top of page

İslam’da Çocuk Evliliği Meselesi ve Hz. Âişe’nin Evlilik Yaşı Üzerine Tarihî-Kritik Bir Değerlendirme

Güncelleme tarihi: 17 Ağu

"Herhangi bir tarihî, dinî ya da kültürel konuyu değerlendirirken, anakronizm hatasına düşmemek gerekir


Anakronizm, kelime olarak Yunanca ana (yukarı, karşı) ve chronos (zaman) kelimelerinden gelir ve “zamana karşı gelme” anlamındadır. Terim olarak:

“Bir olayı, kişiyi ya da metni kendi bağlamı dışında, farklı bir zamanın bilgi, ahlâk, kültür veya anlayış normlarına göre değerlendirme” hatasıdır.

🔍 Neden Anakronik Yargı Hatalıdır?


1. Tarihsel bağlamdan koparmadır (contextual fallacy):

Bir olguyu, kendi oluş şartlarından, siyasi, kültürel ve sosyal ortamından ayırarak yargılamak, o olgunun neden öyle olduğunu anlamayı imkânsızlaştırır.


7. yüzyılda ortalama evlenme yaşı biyolojik erginliğe (bulûğa) bağlıydı. Toplumda 9-12 yaş evlilikleri sıradan, hatta zorunlu idi. Bu dönemde “çocuk evliliği” diye bir kavram yoktu; çünkü “çocukluk” modern bir psikolojik-kültürel inşa olarak henüz gelişmemişti.

2. Ahlâk normları tarihsel değildir ama uygulamaları öyledir:


Temel ahlâkî ilkeler evrensel olsa da (örneğin zulüm kötüdür), bu ilkelerin nasıl uygulandığı tarihîdir..

Mesela: Bugün 18 yaş altı biriyle evlenmek, pedagojik ve psikolojik gerekçelerle zararlı olarak görülür. Ama geçmişte bu, hem tıbben hem de kültürel olarak makul ve sıradan bir uygulamaydı. Dolayısıyla o dönemki insanlar bugünkü pedagojik bilgilere sahip değildi ki bu ölçütlerle yargılansınlar.

3. Normatif değerlere zamansal üstünlük vermektir:


Anakronik yaklaşımlar, bugünün değerlerini zamanlar üstü hakikatmiş gibi sunarak, geçmişe üstünlük taslar. Bu ise epistemolojik kibirdir.


Oysa tarihî gerçeklikler, her dönemin kendi içindeki normlara, zorunluluklara ve bilgi düzeyine göre anlaşılmalıdır. Aksi halde, örneğin tüm geçmiş toplumları “kadın hakları ihlâlinden” suçlamak gerekir ki bu, tarihin anlamını ve çok katmanlı yapısını yitirir.

4. Sosyolojik indirgemecilikle çelişir:


Bir toplumsal davranışı ahlâken yargılamak için önce o davranışın toplumda ne anlam taşıdığını bilmek gerekir. Oysa anakronik değerlendirme, davranışı sadece dışarıdan gözlemleyerek hüküm verir.

Örneğin: Bir toplumda “küçük yaşta evlilik” sadece cinsellik için değil, ailevi, ekonomik, güvenlik ve soy bağını koruma gibi pek çok işlev görebilir. Bunları göz ardı etmek indirgemeci olur.

5. Adaletsiz tarih yazımına neden olur:


Eğer geçmişte yaşamış birey ya da toplumları kendi zamanlarının dışındaki ölçütlerle yargılarsak, onlara adaletsizlik etmiş oluruz.

Hz. Peygamber’in yaptığı bazı uygulamaları bugün anlamlandırırken, onun içinde bulunduğu Arap Yarımadası'nın kültürü, savaş koşulları, kırsal yaşam yapısı, ailevi kurumları, kadın algısı dikkate alınmaksızın yargıda bulunmak ciddi bir bilimsel çarpıtmadır.


Hiçbir tarihsel olgu, kendi zamanının bilgi, kültür, örf ve ahlâk bağlamı dışında yargılanamaz. Anakronik değerlendirmeler, hem bilimsel tutarlılığı bozar hem de anlamayı değil, mahkûm etmeyi hedefler.Bu, hem felsefî hem metodolojik hem de epistemolojik bir yanlıştır.

Bu yüzden çocuk evliliği, geçmişteki toplumlarda farklı anlamlar taşıyabilir; bu olgunun Kur’an’daki ya da hadislerdeki yeri değerlendirilirken o dönemin bağlamı ve örfü dikkate alınmadan “ahlaksızlık” gibi hükümler vermek, anakronik ve bilim dışı olur.


Erken yaş evliliklerin o dönemde yaygın olması, sadece İslam toplumlarına değil, birçok farklı kültür ve dine özgü tarihsel bir durumdur. Dönemin içinde bu uygulamaların sistematik ahlâkî eleştiriye tabi tutulmamış olması, bunun bir "ahlâksızlık" değil, zamanın örfî şartlarından kaynaklanan bir durum olduğunu gösterir. Ahlâkî yargı, bağlamdan koparıldığında hem anakronik hem de indirgemeci olur.


Sonuç olarak, nesnel ahlaka inansak da, erken yaşta bir kızın evlenmesinin etik olup olmadığı sorusu, tarihsel bağlamda ve modern dünyada farklı sonuçlar doğurabilmektedir. Orta Çağda, erken yaşta evliliklerin toplumun genel refahına katkıda bulunan avantajları vardı ve bu uygulama, o dönemin sosyal, ekonomik ve sağlık koşulları göz önüne alındığında pragmatik bir tercih olarak kabul ediliyordu. Dolayısıyla, o dönemin şartları çerçevesinde bu tür evlilikler etik olarak kabul edilebilir gözüküyor. Diğer taraftan da günümüzde, erken yaşta evliliğin birçok olumsuz sonucu olduğu açıktır. Bu yüzden etik olarak kabul edilmemesi normaldir.

Kanaatimce bu ahlaki yargıdaki değişimi fark edemeyenler, benim “örf emperyalizmi” dediğim hataya düşüyorlar. Örf emperyalizmi, kişinin kendi örfünü ve ahlak algısını mutlak kabul edip diğer çağlara dayatma girişimidir. Bir grup Orta Çağda erken evliliğin kabul ediliyor oluşundan hareketle günümüzde de erken evlilik olabilir derken, diğer grup ise günümüz koşullarında oluşan etik sezgiler ile geçmişi yargılıyor. Oysa bu iki tutum da kanaatimce yanlıştır. Etik ilkeler havada asılı duran, dünyadan ve olaydan bağımsız soyut şeyler değildir. Etik ilkeler ancak koşullar ile etkileştikleri zaman sonuçlar üstünden doğru ya da yanlış diye yargı verirler. Bazen koşullar o kadar radikal değişir ki, etik bir eylem, etik olmayan bir eyleme rahatlıkla dönüşebilir. Dolayısıyla kanaatimce bugünkü ahlaki sezgilerden hareketle Orta Çağda erken evlilikleri eleştirmemiz yanlıştır. Hz. Ayşe’nin evliliğini eleştirmek de bunun sonucunda yanlıştır. Aynı şekilde, geçmiş uygulamalardan hareketle bugün erken evliliklere izin verilmesi gerektiğini savunmak da yanlıştır.  ENİS DOKO






📌 Çocuk evliliği, İslam’ın indiği dönemde sadece Arap toplumuna özgü değil, tüm dünyada geçerli olan yaygın ve yerleşik bir örfî uygulamaydı.


📌 Modern çağda “çocuk evliliği” olarak tanımlanan şey, o dönemde bireyin ergenliğe erişimiyle birlikte evlilik çağına geldiği anlayışına dayanıyordu.


📌 Bu nedenle, tarihî bir pratiği, modern psikoloji ve hukuk ölçütleriyle "ahlâkî/ahlâksız" diye yargılamak anakronik ve metodolojik olarak geçersizdir.



"Erken yaşta evlilik, ahlâkî mutlaklıkla değil, şer’î maksatlar, maslahat ve zarar ekseninde değerlendirilmelidir. Bu da onun tarihsel bağlamda örfî ve sosyal ihtiyaçlarla belirlendiğini, günümüzde ise zararın baskın hâle gelmesiyle meşruiyet zeminini kaybettiğini gösterir."


Fukahânın çoğuna göre küçüklerin bizzat evlenme ehliyetleri bulunmamakla beraber, velîleri tarafından evlendirilmeleri caiz ve muteberdir. Bu ictihadı benimseyenler, hayız görenler yanında hayız görmeyenlerin de iddetlerinden (kocaları ölür veya boşanırlarsa tekrar evlenebilmek için beklemeleri gereken müddetten) bahseden âyetin (Talâk: 65/4) buna delâlet ettiğini, ayrıca iyi bir namzedin bulunması hâlinde fırsatın kaçırılmamasının küçüklerin velîleri tarafından evlendirilebilmelerine bağlı olduğuna dayanmışlardır.



Not: İstisnada olsa dilde ve Kur’an’da “lem” edatının “henüz” anlamını verecek şekilde kullanımlarına da rastlanılmaktadır 24/en-Nūr: 58.


“Fıkıh kitaplarındaki hükümler evrensel değil, yereldir; her dönem için bağlayıcı asla değildir.”


Fıkıh, mükellef kişinin amelî davranışları hakkında şer‘î delillerden elde edilen beşerî hükümler ilmidir
.(Bkz. el-Cüveynî, el-Burhân; Gazzâlî, Mustasfâ; Şâtıbî, Muvâfakât)

🔸 Bu tanımda iki temel vurgu vardır:

  • Fıkıh, ilke (şeriat) değil, onun insan eliyle yapılan yorumudur.

  • Bu nedenle zamanla değişebilir, hatta değişmelidir.


 Fıkıh tarihî ve yerel bağlama göre şekillenmiştir:


Klasik fıkıh kitaplarında yer alan birçok hüküm:

  • Dönemin örf, âdet, ticaret, siyaset, aile yapısı gibi yerel unsurlarına dayanır.

  • Bu hükümler evrensel değil, tarihî/toplumsal bağlamın ürünüdür.

  • Örneğin:

    • İmam Ebû Hanîfe zamanında ticaretin şekli, aile yapısı, kölelik, ceza usulleri bugünkünden çok farklıydı.

    • Fıkhî görüşler, bu yapıların “verili” kabul edildiği varsayımlar üzerine bina edilmiştir.

❗ Dolayısıyla, bu görüşlerin bağlayıcılığı ilahi değil, tarihî şartlara bağlıdır

Usûl-ü Fıkıh’a göre fıkhî hükümler değişebilir:


a. Şer‘î delillerin türü ve sabit/değişken oluşu:


  • Kur’an ve sahih Sünnet’te açıkça yer alan naslar (muhkemât) bağlayıcıdır.

  • Ama ictihad, kıyas, istihsan, maslahât, örf gibi kaynaklara dayalı hükümler değişkendir.

b. Değişimin meşruiyeti:

“Ahkâm, zamanın değişmesiyle değişir.”(el-Karâfî, el-Furûk; İbn Abidîn, Mecmûa; Şâtıbî, Muvâfakât)

Bu usûl kaidesi, fıkhın değişkenliğini ilke olarak ortaya koyar.


Hanefi fıkhının muteber eserlerinden olan Fetevayi Hindiyye'de, küçük kız çocuğu ile ilişki zamanı bölümü


"Küçük (yaştaki kızla) cinsel ilişkiye girme zamanı konusunda ihtilaf edilmiştir .Bir görüşe göre, bâliğa (ergenlik çağına) ermeden onunla cinsel ilişkiye girilmez.Başka bir görüşe göre, dokuz yaşına ulaştığında onunla cinsel ilişkiye girilebilir. Bu, Bahr al-Râiq adlı eserde de bu şekilde geçmektedir.


Ancak çoğu âlimin görüşü, bu konuda yaşın esas alınmadığı yönündedir.Esas olan, bedenî dayanıklılıktır


Eğer kız iri yapılı ve kiloluysa, erkekle ilişkiye dayanıklıysa ve bu durumdan ötürü hastalanmasından korkulmuyorsa, o zaman kocası onunla cinsel ilişkiye girebilir .Dokuz yaşına ulaşmamış olsa bile.

Buna karşılık, eğer kız zayıf ve cılızsa, cinsel ilişkiye dayanıksızsa ve bundan dolayı hastalanma tehlikesi varsa, yaşça büyük olsa bile onunla cinsel ilişkiye girmek caiz değildir. Bu, doğru olan görüştür.


Şayet koca mehir bedelini ödemiş ve kadının babasına, kızını teslim etmesi için hâkime başvurmuşsa ve baba şöyle demişse:‘ Kız hâlâ küçüktür, erkeklerle birlikte olmaya uygun değildir, cinsel ilişkiye dayanamaz ’;koca ise ‘Hayır, o uygundur ve dayanıklıdır’ derse, şu şekilde hareket edilir:


Eğer kız dışarı çıkan biriyse, dışarı çıkarılır ve huzura getirilir, bakılır. Eğer erkekle birlikte olmaya uygun görülürse, hâkim onun kocaya teslim edilmesine hükmeder. Uygun görülmezse, hâkim böyle bir hüküm vermez.


Eğer kız evden çıkmayanlardansa, hâkim güvendiği kadınlardan bir gruba onu muayene ettirir.Eğer o kadınlar: ‘Bu kız cinsel ilişkiye dayanır, erkekle birlikte olabilir’ derse, hâkim babaya kızını kocaya teslim etmesini emreder.Eğer ‘Erkekle birlikte olmaya uygun değildir’ derlerse, kızın kocaya teslim edilmesi emredilmez."


Bu, el-Muhît adlı eserde bu şekilde geçmektedir.



Metin, bu ihtilaf halinde kocanın iddiasını doğrudan kabul etmek ya da babanın iddiasını kesin doğrulamak gibi bir hüküm vermiyor. Bunun yerine


  • Kızın fizikî durumu hâkim tarafından gözlemlenir veya

  • Güvenilir kadınlardan oluşan bir heyete muayene ettirilir.


Sonra, bu heyet veya hâkim tarafından kızın ilişkiye dayanıklı olup olmadığına dair nesnel ve sağlık esaslı bir değerlendirme yapılır.


Eğer bu değerlendirme olumluysa (yani kız dayanıklı görülürse), hâkim kocanın talebini kabul eder ve kız kocaya teslim edilir.Olumsuzsa, kocanın talebi reddedilir.


Yani ne baba ’dayanamaz’ diyor diye kesin hüküm verilir, ne de koca ’dayanır’ dedi diye kesin kabul edilir. Burası hukuki ve tıbbi bir uzmanlıkla kontrol edilen, kesin kanaatin esas alındığı bir durumdur.


Metinde babanın veya kocanın iddiaları değil, objektif muayene ve kanaat belirleyici kılınmıştır.

Böylece ne babanın ne kocanın sübjektif beyanı tek başına bağlayıcıdır.

Bu, özellikle küçük yaşta evliliklerde mağduriyeti önlemek için tedbir amaçlı getirilmiş bir usul hükmüdür.


Özetle: Babası “dayanamaz” dedi diye, kocanın “dayanır” dediği kabul edilmez; hâkim ve uzmanların kanaati esastır.


Fıkıhtaki bu fetvalar, çocuk evliliği konusunda en alt sınırı (minimum müsaade sınırı) yansıtır ve esasen teorik (nazari) düzeydedir.


Bu fetvalar;


  • Zorunlu hallerde verilen en alt sınır içtihatlarıdır,

  • Genel ve bağlayıcı hükümler değil, farazî senaryolar üzerinden yapılan teorik tartışmalardır.


Literatürde bazı 9–10 yaş arası gebelik vakaları vardır — ama bunlar normalin dışındadır


Not: Buluğ ve adet öncesi hamilelik tıbben mümkündür, ancak çok nadirdir ve istisnai bir durumdur.


Açıklama:

  • Normalde hamilelik için yumurtlama gerekir ve yumurtlama genellikle buluğ (ergenlik) ile başlar.

  • Ancak bazı durumlarda, ilk adet görülmeden önce (menarş öncesi) yumurtlama gerçekleşebilir.


  • Bu durumda, adet görmeden önce ilk yumurtlama döngüsünde hamilelik oluşabilir.

  • Bu tıbben çok nadir, ancak mümkün olan bir durumdur.


Teorik fetvalar küçük yaşta evliliği mümkün kılarak en alt sınırı çizerken, pratikte genellikle adet görme ve buluğ yaşının beklendiği görülür.Erken evlilikler olsa da, fiili evlilik ve cinsel ilişki çoğunlukla buluğ çağıyla uyumludur.

 Canın korunması İslam’ın temel ilkelerindendir


  • Şeriatın temel maksatları arasında “hifz-i nefis” (canın korunması) en öncelikli amaçlardan biridir.


  • Kur’an ve Sünnet, insan hayatını ve sağlığını korumayı sürekli vurgular.


. Fetvalarda tahammülsüzlük ve zarar gözetilerek hüküm verilir


Buna karşılık, eğer kız zayıf ve cılızsa, cinsel ilişkiye dayanıksızsa ve bundan dolayı hastalanma tehlikesi varsa, yaşça büyük olsa bile onunla cinsel ilişkiye girmek caiz değildir. Bu, doğru olan görüştür.


 Bu tür hükümler tamamen yerel örfi ve toplumsal duruma bağlıdır


  • Klasik fetvalar, o dönemin örfi, sosyal ve siyasî şartları içinde şekillenmiştir.

  • Bu hükümler, zamana, mekâna ve kültüre göre değişebilir.

  • Dolayısıyla, evrensel ve mutlak hükümler değil, yerel uygulamalardır.


. Zararın varlığı sonuçsal ahlak ölçütüdür.


  • Eğer bu uygulamalardan bireylere zarar geliyorsa,

  • Ahlaki değerlendirme kaçınılmaz olarak zarar üzerinden yapılır.

  • Bu zarar bedensel, ruhsal, toplumsal veya psikolojik olabilir.



Buna karşı her ne kadar cumhur ulama kabul etmese, kendilerini eleştiri yapsa bile İbn Şübrüme (ö.144/761) Osman el-Bettî (ö.143/760) gibi müçtehitler küçüklerin bizzat evlenmelerinin de, velîleri tarafından evlendirilmelerinin de caiz ve muteber olmadığı görüşündedirler. "Yetimleri nikâh çağına kadar deneyin..." (en-Nisâ: 4/5) mealindeki âyet evlenme ehliyetini belli bir çağa bağlamıştır. Ayrıca evlenmenin fiilî neticelerinden hiçbiri küçüklerin evlenmelerinde gerçekleşmez. Bu evlilik gereksiz ve faydasız olduğu gibi ileride bazı mahzurları da beraberinde getirebilir.


Hz. Peygamber'in Hz. Aişe ile olan evliliği ise kendine has bir durumdur

İbn Hazm, a.g.e., XI, 36.


Muhammed b. Ali eş-Şevkânî (ö. 1250/1834), "Neylü’l-Evtâr" ve "Fethu’l-Kadîr" adlı eserlerinde bu meseleye değinir. Özellikle şunlara işaret eder:


  • Hz. Âişe’nin nikâhı Mekke’de kıyılmıştır (6 yaş civarı).

  • Fakat gerçek evlilik (duhul) hicretten sonra, Medine’de gerçekleşmiştir (yaklaşık 9 yaş civarı).

  • Nisa 6. ayeti ise Medine'de inmiştir ve fiilî evliliğin, kişinin aklî ve biyolojik olgunluğa erişmesiyle mümkün olduğunu ortaya koyar.

🔹 Şevkânî bu bağlamda, "Henüz büluğa ermemiş kız çocuklarıyla evlenmek caizdir" diyen görüşü tenkit eder.





İslam dünyasında yirminci asra kadar Şer'! Mahkeme'lerde ekseriyetin içtihadına uygun olarak hüküm veriliyor, küçüğün velisitarafından evlendirilmesi muteber sayılıyordu. 1917 tarihli Osmanlı Hukuk-i Aile Kararnamesi mahzurları dikkate alarak ve yeni gelişmelerle toplumsal inisiyatife göre hareket ederek İbn Şübrüme, Osman el-Belli ve Ebu Bekr el-Asam'ın görüşünü tercih etmiş ve ergenlik çağına gelmeyen küçüklerin nikahlarının hiç kimse tarafından akdedilemeyeceği, ergen kızın on yedi yaşına erkeğin ise on sekiz yaşına kadar velisine sorularak evlenebileceği, bu yaşlardan sonra ise velilerinin izni aranmaksızın evlenebileceklerini hükme bağlamıştır


TALAK 4 AYETİ İNCELEME


TALAK ﴾4﴿ Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlar ile âdet görmeyenler hakkında tereddüt ederseniz onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süreleri ise doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah’a saygısızlıktan sakınırsa Allah ona işinde bir kolaylık verir.


“Arapçada “lem = لم” edatı dili ve mişli geçmiş zamanın olumsuzu (cahd-i mutlak), “lemmâ = لما” edatı ise şimdiki bitmiş zamanın olumsuzunu (cahd-i müstağrak) ifade etmek için kullanılır. Dolayısıyla “henüz” anlamını “lem” değil “lemmâ” edatı verir. “lemmâ = لما” edatı başına geldiği muzari fiilin zamanını geçmişe, anlamını olumsuza çevirir. Fiilin henüz olmadığı ama olmasının beklendiği anlamını kazandırır.


Ayete لَمْ يَحِضْنَۜ adet görmeyenler demektedir burada adet görmeyenler Ayette, adetten kesilmiş, yani menopoz dönemine girmiş kadınların bekleme süresi 3 ay deniyor. 3 ay beklemenin sebebi nedir? Kadının hamile olup olmadığının anlaşılmasıdır. Adet görmeyen çocuk hamile kalabilir mi? Hayır. O zaman 3 ay beklemesine de gerek yoktur. Hamile kalan kadın adet görmez. Ancak hamile olduğunun anlaşılması süre alır. Bu durumda olan kadınlar için de bekleme süresi 3 aydır. Hamileliği kesin olanlar ise doğuma kadar bekler.


Ayette geçen “نِسَٓائِكُمْ Nisâ-ikum ” kelimesi genelde yetişkin kadınlar için kullanılan bir kelimedir. Adet görmeyen kişi eğer çocuk olsaydı o zaman ” ولدان Vildan, ولد Veled, بنات Benat…” kelimelerinin geçiyor olması gerekirdi. Ancak ayette yetişkin kadınların tanımlandığı “نِسَٓائِكُمْ Nisâ-ikum” kelimesi geçmektedir.


ree


KURAN`DA ÇOCUK EVLİLİĞİ YOKTUR


NİSA ﴾6﴿ Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri deneyin; eğer onlarda akılca bir olgunlaşma görürseniz hemen mallarını kendilerine verin, büyüyecekler de mallarını alacaklar diye o malları israf ile ve tez elden yiyip tüketmeyin. Zengin olan (veli) yetim malına tenezzül etmesin, yoksul olan da kararınca yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun; hesap sorucu olarak da Allah yeter.


Nisa suresi 6 ayete yetimlerin bağlamında ''Kuran`da'' Evlik çağının olduğunu göstermektedir.


Ayet lafzı yetimler olarak aktarılmakta lakin SADECE yetimler dememektedir ayetin ''hükmü'' ise genel olmaktadır Müfessirlerde ayetin hükmü sadece yetimler içindir dememiştir.

Ayete evlenme çağını söyleyerek mevcut,belirli.genel bir evlenme çağının olduğunu görülmektedir


Bu ayetteki "evlenme çağı" ifadesi (بَلَغُوا النِّكَاحَ) açıkça biyolojik ergenlikten daha fazlasını içerir:


Ayete geçen بَلَغُوا Kuranda varmak erişmek,ulaşmak, gibi anlamlarda kullanılmaktadır.


Aynı şekilde رُشْدًا kuranda Doğruluk,olgunluk,bilgi sahibi olma gibi anlamlarda kullanılmıştır Sözlüklerde bunu aktarmıştır aynı şekilde Müfessirlerde Mallarını harcaya bilmesi iyiyi kötüyü ayıra bilmeleri ibadetlerinden sorumlu olmaları gibi olgunluğun evlenmek için gerekli şartlar olduğunu söylemişlerdir.


Kuranda diğer ayetlerde Evliliği NİSA zihinsel biyolojik olarak gelişmiş olgun kadın bağlamında aktarmıştır aynı şekilde mehir verme,boşanma,şahit olma,namuslu olma,iffetli olmak, zinadan kaçınmak İbadetleri yerine getirmek gibi bir çok kavramı ''küçük'' bir çocuk için düşünmek ahmak olmaktır.Bu şekilde dolaylı olarak evlilik için ''zihinsel'' ve ''biyolojik'' olgunluk gözükmektedir.



"Nikah çağına yetiştikleri zaman” buluğ anına vardıkları zaman Meselâ düş azmak ve bize göre on beş yaşını tamamlamak gibi. Çünkü aleyhisselâm Efendimiz: Çocuk on beş yaşını doldurduğu zaman sorumlu olur ve ona had uygulanır, buyurmuştur. Ebû Hanîfe'ye göre de on sekiz yaşıdır. Nikah çağına yetişmesi buluğa ermekten kinayedir, o sırada evlenmeye uygun hâle gelir.” [Beydavi Tefsiri, Nisa suresi, 6. ayet Tefsiri]


 Kur’an’da Evlilik Rızaya Dayalıdır


🌿 “Kadınlara mehirlerini gönül hoşluğuyla verin...”

(Nisâ 4/4)Kur’an'da kadınlar bizzat muhatap alınarak mehir verilmesi emredilir.Bu, onların nikâh akdine bilinçli ve özgürce katıldığını gösterir.

Çocukların ise akdî rızası yoktur. Zira hukukî ehliyetleri yoktur.

Bu yüzden çocuklar, Kur’an’ın öngördüğü nikâh modeline uymaz.


Yine Nisa 19 ve hadislere göre zorla evlilik haramdır. Bir çocuğun "iradesinden" söz edilemiyeceği için bu da çocuk evliliğini çürütür. [Neseî, Nikâh, 36 ; Buhârî, Nikâh, 40 ; Ebu Davud, Nikah, 24.]

Mehir, İslam Hukuku’nda erkeğin evlenirken kadına verdiği para veya maldır. Mehir kadının ailesine değil, direkt kadına verilir. Yukarıdaki ayetlere göre malların sahibine teslim edilme çağı, o kişinin malını kontrol edebileceği yaştır. Dolayısıyla mehir alan kadının bu malı veya parayı kontrol edebileceği bir yaşta olması gerekir.


Kur’an’ın Ahlâkî ve Ontolojik Dili ile Çocuk Evliliği Çelişir


Kur’an evliliği şöyle tanımlar:

"Sükûn bulasınız diye eşler yarattı, aranıza sevgi ve merhamet koydu."(Rum 30/21)

Bu model, karşılıklı duygusal ve zihinsel olgunluğa dayanır.Bir çocukla böyle bir huzur, meveddet, rahmet ilişkisi kurulamaz.


Bu nedenle çocuk evliliği, Kur’an’ın aile kurumunu tanımladığı metafizik anlayışla çelişir.


İmam Neseî’nin rivayet ettiği şu hadis-i şerif bu meseleye çok güzel bir ışık tutmaktadır:

Ensar’dan Hidame’nin kızı Hansa, Hz. Âişe’nin huzuruna girer ve şu şikâyette bulunur:


"Dulun velî ile bir alâkası yoktur."

"Dul kendine velîsinden daha ziyade mâliktir, bekârın ise rızası alınır."[Buhârî, Nikâh, 41; Ebû Dâvûd, (Avnu'l-Ma'bûd, II, 197)]

“Babam itibarını arttırmak için beni kardeşinin oğlu ile evlendirdi. Ben ise istemiyorum.”Hazret-i Âişe, “Resulullah (a.s.m.) gelinceye kadar bekle.” diye oturtur. Resulullah (a.s.m.) teşrif edince, Hz. Âişe durumu ona anlatır. Resulullah (a.s.m.) hemen kızın babasını çağırtır ve evlenme yetkisini kıza verir.Bunun üzerine Hansâ Resulullaha (a.s.m.) şöyle der:“Yâ Resulallah! Ben babamın yaptığı bu nikâhı kabul ediyorum, ancak babaların, kızlarına evlilikte böyle yetkisinin olmadığını bildirmek istedim.” (Neseî, Nikâh, 36)

Sonuç: Kuran bize ''zihinsel'' ve ''biyolojik'' olarak olgun olduktan sonra evlilik olabileceğini göstermektedir.











ree


ree


Sonuç


1. Dönemin Fetvalarını Ahlaksızlıkla Suçlamak Hatalı ve İnsafsızdır

  • yüzyıl ve klasik dönem fıkhı, kendi sosyal, kültürel ve tarihî şartlarında şekillenmiştir.

  • O dönemin maslahatları, örfleri ve ihtiyaçları göz önüne alınmadan o fetvaları günümüz ahlakıyla yargılamak anakorizim (geri dönük hatalı yargı) olur.


2. Şaz (İstisnai) Görüşler Her Zaman Vardı

  • Dönemde, küçük yaşta evliliğe karşı çıkan, sınırları daha yüksek tutan fakihler ve âlimler olmuştur.


  • Örneğin İbn Şubrüme, Ebû Bekir el-Asamm gibi.


  • Bu, İslam hukuku içinde çeşitliliğin ve ihtilafın göstergesidir.


Bugün İçin Geçerli Kriterler: Biyolojik ve Zihinsel Olgunluk


  • Günümüzde, Kur’an ve Sünnet’in evrensel ruhu ve maksadı çerçevesinde,

  • Biyolojik (buluğ, adet görme) ve zihinsel (rüşd) olgunluk şarttır.

  • Bu, insan onurunu ve hakkaniyeti gözeten, değişmez ilkesel ölçüdür.




Hz. Âişe’nin evlilik yaşı rivayetlerinin zahiri kabulü, dönemin örfî ve sosyal bağlamı içinde ahlâkî bir problem teşkil etmez.


Buna ayrıca şu önemli hususu eklemek gerekir:


  • Dönemin İslam düşmanları ve rakipleri bile, Hz. Âişe’nin evlilik yaşı üzerinden Hz. Peygamber’i eleştirme veya bu durumu kullanma yoluna gitmemişlerdir. Bu da, o toplumda ve zamanda böyle bir evliliğin sosyal açıdan normal, hatta meşru görüldüğünün güçlü bir delilidir.






Eleştirel Yaklaşımlar Hadisi Tamamen Reddetmiyor, Sadece Şüphe Duyuruyor


  • Joshua Little gibi modern tarihçiler, bazı rivayetlerin tarihî tutarsızlıklarını veya farklı yorumlarını gündeme getirir.


  • Ancak bu eleştiriler, hadis metnini “tamamen uydurma” olarak değil, “tarihsel bağlamda tartışmalı” olarak değerlendirir.


  • Dolayısıyla, tenkid “yetersiz”dir çünkü metnin tamamen reddini gerektirmez.





Little, “Oryantalist Hadis araştırmaları geleneğine sadık kaldığını” ifade ediyor.

Little’ın tezi, ilk kez Joseph Schacht’ın teorize ettiği, Juynboll’un geliştirdiği ve Harald Motzki’nin kendi çalışmalarıyla sürdürdüğü “Müşterek Ravi Teorisi”ni esas alıyor.

Bu teoriye göre, aynı hadisin farklı ravi zincirleri geriye doğru gidildikçe genellikle tek bir müşterek ravide buluşmaktadır. Dolayısıyla bir hadisin ne kadar çok rivayet zinciri/tariki olursa olsun, söz konusu hadisi müşterek ravi uydurmuş/üretmiş, eksik anlamış ya da kendi bağlamı dışında aktarmış olabilir. Müşterek ravi, kötü bir amacı olmasa da bütünsel bir olaydan koparttığı tek bir rivayeti siyasi, mezhebi amaçlarla kendi yaşadığı döneme uyarlamış da olabilir.

Little da Aişe hadisinin rivayet zincirlerinin müşterek ravisinin Hişam b. Urve olduğu gerçeği üzerine tezini bina ediyor. Ancak Müşterek Ravi Teorisi çerçevesinde geliştirilen metin kritiği yöntemlerinin, gerçekçi sonuçlara ulaşmada çok faydalı/işlevsel olsalar da, tek başlarına eksene alınmasının tarih bilimi açısından sorunları olduğunu da hatırda tutmak gerekir.


(Teorinin kapsamlı eleştirileri için bkz. Fatma Kızıl, Müşterek Râvi Teorisi ve Tenkidi, İst. İSAM Yayınları, 2013; “Tarihsel Eleştiri Yöntemlerinin Tenkidi ve İslami Rivayetlere Uygulanması Sorunu”Fatma Betül Altıntaş  Diyanet Vakfı Yayınları, 2021)



  • Fatma Kızıl ve Fatma Betül Altıntaş gibi çağdaş akademisyenlerin değerlendirmeleri de göstermektedir ki, müşterek ravi ve metin tenkitleri, hadisin tamamen uydurma olduğunu kesin olarak kanıtlamaktan uzaktır.


  • Bu eleştiriler, hadisin metninin üzerinde temkinli düşünmemiz gerektiğini vurgular; ama “uydurma” iddiasını destekleyecek yeterli veriye ulaşılmaz.

 Hz. Âişe’nin evlilik yaşı hakkında yüzde yüz kesin bir yaş tayini yapmak imkânsızdır.

Bu durum, hem rivayetlerin tarihî bağlamı, hem çelişkili bilgiler, hem de dönemin doğum kayıt sistemlerinin olmaması gibi nedenlerle ortaya çıkar


Peygamberliğin gelişinden on yıl sonra, elli yaşındayken eşi Hz. Hatice’yi kaybeden Peygamberimiz (asm.) kendisine hem ev işleri ve çocuklarının bakımında yardımcı olacak, hem de İslâm’a davet faaliyetlerinde destek olacak eşlere ihtiyacı vardı. Bunun için bir yandan yaşlı ve dul bir kadın olan Sevde’yi, öte yandan da en yakın arkadaşı olan Hz. Ebubekir’ in kızı Hz.Ayşe’yi istetti.


  • Hz. Âişe’nin doğum yılı için farklı tahminler var: miladi 604, 606, 607, 608 gibi farklı rivayetler mevcuttur.

  • O dönemde doğum tarihleri kayıt altına alınmazdı; genellikle büyük olaylara veya kişisel anılara göre hatırlanırdı (örneğin: Fil Yılı gibi).

  • Bu nedenle yaş hesaplamaları genellikle “yaklaşık” ifadelere dayanır.


  • Arap kültüründe yaşlar genellikle yaklaşık olarak ifade edilirdi. Özellikle kadınların yaşı net bilinmezdi.

  • “Altı yaşındaydım”, “dokuz yaşında zifaf oldu” gibi ifadeler de mutlak değil, yaklaşıklık içeren anlatımlardır.

  • Bu ifadelerin o dönemin konuşma dili içinde mecazî ve yuvarlatılmış olması da mümkündür.


  • Araplar o dönemde kamerî (ay yılı) takvim kullanıyorlardı.

  • Bugünkü hesaplamalar ise genellikle miladî (güneş yılı) üzerinden yapılır.

  • Bu durum bile yaş tahminlerinde 1-2 yıl oynama yaratabilir


Dönemin Yazılı Kayıt Sisteminin Olmayışı


  • yüzyılda Arap yarımadasında doğum tarihleri kesin olarak kayıt altına alınmazdı.

  • İnsanların yaşları genellikle sözlü hatıralara, önemli tarihî olaylara veya soy ağaçlarına dayandırılarak aktarılırdı.

  • Bu da bilgi kaymalarına, yuvarlamalara ve belirsizliklere yol açar.


Tarihî Olayların Zamanlamasında Belirsizlikler


  • Hz. Âişe’nin doğum ve evlilik yıllarının tarihlendirilmesinde kullanılan referans olayların tarihleri kesin değildir.

  • Bu da yaş hesaplarında belirsizliği artırır.


  1. Vahyin Başlangıcından On Yıl Sonrası Evlenme

  2. Hz. Peygamber’in peygamberlik görevi, vahyin ilk inmesinden itibaren başlar ve yaklaşık on yıl sonrasında Hz. Âişe ile evlilik gerçekleşir.

  3. Bu tarihî çerçeve, evliliğin vahyin başlangıcından on yıl sonra olduğunu netleştirir.

  4. Hz. Âişe’nin Doğum Zamanı

  5. Hz. Âişe’nin, vahyin başlangıcından yaklaşık beş-altı yıl önce doğduğu kabul edilir.

  6. Bu durumda, evlilik anında yaşı yaklaşık 17–18 yaşında olur.

  7. Mevlana Şibli’nin “Asr-ı Saadet” Kaydı

  8. Bu konu, klasik İslam tarihçiliğinin önemli kaynaklarından biri olan Mevlana Şibli’nin “Asr-ı Saadet” eserinde detaylı şekilde yer alır (İstanbul 1928 baskısı, cilt 2, sayfa 997).


  1. Esma’nın Doğum ve Vefat Tarihleri

  2. Esma bint Ebi Bekir’in, İslam tarihinde önemli bir şahsiyet olarak uzun ömürlü olduğu bilinmektedir.

  3. Klasik biyografi kitapları, Esma’nın Hicret’in 73. yılında vefat ettiğini ve o sırada yaklaşık 100 yaşında olduğunu belirtir.

  4. Bu bilgilere göre, Esma’nın hicret zamanı (622) yaklaşık 27 yaşında olduğu hesaplanır.

  5. Esma ile Hz. Âişe Arasındaki Yaş Farkı

  6. Esma’nın, Hz. Âişe’nin ablası olduğu ve Hz. Âişe’den yaklaşık 10 yaş büyük olduğu rivayet edilir.

  7. Bu durumda, Hz. Âişe’nin hicret zamanı yaklaşık 17 yaşında olması gerekir.

  8. Hz. Âişe’nin Daha Önce Nişanlanmış Olması

  9. Hz. Âişe’nin, Hz. Peygamber’le evlenmeden önce Cübeyr adlı biriyle nişanlanmış olması, onun evlenecek çağda, yani ergenlik çağına ulaşmış biri olduğunu gösterir.

  10. Bu da “6-9 yaşında evlilik” rivayetinin zahiri anlamını zayıflatır.

  11. Sonuç ve Tarihî Tutarlılık

  12. Esma’nın biyografisi, Hz. Âişe’nin evlilik yaşının en az 17 yaş civarında olduğunu kesin olarak ortaya koyar.

  13. Bu, tarihî olaylar, toplumsal normlar ve biyografik verilerle tam bir uyum içindedir.

(Hatemü’l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu, s. 210)


  1. Erken Müslümanlar Arasında Hz. Âişe’nin İsminin Geçmesi

  2. Risâletin ilk günlerinde Müslüman olanların isimlerinin sıralandığı kaynaklarda, Hz. Âişe’nin adı, ablası Esmâ bint Ebi Bekir’le birlikte zikredilir.

  3. Bu sıralamada Hz. Âişe, en öncü sahabelerden sonra ve diğer önemli isimlerden önce anılır.

  4. Bu durum, Hz. Âişe’nin o zamanlarda irade beyanında bulunabilecek bir yaşta ve bilinçte olduğunu gösterir.

  5. İbn Hişâm ve İbn İshâk’ın Sîre Kayıtları

  6. İbn Hişâm ve İbn İshâk’ın siyer eserlerinde (bkz. İbn Hişâm, Sîre, 1/271; İbn İshâk, Sîre, s.124) bu bilgi açıkça geçer.

  7. Bu erken Müslüman oluşu, onun o tarihte küçüklükten ziyade gençlik veya daha olgun bir yaşta olduğunu işaret eder.

  8. İrade ve Müslüman Olma Kabiliyeti

  9. İlk Müslümanlar arasında yer alabilmek için en azından irade beyanında bulunabilecek olgunlukta olmak gerekir.

  10. Bu da Hz. Âişe’nin evlilik yaşının rivayetlerde geçen çok küçük yaşlardan daha büyük olduğunu destekler.


(Bkz.: İbn Hişâm, Sîre, 1/271; İbn İshâk, Sîre, 124.)


  1. Çeşitli Tarihî Hesaplamalar

  2. Mekke’de çocukluk ve oyun oynama dönemi üzerinden yapılan tarihî hesaplamalar, Hz. Âişe’nin evlilik anındaki yaşının yaklaşık 18 olduğunu gösterir.

  3. Bu tür hesaplamalar, ablası Esma’nın yaşı, hicret zamanındaki olaylar ve sosyal bağlamla uyumludur.

  4. Bu nedenle, rivayetlerde geçen küçük yaş ifadeleri, çoğunlukla dönemin söylem ve bağlamına göre yorumlanmalıdır.


  5. Kamer Suresi 54/46 Ayetinin Nazil Olduğu Dönem

  6. Hz. Âişe’nin, henüz Mekke’de oyun oynayan bir çocukken, Kamer Suresi’nin 54/46. ayetinin nazil olması, onun o dönemde çocukluk yaşında olduğunu gösterir.

  7. Bu ayet, Hz. Peygamber’in peygamberlik sürecinin erken yıllarına denk gelir.

  8. Dolayısıyla, Hz. Âişe’nin yaşının, peygamberlik başlangıcından önce doğmuş ve gençlik dönemine gelmiş olması makul görülür.


bk. Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 6, Tefsîru Sûre, (54) 6; Aynî, Bedruddîn Ebû Muhammed Mahmûd ibn Ahmed, Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 20/21; Askalânî, Fethu’l-Bârî, 11/291. (el-Vâhidi, e/-Basit, 271/121; el-Kurtubi, e/-Câmi'u liahkâmi'l-Kur 'ân, 17/146; İbnü “Âdil, e/-Lübâb fi ulümi'Kitâb, 18/277; el-Hatibü'ş-Şirbini, o es-Sirdcü İ-münir, //154; İsmâil Hakki el-Bursevi, Rühu /-beyân, 9/282)


“Cariye” Kelimesinin Anlamı

  • Ayette geçen “cariye” kelimesi, klasik Arapça’da genellikle genç, ergenlik çağına gelmiş, olgun kız anlamında kullanılır.

  • Bu, sadece küçük çocuk anlamına gelmez; aksine, belli bir olgunluğa erişmiş kızları ifade eder.

  • Dolayısıyla ayette geçen “kız” ifadesi, küçük yaşta bir çocuk değil, belirli bir olgunluk ve bilinç düzeyine sahip bir genç kız anlamındadır.


 Hz. Âişe’nin İslam’a Giriş Zamanı ve Aktif Katılımı

  • Hz. Âişe, İslam’a erken katılanlardan biridir ve birçok önemli hadis nakletmiştir.

  • Hadis rivayetlerinde yer alması ve İslam toplumundaki aktif rolü, çok küçük yaşta değil, ergenlik veya gençlik döneminde olduğunu düşündürür.

  • Küçük yaşta bir çocuğun böylesi bir rol üstlenmesi tarihî ve sosyolojik açıdan zordur.


. Hz. Âişe’nin Savaşlara Katılımı

  • Hz. Âişe, Bedir, Uhud gibi savaşlarda veya sonrasında meydana gelen siyasi olaylarda aktif rol almıştır.

  • Özellikle Cemel Vakası’nda siyasi liderlik yapması, olgun ve yetişkin biri olduğunu gösterir.

  • Küçük yaşta böyle bir siyasi ve sosyal etkiye sahip olması mümkün değildir.


Klasik Kaynaklarda Geçen Bilgi

  • İbn Hişâm’ın Sîre’sinde ve İbn İshak’ın rivayetlerine göre, Hz. Âişe risaletin ilk yıllarında Müslüman olmuştur.

  • İlgili kaynaklarda, Hz. Osman, Zübeyr b. Avvam, Abdurrahman b. Avf, Talha, Sa’d b. Ebi Vakkas gibi sahabelerin hemen ardından, Hz. Âişe’nin ismi geçmektedir.

  • (Bkz. İbn Hişâm, Sîre, 1/271; İbn İshak, Sîre, s. 124)


. Bu Bilginin Yaşla İlgili Anlamı

  • Eğer Hz. Âişe risaletin ilk yıllarında (yaklaşık milâdî 610-612 civarı) Müslüman olmuşsa, o tarihte aklî temyiz çağına ulaşmış olmalıdır.

  • Zira, ilk Müslümanlar iradî olarak İslam'ı kabul eden, bilinçli tercihte bulunan bireylerdi.

  • Bu durumda Hz. Âişe’nin o yıllarda 6 yaşında olduğu varsayılırsa, Müslüman oluşu 1-2 yaşına denk gelir ki bu makul değildir.

3. Sosyolojik Gerçeklik: Müslüman Olmak Bilinç Gerektirir

  • İlk Müslümanların tümü, putperestliğe karşı bilinçli tavır alan ve tebliğe iradî olarak cevap veren bireylerdi.

  • Hz. Âişe’nin onların arasına ismen dahil edilmesi, onun bu bilince sahip olduğunu gösterir.

  • Bu da yaşının, en azından ergenliğe yakın veya gençlik dönemine işaret ettiğini ortaya koyar.


(İbnü “Abdilberr, ed-Dürer fi hrisâri 1-Meğdzi ve 5Siyer, sh:38-39; İbnü Kesir, es-Siretü 'n-Nebeviyye, 1/453)






ree

Arapça'da Sayıların Yazım Biçimi ve Okunuş İhtimalleri


  • Arapça’da rakamlar lafızla (sözlü) veya rakamla (hurûfî) ifade edilir.

  • Özellikle birler ve onlar hanesi karıştırılmaya müsaittir:

    • "tis‘a (تسعة)" = 9,

    • "işrîn (عشرون)" = 20,

    • "tis‘ata ‘aşer (تسعة عشر)" = 19

  • Sözlü aktarımda, benzer sesli kelimelerin zamanla kısaltılması veya yanlış anlaşılması mümkündür. Örneğin:


    • “tis‘ata ‘aşer” (19) ifadesi, “tis‘a” (9) olarak kısaltılmış veya yanlış kaydedilmiş olabilir.


  • Hz. Âişe’nin bu rivayeti en çok Hişâm b. Urve → Urve b. Zübeyr → Hz. Âişe hattıyla gelir.

  • Hişâm’ın özellikle Medine’den Irak’a geçtikten sonra rivayetlerinde zayıflık baş gösterdiği, bazı muhaddislerce ifade edilmiştir.

  • Dolayısıyla, rivayetin erken aşamalarında veya Irak ravileri arasında rakamsal bir hazf ya da tashîf yaşanmış olması ihtimal dahilindedir.


 Hz. Âişe'nin Yaşının Ergenlikten Sonra Sayılmış Olma İhtimali


Yani Hz. Âişe, “9 yaşındaydım” derken, bu ifade onun biyolojik ergenliğe girdikten sonraki 9. yılı olabilir.


Modern Antropoloji ve Sosyoloji Verileri


  • Kronolojik yaş ile sosyolojik yaş her toplumda aynı şekilde işlemez.

  • Bugün bile birçok Doğu kültüründe –özellikle sözlü kültürde– insanlar yaşlarını, toplumsal geçiş dönemlerine göre söyler:

    “Ben askere gittiğimde 20 yaşıma yeni girmiştim.”“Ben ergen olduktan 3 yıl sonra evlendim.”


🧭 Bu da demektir ki Hz. Âişe’nin rivayeti, kronolojik takvim yaşı değil, toplumsal dönemeçler üzerinden şekillenmiş yaş anlatımı olabilir.


Hz. Âişe’nin:

“Ben bebeklerle oynuyordum, salıncağa biniyordum” şeklindeki ifadeleri:

Onun biyolojik veya zihinsel olarak çocuk olduğunu zorunlu şekilde göstermez.✅ Aksine, onun canlı, sosyal, neşeli kişiliğini ve dönemin örfî-kültürel bağlamını yansıtır.✅ Bu tür davranışlar ergenlik sonrası yaşlarda da görülür ve bu yaşta evlilik toplumda normal karşılanırdı.


Hz Aişe ''çocuk ruhlu'' biri olduğu için hadisler bizlere ''lafzi'' olarak gelmeyip ''manen'' aktarılması okuyucunun bunu anlamasını zorlaştırmıştır.


Aynı şekilde ''farklı hadisler'' ile Hz Aişe ''çocuk ruhlu'' olduğu gözükmekte ''fiziksel olarak çocuksu'' bir yapıya sahip olduğu`da anlaşılmaktadır.


Hz Aişe 6 yaşındayken ''yaşadıkları'' ile ilgili detaylı bilgi vermesi onun 6 yaşında olmadığını 16 yaşlarında olduğu göstermektedir.


Gene Hz Aişe bir çok konuda ''hüküm'' vermesi bir çok konuda ''fetvalar'' vermesi ''en çok'' hadis aktaran kadın olması ''zihinsel ve biyolojik'' olarak olgun olduğunu göstermektedir.


  • Cahiliye ve erken İslam toplumu gibi ataerkil yapılarda, kadınların evlilik konularında aileleri tarafından tam olarak bilgilendirilmemesi yaygın bir örftü.

  • O yaşta bir genç kızın, aile büyükleri tarafından bir törene götürülürken bu törenin evlilikle ilgili olduğunu ancak son anda anlaması, onun yaşının küçüklüğünden değil, örf gereği dışlanmasından kaynaklanıyor olabilir











































 SONUÇ: Hz. Âişe’nin Yaşı ve Evliliği Meselesine Dair Değerlendirme


Yapılan sahih tarihî hesaplamalar, güvenilir siyer kaynakları ve bağlam esaslı hadis yorumu dikkate alındığında; Hz. Âişe’nin evliliğinin çocukluk döneminde değil, ergenlik sonrası zihinsel ve biyolojik olgunluğa erişmiş bir yaşta gerçekleştiği açıkça görülmektedir.

🔹 Rivayetlerde geçen “6 yaşında nişan, 9 yaşında zifaf” ifadeleri, ya örfî yaş anlayışına, ya da rakamsal aktarım farklılıklarına dayalıdır ve zahiriyle alınması usûlî olarak isabetli değildir.

🔹 Hz. Âişe’nin “oyun oynadığını”, “salıncağa bindiğini”, “bebeklerle oynadığını” anlatması, onun çocuk olduğu anlamına gelmez; bu tür davranışlar kişisel mizacın ve dönemin kültürel ortamının bir parçası olabilir. Bazı bireyler genç yaşta da çocukça eğilimler gösterebilir.

🔹 Hz. Âişe’nin hadislerde kadınlara ait fıkhî meseleler, özellikle hayız, temizlik, nikâh, zifaf ve boşanma gibi konularda uzman derecesinde bilgi aktarabilmesi, onun hem biyolojik hem de zihinsel olgunluğa sahip olduğunun en güçlü göstergesidir.


🔹 Ayrıca Hz. Âişe, vahyin nazil olduğu ortamda yaşamış, siyasal-toplumsal hadiselerde aktif rol oynamış, Peygamber'den 2000'i aşkın hadis rivayet etmiş, müçtehide seviyesinde görüş beyan etmiş bir şahsiyettir. Bu, onun bir “çocuk” değil, bilinçli bir birey olduğunu teyit eder.


!!Verilen makaleleri okuyup videoları izleyiniz!!


Derleme ve Araştırma


MUSTAFA ALİ UÇAR


KAYNAK








Yorumlar


  • Twitter
  • YouTube
  • Facebook - White Circle
  • Instagram - White Circle

Hubeyb öndeş 

bottom of page