndeş 

bottom of page