top of page

Teknik Detaylı Kuran Çalışması: Bakara suresi (hazırlık aşamasında)

Bakara 1.Ayet: الٓمٓ ۚ Ebced değeri olarak "Elif=ا" bir; "Lam=ل" otuz; "mim=م" kırk sayılarını ifade eder. Bu harflerle ve değerlerle neyin kasıt edildiği hakkında pek çok yorum vardır. Bazıları bu sayılarla önemli tarihi olayların önceden haber verildiğini söyler, bazıları Kurandaki matematiksel mucizelerle alakalı olduğunu söyler. Bazıları ise bu üç harfin, kısaltmalar bazı isimlerin veya ifadelerin kısaltılmış hali olduğunu söyler. Pek çok yorum vardır, hepsine girmeye gerek yoktur. Bakara 2.Ayet: ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ "İşte senin için [işaret ediyorum] şu , korunup sakınanlara bir rehber olarak içinde hiçbir şüphe bulunmayan (o) kitaptır." "Zalike=ذالك=işte şuna senin için işaret ediyorum" "za=ذا" işarettir, "like=لك" ise "senin için" demektir. Bir nevi okuyucuya seslenerek sanki "İşte şunu senin için işaret ediyorum" demek için kullanılmıştır. Türkçede çeviriye tam yansımayan bir durumdur. Bu işaretin kastı, ya Kur'an'ın kendisidir, "işte şu okunan ayetler, bu kitaptır" manasındadır. Ya da "Elif Lam mim" ayetini tarif etmek amacıyla "İşte şu okuduğun 'elif, Lam, Mim' harfleri, bu kitabın kendisidir" anlamındadır. Ya da bu ifade, "Kitap" ismine işaret ederek "İşte şu kitap..." manasındadır. "el kitabu=الكتاب= (bu) kitap" Kitap, Türkçede her ne kadar iki kapak arası sayfaları olan bir metin için kullanılıyor olsa da, arapçada yazı türünden her şey için kullanılabilir. Kuranın sadece bir ayetine de, bir suresine de tamamına da "kitap" denilebilir. Baştaki "el=ال" takısı yüksek olasılıkla "Bilinen o kitabı" yani kuranı kasıt etmek içindir. Ya da 'cins ismi' sayılarak "kaynağı Tanrısal olan tüm kitaplar" anlamındadır. "le raybe fihi=لا ريب فيه" "raybe=ريبَ" ifadesi, 'türünü engelleyen la harfi' sebebiyle "raybe=ريب" şeklinde son harfi "e" şeklinde gelmiştir. Yani "şüphe türünden hiçbir şey yoktur" anlamına gelmesini sağlar. Bir başka okuyuşta "le raybun=لا ريبٌ" yani "herhangi bir şüphe yoktur" şeklinde yazılıdır. Bu ifade haber cümlesi olarak şöyle bir anlam da alabilir: "İşte şu, kitaptır, kendisinde hiçbir şüphe yoktur" Ancak çeviride ise haber değil, sıfat sayılmıştır. "huden li-l muttakin=هدى للمتقين=korunup sakınanlara bir rehber olarak [kitaptır]." "huden=هدى" kelimesinin gramer olarak harekesi belirsizdir. (i'rab'ı mahallidir.) Eğer 'mensup' konumundaysa anlamı çeviride yazıldığı gibi 'hal' cümlesi olur. Hal cümlesi oluşu da "korunup sakınanlara bir rehber halinde olarak içinde hiçbir şüphe yoktur" anlamını verebilir. Eğer 'merfu' konumundaysa, üçüncü haber olarak "işte şu kitaptır, içinde hiçbir şüphe yoktur, korunup sakınanlara bir rehberdir" olur. "Huden=هدى" yani hidayet, yumuşakça güzellikle yol göstermektir. "lil muttakin=للمتقين" "Vake=وقي" bir şeyi korumaktır. "Muttaki=متقي" ise korunan demektir. Baştaki "el=ال" takısı ise, bu korunanların, herhangi bir korunan grup olmadığını, bilinen bir grup olduğunu belirtmektedir. Bu grup sonraki ayetlerde tanıtılıyor. Bakara 3.Ayet: اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ "[Korunanlar] ki, gizlide inanıyorlar, yönelişi ayakta tutuyorlar (namazı gereğince kılıyorlar) ve sadece kendilerine rızık ettiklerimizden harcama (infak) yapıyorlar." "elleziyne=الذين" Önceki ayette anlatılan "Korunanları" açıklamak amacıyla kullanılan bir bağlaçtır. Yani "Korunanlar, şöyledir" diye açıklama yapar. Kalıbı eril çoğul olsa da, 'tağlib' gereğince kadınları da kapsamına alır. "yu'minune=يؤمنون=inanıyorlar" "iman=إيمان" kelimesi güvenmek inanmak ve gerçeği onaylamak anlamına gelir. Kuranda baskın olarak "gerçeği onaylamak" anlamında kullanılır. "bi-l Gaybi=بالغيب= gizlide" "bi=ب" harfi, burada ya "inanmak" fiiline geçişlilik sağlamak için kullanılmıştır, yani "Gizliye (Gayba) inanırlar" manasındadır, ya da konum belirtmek amaçlı olarak "gizlide/yalnızlıkta bile inanırlar [yani münafıklık yapmazlar]" manasındadır. Bu anlamı sonraki ayetlerde münafıklardan bahsedilişi de doğruluyor. "ve yuki'mune=ويقيمون=ayağa kaldırırlar" Baştaki "ve=و" Türkçe bildiğimiz bağlaç "ve" manasındadır. Yani "inanıyorlar ve ayağa kaldırıyorlar" manasındadır. Ya da, düşük bir ihtimal olsa da, öncekini açıklamak amaçlı kullanılmış olup "gizlide inanıyorlar, yani yönelişi ayakta tutuyorlar" manasında da olabilir. "yukimune=يقيمون" "ka'me=قام=ayağa kalktı" fiilinin if'al kalıbı olarak "ayağa kaldırmak" manasına gelir. Genelde "bir işi gereğince yapmak" anlamından hareketle "namazı gereğince eksiksiz kılarlar" manası veriliyor. Ancak "yönelişi(vahyi) ayakta tutarlar" anlamını da kapsamına alabilir. Bu kelimenin "süreklilik" anlamı da vardır. Buradan hareketle "yönelişi/namazı sürekli tutarlar" anlamı verilebilir. Buradan ya namazın devamlılığına işaret ya da yönelişin yani dinin sürekliliğini sağlamak emir edilmiştir. "e-s salete=الصلاة=yönelişi" "Salet=صلاة" kelimesinin son kök harfi "Elif=ا", "vav=و" veya "ye=ي" olabilir. Çünkü bu üç harfe "İlletli harfler" denilir. Birbirlerine dönüşebilir. Bu kelimeye asıl ve etimolojik anlamlarına bağlı olarak "yöneliş, takip, namaz, dua, tapınma, yüceltme, arınma, övgü sunma" anlamları verilmiştir. Kurandaki kullanımı itibariyle ilave olarak "kuran okumak, tebliğ, din" anlamları da eski tefsirlerde verilmiştir. Çoğunlukla namaz olarak anlaşılmış, ancak anlamı bununla sınırlandırmamak gerekir. "ve mimma razeknahum yunfikun=ومما رزقناهم ينفقون=sadece kendilerine rızık ettiklerimizden harcama yapıyorlar." "mimma razeknahum=مما رزقناهم=kendilerine rızık ettiklerimizden" ifadesinin normalde başa değil, sona gelip "yinfikune mimma...=ينفقون مما..." şeklinde yazılması gerekirdi. Buradaki "başa alma (Takdim)" olayının mantığı ya Türkçede olduğu gibi devrik cümle kurmak amaçlı olup ses uyumunu sağlamak dışında bir amacı yoktur, ya da 'mahsus sayma' amacıyla bu yapılmıştır. (bkz: hasr edatı) Mahsus kılma ise, ayete bir nevi "onlar sadece kendilerine rızık ettiğimiz şeyleri yani, helal saydığımız, kendi emekleriyle kendilerine verdiğimiz şeyleri infak ederler. Başkalarının hakkı olan malları değil" anlamını vermiştir (en doğrusunu Allah bilir). Bu anlamı Alimran 192 gibi birçok kuran ayetleri de doğruluyor. Bakara 4.Ayet: وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَۚ وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَۜ "ve [Korunanlar] ki, sana topluca indirilen ne ise, senden önce topluca indirilen ne ise ona da inanıyorlar. Onlar sadece (bu) Ahirete(Son'a) yakinen-kesin olarak inanıyorlar." "velleziyne=والذين" bağlaçtır. Baştaki "ve=و" ya önceki ifadelere bağlamak amaçlıdır. Ya da yeni bir söz başlangıcı (ibtida) için kullanılmış olup, "onlar (hum=هم)" zamiri hazf edilmiştir. Bu durumda "onlar, şöyle şöyle yapanlardır..." manasındadır. "yu'minune=يؤمنون=inanıyorlar/onaylıyorlar/güveniyorlar" Bu fiil yapısı itibariyle çoğul erkekleri kasıt ediyor olsa da tağlib gereğince kadın ve erkek her iki cinsiyeti de kasıt eder. Yani kasıt sadece erkeklerin inandığı yönünde değildir, kadın ve erkek her iki cinsiyetten Müslümanların inandığını belirtmektir. Türkçede fiillerde cinsiyet ayrımı yoktur, ama arapçada cinsiyet ayrımı vardır. "bima unzile ileyke=بما انزل إليك=sana topluca indirilene" "bi=ب" harfinin şu anlamları olabilir: - Geçişlilik sağlayabilir, bu durumda "sana indirilene... inanıyorlar" olur. - "ile" manasında olup "sana indirilenlerle birlikte inanıyorlar" olur. Bu durumda "inanıyorlar" fiilinin nesnesi kaldırılmıştır (hazf edilmiştir), mana itibariyle "onlar, gizliye sana indirilenlerle inanıyorlar" olur. - "sebep" manasında (Ba-i sebebiyye) olup "sana indirilenler....sebebiyle inanıyorlar" manasında olabilir. "ma=ما" bağlaçtır. Motamot "ne ise o" anlamına gelir. Hem tekil hem çoğul için kullanılabilir. Tabiri caizse "Sana indirilen tek de olsa çok da olsa ne indirildiyse ona inanırlar" gibisinden bir mana verir. "unzile=انزل=topluca indirildi" "inzal=إنزال" topluca indirmek; "Tenzil=تنزيل" ise kısım kısım indirmektir. Ayette ise "inzal=إنزال" kullanılmıştır. "ve ma unzile min kablike=وما انزل من قبلك= Senden önce topluca indirilen ne ise ona da..." "min kablike=من قبلك" Zaman zarfıdır, "kabli=قبل" önce demektir, sonundaki "ke=ك" ise "sen" zamiridir. "ve bi-l ahireti hum yu'kinun=و بالآخرة هم يوقينون= sadece (o) ahirete yakinen inanıyorlar" Baştaki "ve=و" önceki cümlelere bağlıdır. Ya da yeni söz başlangıcıdır. "bi=ب" harfinin etkisi, üstteki "bi=ب" harfinin olası anlamları ile tamamen aynıdır. "El ahiret=الآخرة" Bu kelime, yerine göre "son" yerine göre "diğer" anlamını kazanır. Baştaki "el=ال" takısı yüksek olasılıkla belirli bir "sonu" kasıt etmek amaçlıdır. O da kur'an bütünlüğünden anladığımız üzere öldükten sonraki "son" hayatımızdır. Bir diğer ihtimal ise, isim tamlamasının yerine geçmiştir, "bir şeyin ahireti/sonu" manasında olabilir. Ya da yine isim tamlaması mantığıyla (bu sefer muzafun ileyh değil, muzaf hazf olmuştur) "Ahiret yurduna, ahiret gününe" manasında da olabilir. Cümlenin "yukinune bi-l ahireti=يوقينون بالأخيرة =Ahirete yakinen inanırlar" şeklinde yazılması gerekirken, nesne olan "bi-l ahireti = بالآخرة" ifadesinin başa alınması muhtemelen, sadece ve sadece o belirli (yani kuranın bahsettiği) ahirete kesin olarak inanmayı vurgulamak içindir. Sonuçta diğer inançlarda da çeşitli ahiret inançları vardır. Hepsinde de 'öldükten sonra, eylemlerin karşılığının alınacağı' bir sonraki hayat mantığı olsa da, tamamen kuranın anlattığı türden bir ahiret fikrine sahip olmayan inançlar vardır. Muhtemelen -en doğrusunu Allah bilir- ayet bunu vurgulamak amacıyla bu şekilde bir 'mahsus sayma' (yani hasr) yapmıştır. Bir diğer ihtimal, ayette böyle bir amaç olmayıp sadece okuyuştaki ahenk için böyle bir devrik cümle kurulmuş olabilir. "yukinune=يوقينون" "iykan=إيقان" kesin olarak, neredeyse "bilme" derecesine ulaşan bir inanç/onaylama türüdür. Bazıları bunun da bir tür 'zan' olduğunu belirtmiş olsa da, (bkz: kurtubi bu görüşü aktarır) çoğunluktaki verilen anlam "bilme" derecesine ulaşan inançtır. (Çoğul eril fiil, if'al kalıbı) Bakara 5.Ayet: اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ "İşte şunlar, kendilerinin RAB'binden bir rehber üzerinedirler. Ve işte şunlar, asıl başarılı olanlar onlardır." "uvleike= أولئك=işte şunlar" Uzakta olan çoğul şeyleri kasıt etmek için kullanılır. İşaret, önceki ayette eylemleri sayılan kişilerdir. "ale huden=على هدى=bir rehber üzerinedir" Burası haber cümlesidir. Yani çeviri de olduğu şekildedir. Ancak bedel olma yani öncekini açıklama amaçlı olma ihtimali de -düşük de olsa- vardır. Bu durumda "İşte şunlar 'yani' bir hidayet üzerine olanlar..." manasında olur. "ale=على=üzerine" ifadesi sanki onların bir yol üzerinde olmalarını, bir yol üzerinde yerleşmiş olmalarını vurgular gibidir. "huden=هدى" Kelimesi belirsizdir (nekre). Yani "bir tür hidayet üzerinedir" manası veriyor. Belirli olması için "el- huda=الهدى" şeklinde gelmesi gerekirdi. Belirsiz olması bir nevi ayete "Birçok rehber vardır, bunu yapanlar, rehberlerden bir tanesine tutunmuştur" gibisinden bir anlam ifade eder. "Min Rabbihim=من ربهم=kendilerinin RAB'binden..." Bu ifade de, "rehberi" tanımlar. Yani rehberin kimin tarafından olduğunu vurgulamak içindir. Düşük bir ihtimal, "cerr harflerinin birbiri yerine kullanılması" mantığıyla, "min=من" harfi cerr'i "ila=الى" manasında olup "RAB'lerine götüren bir rehber üzerinedirler" manası vermiş olabilir, ya da "fi=في" harfi cerr'i yerine kullanılıp "RAB'leri hakkındaki (Yani RAB'lerini tarif eden, emrini ve sıfatlarını tarif eden) bir rehber üzerinedirler" manası verebilir. "ve uvleike hum'u-l muflihun=işte şunlar, asıl başarılı olanlar onlardır" "uvleike-l muflihun=أولئك المفلحون= işte şunlar kurtulanlardır" demek yerine, araya bir "onlar (hum=هم)" zamiri gelmesi, anlama kuvvet katıp "ta kendileri bunlardır" gibisinden bir mana veriyor. "el-muflihun=المفلحون" Baştaki el takısı belirli bir grubu kasıt etmek için vardır. Bu da doğal olarak "o kazananlar, yani ahiret yurdunu kazananlar" manası verir. Bu ismin aslı olan iflah ise, başarılı ve kalıcı olmak manasına gelir (bkz: Mekayısi-l lugat) Bakara 6.Ayet: اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ "Kesinlikle, [gerçeği] örtüp göz ardı etmiş olanlara göre, kendilerini ha uyarmışsın ha hiç uyarmamışsın (fark etmez, iki durum da) birdir, [gerçeği] onaylamazlar." "inne=إن=kesinlikle" cümleye kuvvet katmak, "muhakkak ki, kesinlikle," anlamı vermek amacıyla kullanılır. (Tekit harfidir. İsmi nasb, haberi ref eder.) "elleziyne keferu=الذين كفروا=örtmüş olanlar" "elleziyne=الذين" bağlaçtır. (Çoğul eril kalıbı olsa da tağlib vardır) "keferu=كفروا=örttüler" "küfr=كفر" bir şeyi örtmek demektir. Toprağa ektiğini örtmesi sebebiyle çiftçiye de bu kelimenin ismi faili kullanılır. (bkz: Müfredat) genellikle "inanmamak" manasında olduğu sanılıyor olsa da, özünde bir şeyi örtmek manasında kullanılır. Bir şeye inanmayan bir insan "Kafir" değildir. O şeyin gerçekten doğru olduğunu bildiği halde reddeden, göz ardı eden kişi "Kafir" olabilir. Örneğin islamın doğru bir din olduğuna dair kanıtları bilmeyen, Allah'ın varlığına dair kanıtları bilmeyen bir insan, bilmemesi sebebiyle inanmıyorsa "Kafir" olmaz. Bunları bile bile göz ardı ediyorsa "Kafir" olabilir. Bunu hem kelime anlamı, hem de kuranın çeşitli ayetleri göstermektedir. (bkz: bakara 256, İsra 15) Burada özellikle geçmiş zaman formu kullanılıp "[gerçeği] örtüp göz ardı etmiş olanlar" demek yerine, geniş zamanla "...örtüp göz ardı etmekte olanlar" demesinin sebebi mont yüksek ihtimalle "Herhangi bir ilahi gerçeği bir kere göz ardı etmiş olanlar başka bir ilahi gerçeği gördükleri zaman yine onaylamazlar" anlamını vermek içindir. Bunu, "...Daha önceden [hak olduğu gerçeğini] örtüp göz ardı etmiş olmaları sebebiyle, (bu mucizeleri) onaylayacak/inanacak değillerdi..." (Araf 101) ayeti de doğruluyor. "seveun aleyhim e enzertehum emlem tunzirhum=سواء عليهم ا انذرتهم ام لم تنذرهم=Onları ha uyarmışsın ha hiç uyarmamışsın, kendilerine göre eşittir" "sevaun=سواء=eşittir/denktir" ifadesi haber cümlesidir. Yani çeviride olduğu gibidir. Bunun ara cümle olarak "...göz ardı etmiş olanlar, -ki onlara göre....(ikisi de) denktir -..." manasında olması da mümkündür. "e enzertehum=ا انذرتهم" "e=ا" normalde soru amaçlıdır, ama burada "e.. em.. =ا... ام..."şeklinde geldiği için "ha yapmışsın ha yapmamışsın" manası verir. "inzar=إنذار" içinde korkutma bulunduran ihbar ve duyurudur. "emlem tunzirhum=ام لم تنذرهم =ha hiç uyarmamışsın" "lem=لم" önündeki geniş zamanlı fiile "hiç" manası katar. "le yu'minune=لا يؤمنون=inanmazlar/onaylamazlar" geniş zaman olarak "inanmazlar" manasındadır. (Bu ifade ikinci haberdir.) Bakara 7.Ayet: خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ۟ "Allah, onların [gerçeği örtüp göz ardı edenlerin] kalplerini ve işitmesini bitirdi/damgaladı. Bakışlarının üzerinde bir tür örtü vardır. Kendilerine çok büyük bir azap vardır" "hateme Allahu=ختم الله= Allah bitirdi" "hatm=ختم" bir şeyin sonuna ulaşmak ve mühürlemek manasındadır. "Kuranın sonuna gelmek" anlamında kullandığımız "Kuranı hatim ettim" sözü de buradan gelir. "ale kulubihim=على قلوبهم= kalplerinin üzerini" Buradaki "ale=على=üzerini" ifadesi konum belirtmek amaçlı değildir, kelimenin "mühürleme (taba=طبع)" anlamında kullanımını belirtmek amaçlıdır. "kulub=قلوب" kalbin çoğul formudur. Kalp, insanın düşüncesine, duygularına ve hatta davranışına etki etmektedir. Beyindeki duygusal işlem merkezi olan Amigdala ve çevresindeki alakalı çekirdekleri kalp doğrudan etkiler. Ayrıca kalbin, duygusal bir işlem hormonu olan oksitosini ürettiği de bilinir. Kalbin düşünceye daha pek çok etkisi, bilim insanları tarafından yazılmış olan "Kalbin bilimi (Science of the heart)" adlı kitapta anlatılmaktadır. "onların kalplerini, onların işitmelerini bitirdi" "Peki neden Allah böyle bir eylemde bulundu?" sorusuna gelirsek, bağlamda "onlar"ın kendi eylemleriyle bilerek gerçeği örtüp göz ardı ettikleri belirtilmiştir. Bu eylemlerinin cezası olarak Allah onların artık gerçeği görmelerini ve duymalarını engellemiştir. Yani bazı İslam eleştirmenlerinin "kuranda hata" olarak iddia ettiği gibi Allah durduk yere böyle bir eylemde bulunmuyor. İnsanın eylemine bağlı olarak böyle bir eylemde bulunuyor. "ve ale sem'ihim=و على سمعهم=ve işitmelerini..." "sem'=سمع" işitme ve algılama demektir. Mecaz olarak "kulaklar" manasında kullanıldığı söylense de Allah'ın kastı muhtemelen genel olarak insanın algılama yetisidir. "kalpler, bakışlar" derken hep çoğul kullanıldığı halde "işitme" ifadesi tekil kullanılmıştır. "ve ale ebsarihim=و على ابصارهم= ve bakışlarının üzerinde.." "ve=و" önceki ifadelere atıf olarak "...kalplerini, işitmesini ve bakışlarını bitirdi" manasında olabilir. Bu durumda devam eden ifadede bir 'öne alma ve sona alma (Takdim ve tehir)' vardır. Ancak en açık görünen mana, buradaki "ve=و" önceki ifadelerden bağımsız olmasıdır. Bu durumda haber cümlesi başa gelmiş olup "bakışlarının üzerinde [bir örtü] vardır" manasına gelir. "ale=على=üzerine" ifadesi ayette üç defa ayrı ayrı söylenmiştir. Normalde "Allah, onların kalplerini, işitmesini ve bakışlarını bitirdi (ختم الله على قلوبهم وسمعهم و أبصارهم)" diyebilirdi. Bunun yerine üç defa tekrar edilmesinin sebebi muhtemelen her birinin "bitirilişinin/damgalanışının" farklı olduğunu belirtmek amaçlıdır. "gışevetun=غشاوة= bir tür örtü" "gaşe=غشا" fiili bir şeyi bürüme ve kaplama manasındadır. "ve lehum azabun azim=و لهم عذاب عظيم= Onlara çok büyük bir azap vardır" Eğer "bir örtü" ifadesi buraya bağlı ise, (yani bu ifade, على ابصارهم ifadesinden bağımsız olup buraya bağlıysa, takdim ve tehir olduğu düşünülerek) şu anlam verilebilir: "onlara bir tür örtü/bürüme ve çok büyük bir azap vardır". Bu bahsedilen "örtü/bürüme" şu ayette anlatılan ceza olabilir: "...suçluların yüzünü ateş örter/bürür." (İbrahim 49-50) "azebun azimun=عذاب عظيم=çok büyük bir azap" "azeb=عذاب" aslen caydırma, bir şeyi bir şeyden men ettirmek, demektir. Yani bilinenin aksine, "eziyet" manasında değildir; yanlıştan engelleme amaçlı verilen bir tür caydırmadır. Bakara 8.Ayet: وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَمَا هُمْ بِمُؤْمِن۪ينَۢ "insanlardan, kendileri inançlılar olmadıkları halde "Allah'a ve diğer-son güne (döneme) inandık" diyen kimse[ler] vardır. " "ve min-en nasi=و من الناس= ve insanlardan" Baştaki "ve=و" yeni söz başlangıcı (yani 'ibtida') amaçlı kullanılmıştır. "min=من" genelde kısım bildirme amaçlıdır, yani "insanlardan bir kısmı, bazısı..." manasını vermektedir. Burada "açıklama" (beyan) manasında olması düşük bir ihtimal olmakla birlikte mümkündür. Bu durumda manası "(O) insanların hepsi" olur. "e-n nas=الناس=insanlar" Baştaki "el=ال" takısı, belirli bir sınıf insanları kasıt etmek amaçlıdır. Bu insanlar da ya genel olarak tüm insanlar ya da o bölgedeki insanlardır. Ancak ilki, evrensellik açısından daha uygundur. Çünkü anlatılan münafık insanlar her dönem vardır. "men yekulu emenne billahi ve-l yevmi-l ahiri=من يقول أمن بالله واليوم الآخر= ''Allah'a emanet ve diğer-son güne inandık' diyen kimse... [vardır]" "men=من=kimse[ler]" Hem tekil hem çoğul yerine kullanılabilen bir bağlaçtır. (ismi mevsul). Türkçedeki "kim"e karşılık gelir. "yekulu=يقول=diyor" İfade "kim" (من) kelimesinin lafızına bağlı olarak tekil gelmiştir ancak mana itibariyle çoğuldur. Arapçada bir kelime ister anlamına ister lafzına bağlı olarak tekil veya çoğul gelebilir. "kavl=قول" ("diyor" olarak tercüme edilen fiilin mastarı) aslen bildiri demektir. Çünkü herhangi bir kimseden alıntı yapılan bir söz için "benim 'kavlim'" denebilir. Bu durumda "bildiri" olarak çevrilmesi gerekir. Bu ayrım gereksiz duruyor olsa, "kesinlikle bu, kerim bir Elçinin 'kavlidir' (bildirisidir)" âyetinin Türkçe çevirisi sebebiyle yanlış anlaşılmasına neden olmuştur. Ayette "demiş olanlar" yerine "diyorlar" yazılmıştır. Yani bu anlatılan kişilerin her zamanki halinin bu sözü söylemek olduğu belirtiliyor. "emenne=آمنا=inandık/onayladık/güvendik" geçmiş zaman fiili. "bi-llahi ve-l yevmi-l ahiri=بالله و اليوم الآخر= Allah'a ve diğer-son güne (döneme)..." Aradaki "ve=و" normalde bağlaç olup "Allah'a ve diğer-son güne inandık" demekte olduklarını belirtiyor. Ancak buradaki "ve" önceki ifadeden bağımsız olarak bir 'öne alma (Takdim)' mantığıyla şu manayı da verilebilir: "Allah'a inandık, derler (ama) ahiret gününe kesinlikle inançlı değillerdir" "yevm=يوم=gün" kelimesi dönem anlamındadır. Çünkü kıyamet dönemi, birçok ayette "sonsuzluk günü" olarak anlatılır. Sonsuzluk günü de 24 saat sürmeyeceğine göre, kastın "dönem" olduğu görülüyor. "ve me hum bi muminin=و ما هم بمؤمنبن= kendileri inançlı değildir" "ve=و" burada hal cümlesidir. Yani "kendileri inançlı olmadıkları 'halde'..." manası verir. "bi müminin=بمؤمنبن" ifadesinin başındaki "bi=ب" harfi ya "ile" manasında olup "inançlılarla birlikte değillerdir" manası verir ya da anlama kuvvet vermek amacıyla (zaid) yazılmıştır. "müminin=مؤمنين= inançlılar" ifadesi özellikle belirsiz gelmiş yani "Herhangi bir inançlı ( veya 'inançlılarla birlikte') değillerdir" manasında bu ifade söylenmiştir. Çünkü kasıt edilen kişiler belirli inançlılarla (müslümanlarla) beraber olmamaları bir tarafa hiçbir inançlı grupla beraber değillerdir. Ya da "hiçbir inanca sahip değillerdir" manası vermektedir. Bakara 9.Ayet: يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۚ وَمَا يَخْدَعُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَۜ "Allah'ı(n Elçisini) ve inanmışları aldatmaya çalışırlar; kendi benliklerinden başkasını aldatmazlar (bunun da) farkında değiller" "yuhadiu'ne Allahe ve-llezine emenu=يخادعون الله و الذين آمنوا= Allah'ı ve inanmışları aldatmaya çalışıyorlar" "yuhadiu'ne=يخادعون=aldatmaya çalışırlar" "hida=خداع" aldatmaktır. Ayette ise işteşlik ve çabalama bildiren 'Mufaale' kalıbıyla gelmiş olup, "aldatmaya çalışırlar" denilmektedir. Bir başka kıraat'te "yahdaune=يخدعون" yani "Allah'ı(n Elçisini) ve inanmışları aldatırlar" ("çalışırlar" değil) şeklindedir. Allah'ı aldatmak veya aldatmaya çalışmak mümkün değildir. Burada ya "resulullahi=رسول الله" şeklinde bir tür isim tamlaması olup bir kaldırma vardır (yani muzaf hazf edilmiş, muzafun ileyh onun yerine geçmiştir) ya da Allah'ı kandırmadan kasıt, Elçisi'ni kandırmaktır. Burada tıpkı "sana (Elçiye) biat edenler sadece Allah'a biat ediyor" (Fetih 10) gibisinden bir mecaz vardır. İki ihtimal de aynı yere geliyor. "aldatmaya çalışırlar" ifadesi, önceki ayetteki "diyorlar" ifadesinden hal olabilir. Bu durumda "...Allah'ı ve inanmışları aldatmaya çalışarak "Allah'a ve diğer-son güne (döneme) inandık" derler... "manasında olur. "ve-llezine emenu=و الذين آمنوا=ve inanmışları" geçmiş zaman çoğul eril form. Eril olsa da kadın ve erkek her iki cinsi kasıt ediyor (bkz: tağlib) (i'rab'ı mahallidir, mensuptur) "ve me yahdaune illa enfusehum=و ما يخدعون إلا انفسهم= kendi benliklerinden başkasını aldatmıyorlar" "yahdaune=يخدعون" (yani "aldatıyorlar") ifadesi "yuhadiu'ne=يخادعون" (yani "aldatmaya çalışıyorlar") şeklinde de okunmuştur. "ma yahdaune=ما يخدعون" Geniş zaman (Muzari) fiili başına "ma=ما" alırsa şimdiki zaman anlamına gelir. Yani "aldatmıyorlar" olur. Başına "la=لا" gelmiş olsaydı genel bir durumdan bahsetmiş olup "aldatmazlar" demiş olurdu. "illa enfusehum=إلا انفسهم=Ancak kendi benliklerini" "enfus=أنفس" nefsin çoğul formudur. Bu kelime kuran'da bazen "kendi benlik, can, öz" anlamlarına gelirken bazen "birbirlerine" anlamında da kullanılır. Yani "kendi kendilerini aldatıyorlar" anlamında olduğu gibi "birbirlerini aldatıyorlar" anlamında da olabilir. "ve me yeş'urune=و ما يشعرون= farkında değiller" "şuur=شعر" Türkçede de olduğu gibi "farkındalık," anlamındadır. Bakara 10.Ayet: ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضاًۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ "Onların [münafıkların] kalplerinde bir hastalık varken [farkında olmuyorlar]. Allah onları hastalık bakımından artırdı. Kendilerine acı veren bir caydırıcılık (azap) vardır. Çünkü onlar yalan söylemekteydiler." "Fi kulubihim meradun=في قلوبهم مرض= Kalplerinde bir hastalık var" Bu ifade, önceki ifadenin hal cümlesi (olarak mahallen mensup) olup "kalplerinde bir hastalık varken, kendileri, sadece kendilerini aldattıklarının farkında olmazlar" anlamı verebilir. "meradun=مرض" kendisi sebebiyle insanın sağlık sınırlarından çıktığı şeydir (Mekayısi-l lugat) yani hastalıktır. Kalp, kuran'da düşünme organı olarak tarif edilir. Ki, McCartney gibi pek çok bilim insanı, Science of the heart gibi birçok kitap, kalbin düşünceye ve duygulara etkisi olduğundan bahseder. Kalpteki hastalık da, kalbin düşünceye sağlıklı etkisi yerine hastalıklı etkisi olduğunu belirtmek amaçlıdır (en doğrusunu Allah bilir). "Fe ze'dehumu-llahu merada=فزادهم الله مرضا= Allah, onları hastalık bakımından artırdı" Buraya dua manası da verilebilir, yani "onların kalplerinde bir hastalık var, Allah onları hastalık bakımından artırsın!" anlamı verilebilir. Bu durumda ayette "De ki" şeklinde bir emir olup, 'kaldırma' (hazf) olmuştur. Ya da buradaki "fe=ف" harfi yeni cümle başlangıcıdır. Çeviri buna göre yapıldı. "ve lehum azebun elimun=ولهم عذاب اليم=kendileri için çok acı verici bir caydırıcılık vardır" Baştaki "ve=و" düşük bir ihtimal olsa da, açıklama amaçlı olup "Allah onları hastalık bakımından artırdı, 'yani' kendilerine can yakıcı bir caydırıcılık vardır" manasında olabilir. Bu durumda, hastalığın artırılması demek, kendilerine verilen caydırıcılığın (azabın) çok can yakıcı olması demektir. "bi-ma kenu yekzibun=بما كانوا يكذبون= Çünkü yalan söylemekteydiler" "bi-ma=بما" ifadesi, "çünkü" (yani ba'i sebebiyye) anlamındadır. Ya da farklı bir okuyuştaki "yalanlama" ("yalan söyleme" değil) manası baz alınarak, bir ihtimal (ب harfi maiyye manasına alınır, ما ise mevsul sayılarak) "Kendilerine, yalanlamakta oldukları şeylerle birlikte çok acı verici bir caydırıcılık vardır" anlamı verilebilir. Bu durumda yalanlamış oldukları cehennem azabıyla birlikte başka başka cezalar da alacakları belirtilmiş olabilir. "ke'nu=كانو=idiler" geçmiş zamanda böyle yapmakta olmaları sebebiyle... "yekzibun=يكذبون=yalan söylemeleri" Bu ifade "yalanlamaları" manasında "yukezzibun=يكذّبون" şeklinde de okunmuştur. Bu okuyuş bir ihtimal, ilk okuyuşla aynı anlama gelip "çok yalan söylemeleri" manasında olabilir. (bkz: Keşşaf) Bakara 11.Ayet: وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِۙ قَالُٓوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ "Kendilerine "Dünyayı-bölgeyi bozmayın" denildiğinde "kesinlikle biz, sadece ve sadece düzeltenleriz" dediler." "iza=إذا" Türkçeye "-dığı, - diği zaman" olarak karşılık gelen bir şart ifadesidir. Geniş zamanı ifade eder. "kiyle=قيل= denildiğinde" "ka'le=قال=dedi" ifadesinin edilgen formudur. "lehum=لهم=kendilerine" zamir, önceki ayette anlatılanlara yani yalan söyleyenlere gider. "la tufsidu=لا تفسدو=ifsat etmeyin" "ifsat=إفساد" aslen bozmak olup, kapsamı çok geniştir. Savaş çıkarmak, insanların arasını açmak, hatta doğayı katletmek, dünyanın doğal yapısını bozmaya çalışmak gibisinden pek çok şeyi kapsamına alır. Örneğin Bakara 205. Ayette doğayı, ekini, yeşili bozmak yok etmek bu kapsama alınmıştır. "Fi-l ardi=في الأرض=Dünyayı" "Fi=في" harfi ya "içini" anlamını vererek "dünyayı bozmayın" anlamını verir, (bakara 205. Ayetle paralel olur) ya da konum belirtme amacıyla kullanılmış olup "Dünyada bozgunculuk yapmayın" manası verir. Bu durumda da kasıt, savaş çıkarmak, insanların arasını bozmak, toplumun birliğini bozmak gibi büyük suçlardır. "el ardi=الأرض" aslen "yer/toprak" manasında olsa da, kuranda kimi zaman tüm dünyayı kasıt eder, kimi zaman sadece bir bölgeyi kasıt eder. "ka'lu=قالو=dediler ki" burada şart cümlesinin (إذا) cevabı olarak gelmiştir. "innema nahnu=إنما نحن=Biz sadece ve sadece..." "innema=إنما" cümleye kuvvet katma amacıyla gelmiştir. Yani anlatılan kişiler kendilerinin ıslah edenler olduklarından tamamen emindir. "muslih=مصلح" ıslah eden anlamında öznedir. Islah ise, "fesat=فساد" kelimesinin tam zıddıdır. Bakara 12.Ayet: اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلٰكِنْ لَا يَشْعُرُونَ "Dikkat! Kesinlikle onlar, asıl bozgunculardır; fakat farkında olmazlar" "Ele=الا" uyarma amaçlı kullanılan bir ifadedir. "innehum hum-u-l mufsidune=إنهم هم المفسدون=Kesinlikle onlar, asıl bozgunculardır" "innehum=إنهم" kuvvet katmak amacıyla yani "kesinlikle, muhakkak ki, böyle olduğundan şüphe yok ki" manası vermek amacıyla gelmiştir. "hum-u-l mufsidune=هم المفسدون" "el=ال" takısı, belirli bir sınıf bozguncular olduğunu belirtmektedir. "ve lakin=ولاكن=fakat" Türkçede kullandığımız "ama, lakin, fakat" anlamlarını verir. "la yeş'urune=لا يشعرون=farkında olmazlar" geniş zaman fiili olarak "genel olarak bunun farkına varmazlar" anlamındadır. Farkında olmayan kişiler, bozgunculardır. Ancak zamirin başkalarına gitme olasılığı da vardır, örneğin bozgunculuk yapanların değil de onları takip edenler ve destekleyenler de kasıt edilmiş olabilir.

356 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page